'Böylesine yanlı güzellemeler yaparak bilgi kirliliğine yol açan ve önemli gerçeklere değinmeyen kitapların yazılmasının, akademisyenlikle bağdaşıp bağdaşmadığını sorgulamak gerekiyor.'

Bir başka kitap!

Geçenlerde ‘Milli eğitim bakanlarının faaliyetleri (1920-1960)’ başlıklı bir kitap daha okudum. İyi ki okumuşum!!!

Bu kitabı, ‘eğitim programları ve öğretim-eğitim tarihi-eğitim sosyolojisi’ alanında çalışan bir profesör yazmış. PEGEM Akademi’nin 2019’da yayımladığı bu 572 sayfalık araştırma-inceleme kitabının, aynı yıl ikinci baskısı bile yapılmış. Büyük bir emek ürünü olan bu kitapta da, bazı gerçeklerin göz ardı edildiği ve gerçeklerle bağdaşmayan öznel değerlendirmelerin çok olduğu görülüyor.

Örneğin kitapta 10 yıl cumhurbaşkanlığı yapan Demokrat Partili (DP) Celal Bayar’ın eğitim hakkındaki konuşmalarına, 15 yıl cumhurbaşkanlığı yapan Atatürk’ün eğitim hakkındaki konuşmalarından çok daha fazla yer veriliyor. Eğitim konusunda C. Bayar’ın Atatürk’ten çok daha önemli bir kişi olduğu algısı yaratılıyor.

DP’nin laikliğinden dem vurulurken, Türkçe ezan yerine yeniden Arapça ezan okunduğuna, tarikatlarla iyi ilişkiler kurulduğuna, ortaokullarda din dersinin başlatıldığına değinilmiyor.

DP demokrat bir partiymiş gibi sunulurken, DP lideri Adnan Menderes’in “Odunu göstersem milletvekili seçilir”, “Orduyu yedek subaylarla idare ederim” ve benzeri söylemlerine değinilmiyor. TBMM’nin onayı olmadan Kore Savaşı’na asker gönderildiğine ve silahlı kuvvetlerin tümden NATO’nun emrine verildiğine değinilmiyor.

DP iktidar olur olmaz, resmi olarak anayasa sözcüğü yerine ‘teşkilatı esasiye’ ve genelkurmay yerine ‘erkan-ı harbiye’ sözcüklerini kullanmaya başlıyor. DP’nin eğitim bakanlarından Tevfik İleri zamanında, Aralık 1952’de çıkarılan bir yasayla Milli Eğitim Bakanlığı’nın adını Maarif Vekaleti’ne dönüştürülüyor. Buna karşın kitapta, T. İleri’nin Türkçeye önem verdiğinden söz ediliyor!

Yazar 261. sayfada, CHP’nin 1932’de aldığı bir karar sonrasında “Halkevleri, resmi ve sivil her kesimden vatandaşın rahatlıkla girip çıktığı, her konuda görüş alışverişinde bulunduğu; siyasal, sosyal, kültürel bir kurum haline getirilmiştir” diyor. Bu sayfanın sonunda, DP’nin halkevlerini kapatması konusunda ise “Aslında bu da demokratik hayatın gereği olarak yapılmış bir icraat olarak kabul edilmelidir” diyebiliyor.

Kitapta, T. İleri’nin davet ettiği ABD’li eğitimci Ellsword Tompkins’in raporunda “Türkiye’de ortaöğretimin gayesi elit mi, yoksa vatandaş mı yetiştirmektir?” sorusunu sorduğuna değiniliyor (s. 468). DP ise, elit yetiştirmeyi benimseyip yabancı dilde eğitim yapacak ve de sistemi daha da seçkinci (elit) hale getirecek Maarif Kolejlerini açıyor. Ancak kitapta bu durum eleştirilmiyor.

Tevfik İleri, üç ayrı dönemde toplam 3 yıl 10 ay eğitim bakanlığı yapıyor. CHP’li Hasan Ali Yücel 7 yıl 7 ay kesintisiz eğitim bakanlığı yapıp eğitim ve kültür alanında pek çok yeniliği gerçekleştirmiş olsa da, kitapta T. İleri’ye çok daha fazla yer veriliyor. T. İleri’nin eğitimle ilgili konuşmaları, H. A. Yücel’in eğitimle ilgili konuşmalarından çok daha fazla yer tutuyor. T. İleri’nin V. Milli Eğitim Şurasında yaptığı konuşmaya yer verilirken, H. A. Yücel’in I. ve II. Şuralarda yaptığı konuşmalar yok sayılıyor. H. A. Yücel yetkin ve tanınmış eğitimcileri bakanlıkta istihdam etmişse de, kitapta yalnız T. İleri’nin “önde gelen eğitimcileri” (s. 456) atadığından söz ediliyor. T. İleri’nin H. A. Yücel’den çok daha önemli bir eğitim bakanı olduğu algısı yaratılıyor.

