'İnsanlık nasıl ilerleyebilmek için dev Roma makinesini paramparça ettiyse, Avrupa’nın insan öğüten makinesini de paramparça etmek zorunda.'

Belarus-Polonya sınırında: Avrupalılar ve Barbarlar

“Roma dünyası; fetih savaşları, köle emeği, kanlı oyunları ve çarmıha gerdiği kişilerle korkunç bir dünya gibi görünebilir. Ya da şehir planlamacılığı, inşaat mühendisliği, hamamları, mozaik kaplamaları ve Latin edebiyatı düşünülürse, insanlığın kültürel kazanımlarının zirvesi olduğu da söylenebilir. Bunlardan hangisi daha ağır basar? Kanlı fatih Roma mı, yoksa büyük uygarlaştırıcı Roma mı? Roma’nın tarihsel örneğine hayıflanmalı mı, yoksa belki de taklit etmeye çalışarak hayranlık mı duymalıyız?” (Faulkner, 2017: 11).1

Roma’yı nasıl tanıyoruz? Bu soruyu sadece Roma’ya indirgemeden, kendimize yöneltmek zorundayız. Dünü, bugünü ve tüm bu zamanı algılama biçimimize göre yarını nasıl yorumluyor veya tanımlıyoruz. Tarihçi Nail Faulkner’ın ayak izlerine basarak, Roma İmparatorluğu’nun bir karikatürüne dönüşen Avrupa Birliği’nin gerçekte neye benzediğini anlamaya çalışacağız. Roma’yı Hollywood’un gözlükleriyle fantastik, kanlı ve heyecan verici bir tüketim nesnesi olarak değerlendiriyoruz. Kültür Endüstrisi’nin tüketime zamanlanmış bireyleri, bu yüzden tarihi gerçeklerden kopuk, bugünün fantezi dünyasının içine hapsedilmiştir. Roma’nın bu endüstriye vereceği çok fazla hikâye olduğu kesin. Hiçbir endüstri üreticisi, Romalı General Marcus Antonius ve Mısır Kraliçesi Cleopatra’nın aşkını görmezden gelemez. Demek ki tarihe, sömürücü sınıfların hayranlıkla öykündükleri perspektiften bakıyor ve acılarla dolu bu kanlı tarihi ‘uygarlık’ başlığı altında idealleştiriyoruz. Emirlere itaat eden köleler, aslanların önüne yem olarak atılan gladyatörler; hepsi bugünün Avrupa’sının hayran olduğu medeniyet ölçülerinden. Birebir aynı olmasa da yarattıkları kitle kültürü sayesinde, insanları kitle denen o aslanın önüne acımadan attıklarını söyleyebiliriz.

Bu köşede defalarca belittim ve belirtmeye devam edeceğim. Avrupa, Roma İmparatorluğu histerisi yaşıyor. Belarus-Polonya sınırında gerçekleşenler, kanlı bir geleceğin habercisi. Avrupa’nın sınırlarında yıllardır büyük bir trajedi yaşanıyor. Kuzey Afrika, Türkiye ve Doğu Avrupa hattında önüne geçilemeyen bir mülteci akını var. Akdeniz’i çağımızın sessiz toplama kamplarına benzetirken kesinlikle abartmıyordum.

Roma, sömürdüğü halkları kendi kültürüyle efsunlamayı deneyen ilk büyük imparatorluktu (bu yüzden sürekli olarak günümüzün emperyalist düzenine benzetilir). Buradaki efsun kavramını Adorno’dan alıyorum. Okuyucu bunu doğrudan ‘ideoloji’ olarak algılamalı. Avrupa medyası, Avrupa emperyalizminin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürdüğü coğrafyalara ‘AB’yi büyük uygarlaştırıcı’ olarak pazarlıyor. Büyük uygarlaştırıcının sinema yıldızları, şarkıcıları ve kendisini tüm dünyanın üzerinde konumlandırdığı toprakları ve tüm halkların bir papağan gibi taklit etmesini istediği uygar bir dili var. İngiltere, geçmişin bir karikatürü olan AB’yi terk ettiğinde, Fransızlar hemen atağa kalkmış ve Fransızcanın tüm resmi AB yazışmalarında geçerli tek dil sayılmasını önermişti. Madem Roma İmparatorluğunu yeniden diriltmekle kafayı bozmuş durumdalar, elbette ki dirilen Roma acı bir komediye yani karikatüre dönüşme kaderinden kaçamaz. Dev kültür makinesi hepimizi uygarlaştıran Avrupa ile zihinlerimizi yıkarken, Belarus-Polonya hattında küçük çocukların bedeni jiletli sınır telleriyle ve açlıkla sınanıyordu.

