"İktidar hedefi altı ve üstüyle, cansızı ve canlısıyla yeryüzünün ve insanın eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş yaşamının bugün ve gelecekteki tüm ihtiyaçlarını kapsıyor"

Beklemeye oturarak değil ayağa kalkarak

“Seçim” sözcüğünü duya duya yoruldu insanlar. Yoruldu demek de doğru değil, zaten aşırı yorgunlar. Yoksulluktan, işsizlikten, pahalılıktan, faturalardan, kiralardan, hukuka sığmayan suçlamalardan, baskılardan, kandırmacalardan, hakaretlerden, küfürlerden… Yorgunluklarını hissedemeyecek kadar yorgunlar.

İçinde emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarının, ekonomilerinin olmadığı altılı masa paketinin bu haftaki gündemi seçim güvenliği. Seçimi beklemeye oturttular, şimdi de seçim güvenliğini, daha da daraltarak sandık güvenliğini beklemeye oturtuyorlar.

Zaten adaletsiz olan seçim sistemi ve hukuku dururken, asıl olarak da bu seçim sisteminin yansıdığı eşitsizlik düzeni dururken ne işe yarayacak sandık güvenliği?

Uzun uzun anlatmaya gerek yok; sömürülenlerin genel oy hakkını çalmak ve bunu güvence altına almak için beklemeye oturtmak bunun adı. Oy, daha sandığa girmeden, seçim başlamadan, yaşamın tüm dilimlerinde çalınıyor. Sömürüyle, sömürücü düzene rıza baskısıyla çalınıyor. Asıl çalınansa emek ve yaşam hakkı.

“Düzenin devleti, hukuku ve adaleti(!) AKP döneminde, AKP döneminde dahi değil son döneminde ortaya çıkan düzen içi sapmalardan, keyfiliklerden kurtarılacak ama kapitalizm devam edecek, sömürü devam edecek, düzene dokunulmayacak; dinsellik ve milliyetçilik soslu düzen istikrarla sürdürülecek” diyor muhalefet. İktidar da “ben hâlâ ayaktayım, sermaye sınıfı benimle mutlu” diyor. Özet kısaca bu.

Düzen içi siyasetle, medyayla, şükürle, milliyetçilikle ve de hemen her alandaki baskı ve şiddetle büyük kuşatma sürdürülüyor. Yalnızca devlet ve onun içinde siyasal iktidar değil, düzen içi siyaset de çok yönlü kuşatmanın tarafı.

“Güçlendirilmiş parlamenter rejim, hukuk devleti, siyasi etik, yeni anayasa, hak ve özgürlükler, seçim, sandık güvenliği, demokrasi” büyük kuşatmanın araçlarından bazıları. Tabii dinsellikle kuşatmayı, 2010’lardan sonra hızlanan laikliğin din özgürlüğü altında yok edilme hedefini de unutmadan.

Sosyal medya dahil medya kuşatmasına ayrı başlık açmak ve geniş yer ayırmak gerekiyor. Burada bir gençlik anısı ekleyeyim. 1969 yazıydı. Lise birinci sınıfı okuduğum Giresun’dan babamın tayini nedeniyle Ankara’ya geldik. Giresun’daki TÖS’lü öğretmenlerim Ankara’da iki öğretmen ismi vermişler, bir de “Türkiye’de değil ama dönünce Yalçın Küçük’le de tanış” demişlerdi. Lise son sınıftayken, tarihini anımsamıyorum, Yalçın Hoca’nın bir konferans afişini gördüm. İki arkadaş dinlemeye gittik.

Konuşmasının bir bölümünü medyaya ayırmıştı ve Türkiye’de halkın geç tanıştığı televizyonun sihirlerinden söz etti. Özetle şöyle demişti: Aman çocuklar bu televizyon denilen sihirli kutudan uzak durun. Sizi, halkı öyle kuşatacak ki tutsağı olursanız ne düşünebilirsiniz, ne okuyabilirsiniz, ne de sınıf savaşımı verebilirsiniz.

Yıllarca biri büyük dört kutuyu düşündüğümde Hoca'nın söyledikleri aklıma gelir. Büyük olanı evler, diğerleri televizyon, telefon ve seçim sandığı…

Eylemsizliğin, suskunluğun, tutsaklığın, ayağa kalkamamanın, yürüyememenin, direnememenin, okuyamamanın, insanlık için düşünememenin ve savaşamamanın, aydınlanmayı karanlığa teslim etmenin, akılların gölgelenmesinin, doğadan kopmanın, sömürüye rızanın, diyalektikle buluşamamanın, eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş topluma kavuşamamanın, gerçek adaletle tanışamamanın, sınıfsallığı ve örgütlenmeyi unutmanın, “sevdalınız” gibi “komünist” olamamanın, daha nice doğa ve insanlık değerlerinin sömürünün ve sömürücülerin kuşatması altında yönlendirildiği; halkın etkenliği unutturularak edilgenlik havuzunda yaşamaya zorlandığı açık, net.

Bu sömürü batağını ve çözüm diye önerdikleri çatlak sıvamalarını, karşılıklı TÜSİAD ziyaretlerini “özgürlük, demokrasi” diyerek aynı kuşatmanın yanılsamaları olarak yutturuyorlar.

Kuşatma yalnızca düzen içi yanılsamaları dayatmakla, uzlaşmaz çelişkileri uzlaşır göstermekle yapılmıyor. Hem komünizm düşmanlığıyla hem de “onlar devrimi beklemekten başka bir şey yapamaz” kara çalmasıyla sürdürülüyor.

Emekçilerin öncü partiyle birlikte sosyalist devrim savaşımı yalnızca ideolojik ve siyasal bağdaşlıkla, örgütlenme ve örgütlü yaşam kültürüyle, kağıda yazılanlarla sürmüyor. Somut ilişki ve analizlerle, emekçilerin canlı iktidar hedefiyle sürüyor.

İktidar hedefi altı ve üstüyle, cansızı ve canlısıyla yeryüzünün ve insanın eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş yaşamının bugün ve gelecekteki tüm ihtiyaçlarını kapsıyor: Beklemeye oturtanlara karşı hızlı ve devrimci müdahaleyle… Bugün iktidar olunacak gibi sosyalist program, planlama ve uygulamayla… Emekçilerin karar, yönetim ve denetim organizasyonuyla… Kurtuluşa kuruluşla anlam kazandırarak, sosyalist kuruculuğu elzem kılarak…