DP döneminde açılan üniversiteler için paragraflar yazılmışken, yazarın H. A. Yücel’in “en önemli icraatlarında biri” (s. 358) dediği 13 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı ‘Üniversiteler Kanunu’, 3-4 satırla geçiştiriliyor. DP zamanında eğitimle ilgili girişimlerle bazı yasalarda yapılan bir satırlık değişikliklere bile 4936 sayılı yasadan daha fazla yer veriliyor. Bu yasayla Ankara Üniversitesi’nin açılmış olduğuna bile değinilmiyor. Bu yasayla oluşturulan Üniversitelerarası Kurul’un, eğitim bakanı Reşat Şemsettin Sirer ve başbakan Hasan Saka’nın tüm baskılarına karşın, Behice Boran, Pertev Naili Boratav ve Niyazi Berkes gibi ilerici akademisyenlerin meslekten çıkarılmasına izin vermediğine bile değinilmiyor.

Kitapta, “Köy Enstitüleri, aslında Saffet Arıkan’ın temelini atmış olduğu köy öğretmen okullarının geliştirilmiş halidir” deniyor (s. 339). 18 sayfa sonra da, köy enstitüleri için, “Saffet Arıkan zamanında temeli atılmış bulunan köy öğretmen okullarının yeni bir kimlikle ortaya çıkmasından başka bir şey değildir” deniyor (s. 358). Oysa köy öğretmen okulları S. Arıkan’dan 9 yıl önce açılan okullar. H. A. Yücel’in bilgi ve görgü birikimi çok daha fazla olsa da, Yücel yerine bakanlığa getirilen R. Ş. Sirer için, “engin eğitim tecrübesinden istifade etmek düşüncesiyle Milli Eğitim Bakanlığına getirilmiştir” diyen yazar (s. 379), R. Ş. Sirer’in gerici olduğu için bakanlığa getirildiğini yadsıyor. Bu kitapta,

  • Yücel’in köy enstitülerinin açılmasındaki katkısı yok sayılıyor;
  • Köy enstitüsü konusunun fikir babası ve uygulayıcısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un adı bile geçmiyor;
  • Köy enstitülerine devlet bütçesinden çok az kaynak aktarıldığından da, köy enstitülü öğretmenlerin köylere yaptıkları katkılardan da söz edilmiyor;
  • H. A. Yücel’den sonra bakan olan R. Ş. Sirer zamanında köy enstitülerine gönderilip yalan yanlış raporlarla enstitüleri yerden yere vuran müfettişlerden de söz edilmiyor.
  • 1946 sonrasında köy enstitülerinde gerçekleştirilen gerici dönüşümler, olumluymuş gibi yansıtılıyor.
  • Köy enstitülerinin niteliğini bozan ve kapatılmasını kolaylaştıran R. Ş. Sirer’in tutumu için, “Yücel’in öğretmen yetiştirme, özellikle köy öğretmeni yetiştirme görüşünden, izlediği politikasından kesinlikle bir ayrılık göstermemektedir” deniyor (s. 394)! Köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek için açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün R. Ş. Sirer zamanında kapatılması bile olumlu karşılanıyor.
  • T. İleri’nin köy enstitülü kızları bir enstitüde toplaması bile eleştirilmiyor. Buna karşın DP’li yetkililerin ve eğitim bakanlarının söylemlerine, bunlar sanki gerçekleştirilmişçesine yer veriliyor.
  • Köy enstitüleriyle ilgili eleştirilere yer verilirken (s. 544), R. Ş. Sirer ve T. İleri’nin icraatları ile ilgili eleştirilere hiç yer verilmiyor.
  • Bazı köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin, o okuldan bu okula sürüldüğüne ve yedek subay okulunda asteğmen değil çavuş yapıldığına değinilmiyor.
  • Köy enstitüleri kapatıldı ya da köy enstitülerinin kuruluş niteliğinden uzaklaşıldı gibi ifadeler hiç kullanılmıyor.
  • Köy enstitülerin açıldığı yılların koşulları ile köy enstitülü öğretmenlerin aynı zamanda köyü canlandıracak ve köylünün ayakları üstünde durmasını sağlayacak kişiler olarak yetiştirildikleri de yadsınıyor.

Köy enstitülerinde gerçekleştirilen tüm gerici dönüşümler, öğretmen yetiştirme sistemini iyileştirme adımları olarak sunuluyor. 27 Ocak 1954 tarih ve 6234 sayılı yasa ile köy enstitülerinin kapatıldığına değinilmiyor; bu yasanın “çıkarılmasıyla DP’nin önemli hedeflerinden biri olan ilköğretime tek tip öğretmen yetiştirme hedefi de gerçekleştirilmiştir” deniyor (s. 497). Köy enstitüleri ile ilişkili olarak, H. A. Yücel’in yaptıkları sıradan işlermiş gibi anlatılırken, ondan sonra gelen bakanların yaptıkları ise çok önemliymiş gibi sunuluyor. Üstelik “Sirer gibi Banguoğlu da köy enstitülerinin aksayan yönlerini düzeltmek için gerekli kanuni düzenlemeleri yapmıştır” deniyor (s. 426)!

Böylesine yanlı güzellemeler yaparak bilgi kirliliğine yol açan ve önemli gerçeklere değinmeyen kitapların yazılmasının, akademisyenlikle bağdaşıp bağdaşmadığını sorgulamak gerekiyor.

[email protected]