Olaylara nereden baktığınıza bağlı olarak gerçekler çabucak değişiveriyor. Roma, dahiyane kanalizasyon hatlarıyla hepimizi büyülemeye devam ediyor. Arada sırada tatsız nümayişler, itiş kakışlar olsa da hatta Generallerimiz Latinceyi ve uygarlığımızı korumak için barbarca bir şiddet uygulasa da çoktan Togalarını giymiş olan Türkler için bunun hiçbir önemi yok. Sömürgeleştirilen bölgelerin kaderini gecikmelide olsa, bizler de paylaşıyoruz. Uygarlaştırıcı Avrupa, Türkiye’yi hızla uygarlaştırıyor, Türkçe yerini yarı İngilizce bir sömürge diline bırakıyor; herkes güneşe yüzünü dönmüş ayçiçeği gibi AB’ye dönüyor. Neden dönmesin? Demokrasi ve İnsan Hakları onlardan soruluyor. “Kısa bir süre sonra, Tacitus’un söylediği gibi, Britonlar toga giyiyor ve revaklar, hamamlar ve şölenler sayesinde ahlak bozukluğuna giden yola ilk adımlarını atıyorlardı. Tacitus, bunu özlü bir cümleyle özetliyor: Buna cehaletleriyle ‘uygarlık’ diyorlardı ama gerçekte köleliklerini bir parçasıydı” (Beard, 2018: 494).2 Yoksullaştırılan ve kültürel olarak tüketilen halklar benliklerini yitiriyorlar, buna bağlı olarak gerçekte köleliklerinin bir parçası olan şeyi uygarlığın biricik alametifarikası olarak görüyorlar.

İngiltere Başbakanı Boris Jonhson, dünyayı kurtaracaklarını iddia ettikleri iklim zirvesinde yine çarpıcı açıklamalarda bulundu. Johnson dürüst adam, AB liderlerinin gizli ajandalarını öylece ekran karşısında söyleyiveriyor. İngiltere Başbakanı, Avrupa’ya göçü Roma İmparatorluğu’nun çöküş dönemine benzeterek ‘ne pahasına olursa olsun barbarları topraklarımızdan uzak tutmak ve sınırlarımızı korumak zorundayız’ dedi. Dünya’nın yaşananlara baş aşağı bakıyor olması çok rahatsız edici. Çünkü, barbar dedikleri insanların topraklarına izinsiz olarak önce onlar ayak bastı. ABD ve AB’nin dünya üzerindeki her emperyalist eylemi insanları yurtlarından etti. Öyleyse bugün olanlara İrlandalı perspektifinden bakalım. Yüzyıllar önce, İngiliz sömürgesi altında çoluk çocuk demeden dehşetengiz bir açlıkla soykırıma uğratılan İrlandalıların ülkelerinde kalmak gibi bir seçenekleri yoktu. Hiç kimse İrlandalıların kraliyete direnmediğini iddia edemez. Zaten göç etseler bile göç ettikleri yerde özgür bir İrlanda hayalini yaşatmaya devam ettiler. Öyleyse bugün de çok farklı bir denklem söz konusu değil. Ülkeleri işgal edilen Libya, Irak, Suriye gibi ülkelerin insanlarının çocuklarını yaşatabilmek için çok az seçeneği var. Doğrudan açık bir işgalin olmadığı Türkiye’ye bakalım. Sosyal savaşın geldiği boyutlar öyle bir noktaya ulaştı ki göç eğilimi artmış durumda. Gözlerimizi bu gerçeğe kapatarak, yokmuş gibi davranarak hareket edemeyiz. Eski imparatorluk düşleriyle yola çıkanlar ve dincilik-milliyetçilik zehriyle kendini kaybetmiş kitleleri peşinden sürükleyenler, şimdi bu kitleleri yeniden çıkışı olmayan bir yola sokmaya çalışıyor. Türkiye’den İrlanda’ya göç etmek isteyenler büyük bir yığılmaya sebep olmuş. Ankara’daki konsolosluk işin içinden çıkamamış ve başvuruların bir bölümü İzmir’e kaydırılmış. Dedikodulara göre dil okullarının kapasitesi dolmuş ve Türkiye’den bir süre öğrenci kabul edilemeyecekmiş. Tüm bunlar tartışmasız bir çöküşe işarettir. İnanmamakta ısrarcıysanız, burnunuzun ucunda acımasızca katledilen ve ülkelerinden sürülen insanların trajedisine bakın. Avrupa’ya baka baka komşunuzda olanları göremediniz ve Avrupalı-Romalı generallerin bu ülkeleri işgal etmelerine göz yumdunuz. Neticede kaçınılmaz sona doğru hızla ilerliyoruz.

İmparator Augustus, Roma’nın gördüğü en kudretli imparatorlardan biriydi.3 Ondan sonra gelen imparatorlar Augustus adını bir unvan olarak kullanmaya başladı. Augustus dönemi, sanıldığının aksine sonsuz bir kudreti-gücü temsil etmiyordu. İmparator Hadrianus’a kadar imparatorlar Roma’nın genişlemesi için canla başla mücadele etseler de Roma’nın artık durması ve sınırlarını koruması gerektiğini anlayan ilk kişi Hadrianus olmuştur. Hadrianus, esasında Roma’nın çöküşünü görmüştür. Çöküşü Augustus’ta görmüş ve bunu kabullenmek istememiş olabilir. Başka türlü kafasını kapılara vurmasını açıklayamıyorum. Bugün, Boris Johnson’da Avrupa’nın olası çöküşünü görebildiğini söylüyor olabilir. Johnson’un kategorik olarak aptal olduğunu iddia etmek bizi büyük bir yanılgıya iter. Örneğin: Agustus’u çok akıllı sansak da o kadar akıllı biri olmayabilir. Bu tür ön yargıların mantıklı düşünebilme yetimize herhangi bir katkısı yok.

