'Emekçi halkın gereksinimlerinin karşılanması kamusal haktır. Karar alınmalı ve bu hakkı gasp edenlerden hesap sorulmalıdır.'

Bir faturada yazanlar

Seçkin Kır’ı, herhalde 1987’de olmalı, Yeni Öncü Dergisinin Cağaloğlu’ndaki bürosunda tanıdım. Süleyman’la kapıyı tıklatıp “biz Gelenek’ten…” dediğimizde, “yahu neredesiniz, siz lazımsınız” diye karşılamıştı. Güler yüzle… Dost olduk; hatta yıllar sonra kısa süreliğine yoldaşlık da ettik. Güle güle Seçkin… 

Demeye kalmadı, haftalardır bizi telefonları korka korka açmak zorunda bırakan Sevda’nın haberi düştü önümüze. İnsanın gerisinde bıraktığı acı güler yüzüyle mi ölçülür? Peki geleceğe güven, geleceğe umut olmadan öyle gülümseyebilir mi insan? Sevda artık o güven ve umuttur. Sevda’nın gülücüğünü unutmayın kardeşler…

Krizin adı çok… 

Düşük zam krizi gibi göründüğü de oluyor ve o zaman işçi sınıfının bir dizi kesimi ayağa kalkıyor. 

Enerji krizi oluyor, sanayinin çarkları dönmüyor, biçare anneler çocukları üşümesin diye tüpte su kaynatıyor. 

Galiba en yaygın biçimde de fatura krizi biçimine bürünüyor yaşanan süreç… Faturalarda sadece ödeme gücünü aşan sayılar yazmıyor.

Kılıçdaroğlu faturasını ödemiyor… Lakin emekçi halkın önemlice bir bölümü faturalarını ödemiyor değil ödeyemiyor! Kılıçdaroğlu zaten ödeyemeyenleri ve uğraş didin bir biçimde ödeyebilecek olanları kendisi gibi yapmaya çağırıyor mu? Bunu tam anlayabilmiş değiliz. Daha önceleri, fiyat artışları karşısında “tüketmemeye” çağırdığını hatırlıyoruz. O zaman da insanların nasıl yapıp da elektrik veya doğalgaz tüketmeyeceğini anlayamamıştık. Neyse…

Bu basit sorgulamanın akla gelmemiş olması, emekçi halkın varlığının, insanların yaşamlarını sürdürmek için temel gereksinimlerin ne olduğunun unutulmasına bağlanabilir mi? Konuyu kişilerden soyutlayalım, çünkü o örnekte sorun basit bir yanlıştan ibaret de olabilir. Daha önemli olarak, konumuz Türkiye’de emekçi halkı görmezden gelmeye alışan egemen güçlerin memleketi getirdiği yerle ilgilidir. Egemenlerin belirlediği bir genel kamuoyu insanların yaşam savaşı verdiğini algılamaktan hayli uzak düşmüş bulunuyor.

Buraya varan süreç “ananı da al git”le mi başladı, Almanya’nın kıskançlığıyla mı büyüdü, aya sert iniş sırasında mı zirve yaptı; önemli değil. Türkiye’de emekçi halkın yaşam koşulları çoktandır aynalardan uzak tutuluyor. Çaresizliğin intihara ittiği yoksullar topluma tutulan aynada herhangi bir yer dolduramadıklarını şaşkınlıkla izliyorlar. 

Fantastik korku filmlerinde vampirlerin aynada yansısı olmaz. Gerçek değillerdir. Türkiye’de emekçi halk mı gerçeklik dışı, yoksa o aynalar, ekranlar, egemen ideolojiler, renkli sayfalar mı bu dünyadan kopmuş?

Krizin bir adı da bu! Neo-liberal yağmanın yok saydığı emek, bugün için mücadelesiyle değilse de gerçekliğin ta kendisi olduğunu hatırlayarak ve göstererek o yalan aynaları kırıyor. Topluma yayılan işçi mücadeleleri, halk protestoları, yakın gelecekteki sel baskınının yalnızca habercisidir. Bugün yalnızca kendilerini hatırlamakta ve dosta düşmana göstermekte olan emekçilerin, bir sonraki aşamada ülkeyi yıllardır boğan çamuru önlerine katıp süpürmeleri gayet mümkündür. 

Krizin adları çoğalacak… Çünkü KDV’yi indirince etiketler 4 ila 25 kuruş arası oynuyorsa, egemen güçler krizi hiç anlamamışlar demektir. Bu yoksullaştırma operasyonunu sermayenin kârlarını desteklemek için örgütlemişlerdi. Kendi tuttukları aynada emeği görmemeye devam ediyorlar. O nedenle önlem almak ne akıllarına geliyor, ne de ellerinden gelecek. Sermayeye hizmet aşkının çizdiği rota bunları gerçeklikten uzaklaştırıyor. Vampirler sadece kendilerini gördükleri aynalar icat etmiş!

