'Günümüz dünyasında direnen bir değil, birden çok köy var. Bu köylerin hepsi Asteriks’in sadece iyi niyetli ve sevimli insanlardan oluşan köyü gibi de değil kuşkusuz.'

Biden’ın talihsiz Ortadoğu seyahatinin anımsattıkları

24 Şubat 2022 tarihinde Rusya Ukrayna’ya saldırdığında kimileri bu savaşın bir başlangıç teşkil ettiğini savundular, kimileri ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991’de parçalanmasından beri adım adım uygulanmaya çalışılan bir planın sonuçlarından biri olduğunu. Nasrettin Hoca misali, her iki tarafın da haklı çıktığını söyleyebiliriz. 

Batı Emperyalizmi Çin’le hesaplaşmaya hazırlanırken Rusya’yı zayıflatmak, yanına çekmek, bu da olmazsa parçalamak niyetiyle hareket ediyor uzunca bir süredir. İlk bakışta sandığımız gibi Ruslardan nefret ettiklerinden, yarı-Asyalı bulduklarından, anti-Rus olduklarından filan değil, kapitalist genişleme için Rusya kaynaklarının taşıdığı önemden dolayı elbette. “Büyük resim” aşağı yukarı bu. 

Küçük resim ise Rusya-Ukrayna savaşının kimi kesin yargılarımızı boşa çıkartan kimi başlangıçlara da vesile olduğunu gösteriyor. Dünya herkesin plan yaptığı ancak evdeki hesabın çarşıya nadiren uyduğu bir gezegen. 

Asteriks çizgi romanlarının standart bir başlangıç paragrafı vardır: “M.S. 50. Galya’nın tamamı Roma İmparatorluğu’nun işgali altındadır. Tamamı mı? Hayır. Küçük bir köy işgale direnmektedir.” 

Öyle anlaşılıyor ki, günümüz dünyasında direnen bir değil, birden çok köy var. Bu köylerin hepsi Asteriks’in sadece iyi niyetli ve sevimli insanlardan oluşan köyü gibi de değil kuşkusuz. Onların da genişleme ve sömürü planları var.  

Batı başkentlerindeki egemen sınıfların, tenekeden düşünsel kutulara tıkıştırılmış politika yapıcıların ve onların Türkiye de dahil sayısız uydu köylerindeki işbirlikçilerin bunu fark etmeleri için Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması gerekti. “Rusya’ya karşı bütün dünya” diye yola çıkan Batı emperyalizmi günün sonunda çevresinin pek de kalabalık olmadığının ayırdına vardı.  

Asya’nın birçok ülkesi daha en baştan yaptırımlar ve Rusya’ya tavır koyma konusunda Washington ve Londra’nın coşkusunu paylaşmadıklarını ortaya koydular. Hatta bu konuda balataları hafif sıyıran dönemin Pakistan Başbakanı İmran Han, savaşın başladığı gün Moskova’ya inince koltuğundan da oldu. Burada bir parantez açmak zorundayım. İmran Han denen manipülatör kriketçi eskisi çok matah bir adamdı da gidince badem gözlü oldu kabilinden yorumları en diplomatik deyimle ölçüsüz buluyorum. Anti-emperyalist filan gibi anlamsız övgülere mazhar olan İmran Han da yerine gelen Şahbaz Şerif gibi siyasal İslamcı ve emekçi düşmanıydı. Çekip gitmesi ABD’nin üstün katkılarıyla 1970’lerin sonundan itibaren en paçozundan islamcılaştırılan ve bu sayede mükemmel bir “failed state” örneği haline gelen Pakistan’ın emekçilerine hiçbir şey kaybettirmedi, geri gelmesi de kazandırmayacak. Parantezi kapatalım. 

Çin zaten beklendiği gibi Rusya’nın karşısında tutum almadığı gibi, gerçek düşmanını teşhis etmiş olmanın sağladığı ferasetle Batı’dan gelen gürültüye hiç kulak asmadı. Çin’in bu tavrı bir çok Asya ülkesini de rahatlattı. Bu arada merak edilen Hindistan’ın ne yapacağıydı ki, pragmatizm ve oportünizm konusunda üniversitelerde ders verebilecek seviyeye sahip olan Başbakan Modi de Washington’un gönderdiği kayığa binmedi ve Rusya’dan petrol alımlarını artırarak yoluna devam etti. 

Tarihleri boyunca ABD’nin “demokratik” reflekslerinden epeyce çekmiş olan Orta ve Güney Amerika Devletleri’nin tepkileri de ortalama olarak “saldırıya uğrayan halka destek” ve “saldıran tarafı biraz ayıplama” çizgisini pek aşmadı. Bu ülkelerin içindeki en sağcı liderler dahi “Toplanalım da Putin’i kahredelim!” gibi bir tutum benimsemediler. 

Belki başlangıçta kimse merak etmiyor ve önem atfetmiyordu ama Afrika ülkelerinin çoğu da Batı’nın “bütün dünya”sına dahil olmadıklarını ortaya koyan bir tavır sergilediler. Kıtanın en forslu ülkelerinden Senegal’in Devlet Başkanı Macky Sall, Haziran ayı başında Moskova’yı Afrika Birliği’nin dönem başkanı sıfatıyla ziyaret etti. Sall’in derdi, haklı olarak, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, NATO’nun genişle(me)mesi filan değil savaş ve ticari yaptırımlar sonucu yükselme eğilimine giren emtia fiyatlarıydı. 