Netflix’in yapımcılığını üstlendiği Barbarlar (Barbarians) dizisi, Roma tarihindeki en önemli kırılmalardan biri olan Teutoburg Ormanı Savaşı'nı konu edinir. Dizinin içeriğine girmeyecek ve bu yazıyı uzun bir alıntıyla bitireceğim. Şimdi, dünya yeni bir Teutoburg Ormanı karşılaşmasına doğru hızla ilerliyor. Sınırların ötesinde ya da sınırların içinde Romalı-Avrupa artık gerçekten insanlara büyülü bir dünya vaat edemiyor. Yoksullar, ülkeleri işgal edilen ve yağmalanan insanlar gelecekleri için keskin bir yol ayrımında. Kesin olan tek şey, insanlık nasıl ilerleyebilmek için dev Roma makinesini paramparça ettiyse, Avrupa’nın insan öğüten makinesini de paramparça etmek zorunda.

“Augustus, nihai çöküşüne yaklaştıkça nemesis gelip çattı. MS 6 yılında, MÖ 12-9 yılları arasında Tiberius’un kudreti karşısında ezilen ve sonra askeri taleplerle kötürüm bırakılan Pannonialılar ayaklandılar. MÖ 35-35 yıllarında fethedilen Illyricum sakinleri hemen onlara katıldı. İşgal Kuvvetleri temizlendi ve İtalya istilayla tehdit edildi. Germania’daki birliklerin geri getirilmesi gerekiyordu ve ancak Roma’nın gücü 100.000 kişiye ulaştığında imparatorluk için saldırıya geçmek mümkün hale geldi. Balkanlar’daki isyan MS 9 yılına gelindiğinde bastırılmış olsa da, bunu başarmak için gerekli olan Germania’daki garnizonun zayıflatılmasının sonuçları ölümcül oldu. Balkan Savaşı sırasında Drusus’un yerini Germania’daki Tiberius’la değiştirmek için Augustus, ülkeye ilişkin hiçbir tecrübesi bulunmayan ve imparatorluğun kontrolünü kısa süre önce fethedilmiş bölge sakinlerine vergilendirme ve Roma hukuku dayatarak pekiştirmeye kalkan Publius Quintilus Varus’u atadı. Cherusci kabilesinin Roma ordusunda yedek asker olarak hizmet etmiş ve eques statüsüyle Roma yurttaşlığı ihsan edilmiş Arminius isimli genç şefi isyana liderlik etmesi için seçildi. Varus ve üç lejyonu, Alman kabile savaşçılarından oluşan bir ordu tarafından pusuya düşürülüp yok edilecekleri Teutoburg Ormanı’na daldı. Roma imparatorluk ordusunun yüzde 10’una denk gelen 25.000 asker komutanlarıyla birlikte can vererek imparatorluğun sınır savunmasında büyük bir delik açılmasına neden oldu. Bu MÖ 53’teki Carrhae’dan bu yana Roma’nın aldığı en kötü mağlubiyeti ve MÖ 105’teki Arausio’dan beri Kuzeyli barbarların elinde tattığı en acı yenilgiydi. Rejim aniden korkunç derecede kırılganlaşmış gibi göründü. Haberler Roma’ya ulaştığında, Preator Muhafızlarına herhangi bir darbe girişimine karşı önlem olarak sokaklara çıkmaları emredildi. İmparatorluğun sadakatini kanıtlamış kimselerin ellerinde kalması için eyalet valileri görevlerinin başında bırakıldı. İlahi öfkeyi dindirmek ve ayaktakımının dikkatini dağıtmak için luppiter adına özel oyunlar düzenlendi. “Aslında”, diye anlatır Suetonius, Augustus biyografisinde, “felaketi kalbinin o kadar derinlerinde hissetmişti ki, aylarca sakalını ve bıyığını kestirmedi ve sık sık ‘Quintilius Verus, bana lejyonlarımı geri ver!’ diye bağırarak kafasını bir kapıya vurduğu ve her zaman bu olayın yıldönümünü derin bir yas günü olarak andığı söylenirdi” (Faulkner, 2017: 211-212).

  • 1. Faulkner, Neil (2017). Roma Kartalların İmparatorluğu. Çev: Çağdaş Sümer. İstanbul: Yordam Kitap.
  • 2. Beard, Mary (2018). S.P.Q.R. Çev: İrem Sağlamer. İstanbul: Pegasus Yayıncılık.
AYRICA: Yeni Gelen Dergisi Nisan 2021 ‘Antik Roma’dan Frankfurt Okulu’na İmparatorluğun Çözülüşü’/BKNZ.
  • 3. İmparator Caesar Augustus, Roma’nın ilk İmparatoruydu (Y.N).