Bu faturaların üstünde ödenemeyecek sayılar yazıyor. Halkın temel gereksinimlerden kaç paraya yoksun kalacağı yazıyor yani!

Faturaları kimin yazdığında bile anlaşmazlık var! Enerji şirketleri, hükümet, dış düşmanlar ve kimilerine göre piyasanın görünmez eli yakartop oynuyor. Ama yağma fiyatında düzeltme yapılması kendini dayatınca tabii ki gözler siyasi iktidara döner. Olacak olan, market etiketlerinden bellidir. 

Faturayı görenlerden bazılarıysa bir önceki düzeye dönülmesini, son zammın geri alınmasını, özetle “o kadar da olmamasını” talep ediyorlar. Zamların geri alındığı pek görülmüş şey değildir. Ama işçi sınıfının mücadele edip gerçek gelirini arttırması derseniz, bakın o pekâlâ olabilir.

Söylediklerinin bir bölümü hep anlaşılmaz kalan faşist parti başkanı “devletleştirme” derken bu çok kazançlı şirketlere şahsı adına göz koyduğunu kast etmemişse, önceki faturayı özleyenler taleplerini hemen gözden geçirmelidirler. Bahçeli’yi geçelim, bugün Aralık ayındaki gerçek gelir düzeyinin altına itilmekte olan veya kriz saldırısı altında o küçük ücret artışları şimdiden tırpanlanmaya başlamış bulunan on milyonlarca elektrik ve doğalgaz abonesi için önceki fatura bile tahammül sınırını aşmaktadır. 

Mesele tahammül veya ödeyebilmek de değil zaten. Faturada yağma yazmaktadır. Soygunu azaltmak diye talep olur mu? Hırsız bellidir ve hırsızdan hesap sorulur. Halkın temel gereksinimlerinin karşılanması kamusal bir görevdir. Demek ki, devletleştirme… 

“Hayır, kamulaştırma bize yeter” diyenler, takıntılı bir terminoloji tartışması yapmıyorlarsa kamulaştırma bedeli için ne düşündüklerini de söylemelidirler. Yeri gelmişken; devletleştirmenin bedeli olmayacaktır. 

Faturada daha çok şeyler yazmaktadır…

Temel gereksinim nedir? İnsanlar eğitim görür, sağlık hizmetine erişir, dinlenir, eğlenir, sosyalleşir… Madem öyle, bir soygun operasyonunun ahlaksız belgeleri olan faturaları ne yapacağımızı konuşurken temel gereksinimlerimizin karşılanmasının kamusal bir yükümlülük olduğunu da unutmamak gerekir. Üniversiteye girişte taban puanın kalkması, öğrencilerin çalışmadan okumasına katlanamayan hanelerin çoğunluk olduğu bir toplumla dalga geçmektir. Hekimlerin kamu hastanelerini ve sonra ülkeyi akın akın terk ettiği bir ortamda vampir aynasına yansımayan insanlarımız, son paralarını aç karınlarına gömdükten sonra, özel hastanenin duvarı dibinde ölümü mü bekleyeceklerdir? 

Neden “temel olanın” ölümcül olduğunu varsayacağız? Sinemaya, tiyatroya, konsere gitmeyi temel gereksinim saymayanlar lüks mekânlarda dilediklerini yapabilirler. Halk için gereksinim hayatta kalmaya yetecek olan mı demektir? Yobazın teki “telefonunu çıkar” dediğinde, hes kodunu almaya, akbil kartını eşleştirip metrobüse binmeye, sınav sonucunu öğrenmeye, dünyadan haberdar olmaya, çocuğuyla haberleşmeye, düzensiz ve güvencesiz işine koşması için patrondan çağrı mesajı almaya yarayan akıllı telefonundan utanmak olur mu? O telefon olmayınca açlıktan ölmeyeceğiniz kesindir, ama temel gereksinim nedir?

Bir özel ama kâr amaçlı olmayan tiyatro, Moda Sahnesi, faturasını ödemeyeceğini açıkladı ya, kamu yönetimini ele geçirmiş olanlar, yani egemen güçler şimdi sanatçılara “sahneni de al git” mi diyeceklerdir? Küçük tarlasında sebze üreten Mersinli çiftçiye öyle diyenlerden ancak bunun bekleneceği bellidir, ama fatura krizin belgesidir ve o lafın üstünden çok zaman akmıştır. Şimdi faturada kriz yazmaktadır. 

Kritik dönemin ilanıdır. Kriz yeni kararların alınacağı ortam da demektir. 

Yeni kararlar alınmalıdır. Bizi göstermeyen aynalar kafalarında paralanmalıdır. Emekçi halkın gereksinimlerinin karşılanması kamusal haktır. Karar alınmalı ve bu hakkı gasp edenlerden hesap sorulmalıdır. Mahalleler, fabrikalar, hastaneler, okullar ve tiyatrolar yürüyüşe geçmelidir. 

Dikkatli okuyun. Faturada bunlar yazmaktadır.