Ayrı bir kıta olmamasına karşın birçok konuda dünyanın ayrı bir bölgesiymiş muamelesi gören Orta Doğu, özellikle de Körfez ülkeleri ise bu krizde beni ve muhtemelen herkesi şaşırtan bir tavır sergilediler. Savaşın daha ikinci ayında “işin uzaması” halinde Rusya’dan gelmeyebilecek doğalgaza alternatif arayışına çıkan Almanya’nın ilk durağı Katar’dı. Alman Enerji Bakanı’nın Katar’dan “Bizimki anca bize yeter, ileride inşallah!” kabilinden bir yanıt aldığını meraklıları hatırlayacaklardır. 

Suudi Arabistan Rusya’ya yönelik herhangi bir yaptırıma yanaşmadığı gibi, petrol arzını artırmaya niyeti bulunmadığını defalarca vurguladı. Birleşik Arap Emirlikleri, tıpkı başkenti Orta Anadolu dolaylarında bulunan ama ismini vermeyi gerekli görmediğim bir başka ülke gibi, yaptırımlara tabi tutulan Rus kapitalistlerinin servetine ve yatlarına kucak açmakta bir sakınca görmedi. 

ABD Donanması Yedinci Filo Bandosu - When the Saints Go Marching In

İşte Biden’ın, ABD Donanması Yedinci Filo Bandosu’nun icra ettiği “When the Saints Go Marchin In” ezgisi (lütfen olanağınız varsa yazının bu kısmını bu müzik eşliğinde okuyun) tadında gerçekleştirdiği Körfez ziyareti böyle bir arka planda başladı.  

Ziyaretin haberi geldiğinde benim aklımdaki senaryo ABD’nin, göksel görünümlü iktidarlarını aslında emperyalizme borçlu Körfez emirlerine öncelikle Rusya’ya karşı başlattığı “Haçlı Seferi”nde neden yalnız bırakıldığı sorusunu yönelteceği ve biraz da sert bir üslupla yaptırımları güçlendirecek adımlar talep edeceği şeklindeydi. 

Ne var ki, ABD’nden ayrılırken eli kanlı Veliaht Prens’ten işlediği vahşi cinayetin ve diğer emirlerden de izledikleri ABD çıkarlarına yeterince uyumlu olmayan politikaların hesabını soracakmış izlenimi veren “Baş Demokrasi Müdafii” Gazi Joe Biden’ın, ziyaret sonunda bu alanlarda hiçbir ilerleme kaydedemeden geri döndüğü anlaşılıyor.  

Suudi Yönetimi, Kaşıkçı cinayetinden dolayı göstermelik de olsa bir pişmanlık belirtisi göstermek veya Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmak bir yana, Putin rejiminin ömrünü uzattığı artık açık olan petrol fiyatlarını biraz olsun düşürebilmeye hizmet edecek üretim ve arz artırma talebine bile olumlu yanıt vermediği açık.  

Biden’ın Körfez’de yaşadığı tatsız sürprizi, ileri yaşı ve birtakım rahatsızlıkları sebebiyle yetenekleri sınırlanmış ve bunama eşiğindeki bir liderin beceriksizliğine indirgemek yanıltıcı olacaktır. Görünen o ki, ABD Emperyalizmi ve onun kuyruğuna takılanlar, SSCB’nin yıkılmasının ardından “köpeksiz köyde ilanihaye değneksiz gezebilecekleri” yanılgısıyla körleşmiş ve dünyayı doğru okuyamaz hale gelmişlerdir.  

Dünya kaçtan büyüktür bilemem ama büyük olduğu kesindir. Bu büyük, karışık ve karmaşık gezegende kısa, uzun ve orta vadeli planlar yapabilirsiniz. Bu planları hayata geçirmek için yeryüzünün en güçlü askeri endüstrisini, en kalabalık ve/veya donanımlı ordusunu, vuruş gücü en yüksek hava kuvvetini, en çok parçalı ve teknolojik donanmasını, en “zengin ve kudretli” Merkez Bankasını, en parlak beyinli akademisyenlerini kullanabilir ama yine de yarı yolda kalabilirsiniz.  

Ya da dünyanın en üretken ve güçlü ekonomilerinden biri olduğunu herkesin kabul ettiği ve 40 yıldır çevre ahkamı kesen Yeşillerin iktidar ortağı olduğu Almanya gibi, karşılaştığınız ilk ciddi enerji sıkıntısında vatandaşlarınıza ısınmak için odun ve kömür yakmayı tavsiye edecek duruma düşebilirsiniz. 

Savaş başlarken benim de çeşitli ortamlarda dile getirdiğim bir önsezim vardı. Savaşın “demokrasiler ve otokratik rejimler”, ABD ile Rusya veya Çin arasında olduğu kadar ABD ekonomisi ile Avrupa ekonomisi arasında da yaşanacağını ve ilk düşenin Rusya olmayacağını düşünüyordum.  

Avro’nun ABD Doları karşısındaki değer kaybı ve Deutsche Bank’ın “gaz bulamazsanız, odun yakın” önerisinin ortaya koyduğu manzara bize tam da bunu anlatıyor bana sorarsanız.