'İlericiliğini çoktan yitirmiş bir sınıf olarak burjuvazinin terk ettiği o talepler emekçi sınıflar açısından önem taşıdıkları için, mücadele gündemlerinin içinde tutulur.'

Başarının önünde engel yok

Önce “… bir engel görünmüyor” diye yazmıştım. Sonra, bu anlatımdaki kuşkuculuğun rahatsız edici bir tonda olduğunu düşünerek, başkaları için değil sadece, kendim okuduğumda da öyle olduğunu fark ederek, değiştirdim. Engel yok, gerçekten. En azından, aşılmaz bir engel yok. Başarabiliriz.

Neyi başarabiliriz peki?

Şunu: Bizim ülkemizin kökü belli ve o köküne sadık kalmış devrimcileri birlikte yol yürümeyi başarabilirler. Birlikte yol yürümek sözleriyle, biraz yürüyüp, bir süre sonra “evli evine köylü köyüne” diyerek yollarını ayırmayı anlatmak istemiyorum. Öylesinin de, eh o arada işe yarar bazı sonuçlar elde edilmişse, büsbütün bir kenara atılması doğru olmayabilir. Ama benim kast ettiğim, devrim dediğimiz yeryüzü cennetine kadar birlikte yürümek. Asıl birlikte yürüyüş odur.

Böyle der demez, iki soru ya da itirazın geleceğinin farkındayım; çünkü, kendimden biliyorum. Başkasının yazdığı böyle bir yazıyı okuyor olsaydım, tam da bu noktada itiraz ederdim.

Birinci itiraz şuradan kaynaklanıyor: Bizim öyle cennetle mennetle işimiz olamaz. Biz yeryüzünde bir cennet yaratmak peşinde ya da iddiasında değiliz. Bu “yeryüzü cenneti” benzeri metaforlara zaman zaman başvurmamız, halkımızın yüzyılların birikimi kötücül olmayan inanışlarına hak vermek ve saygı göstermekle birlikte, o inanışların kışkırtılıp büsbütün yerleşmesine yol açacak kolaycılıklardan uzak durmamız gerektiğini unutturmamalıdır.

İkincisi ve daha önemlisi, neye benzettiğimizin önemine değindiğim devrimin, kimin devrimi olduğu, dolayısıyla neyi amaçladığıdır; bunun olabildiğince netleştirilmesi ve üzerinde birleşilmesi gerekir. İçinde bulunduğumuz çağda bunun adı sosyalist devrimdir ve emekçi sınıfların bir eşitlik ve özgürlük toplumu kurmak üzere siyasal iktidarı ele geçirmeleri demektir. Bu bakımdan bir açık seçiklik sağlanmışsa, sorun yok demektir. Şöyle düzeltebiliriz: Açıklıkla ilgili bazı sorunlar varlığını sürdürse de kısa zamanda aşılabilir niteliktedir.

Burada itiraza da bir itiraz, dolayısıyla itirazlarda bir tür aşırılık, tuhaflık ortaya çıkabilir. Böyle tartışmaların geride kaldığı, geride bırakılmasının gerektiği, bugünün reel politikasına aykırı düştüğü, halkın gerçek hayatını etkileyip alt üst eden maddi koşulların dayattığı mücadeleyle bağlarının kolayca görülebilir olmadığı yolunda eleştiriler yöneltilebilir. Bu eleştirilerin, tartışılmaya değer olmakla birlikte, yukarıda belirtilen içeriklerinin geçerli ya da doğru olmadığı kanısındayım. Bir zamanlar çok tartıştığımız, tartışırken kafa göz yardığımız bu konuların gündem dışı kaldığını söylemek, devrimin gündem dışına düştüğünü söylemekle hemen hemen aynı anlama gelir. Bu da siyasal iktidarı ele geçirme sorunu olarak devrimin güncelliğini yitirdiği demektir ki, eğer öyleyse, siyaset bir çalışma ve mücadele alanı olmaktan çıkmıştır. Gereken açıklık bu düzeydedir.

Bu açıklığın beklenebilir sonucu olacak eylemsiz bir hayatın sürdürülemezliğini bence haklı olarak düşünenler için başka alanlar vardır. Oralardaki anlam arayışları çıkışsız görünürse de kozmosta bireyin yeri ve önemi üzerinde yeterli uzunlukta bir düşünme sürecinin sonunda yapılabilecek olan bellidir; kuşkusuz kolay değildir, ama bellidir. Biraz tutarlılık, bir parça da cesaret yetebilir.

Yazının oldukça karamsar bir noktaya ulaştığının farkındayım. Oysa devrimden, devrimi amaçlayan bir ortak yürüyüşten söz ederek başlamıştık. Akılyürütme ya da usavurma dediğimiz zihinsel işlemi gerçekleştirirken bu tür durumlarla karşılaşmak çok şaşırtıcı değildir. Birçok olasılığı irdelemeye giriştikçe, başlangıçta iyimserlik ağır bastığı halde, bir de bakarsın basbayağı kötümser sonuçlara varmışsın. Karamsarlık üreten olasılıkları bir yana bırakıp başladığımız yerden devam edelim.

Şu ya da bu erimde ülkemizde bir sosyalist devrimi mümkün ve muhtemel gören, benim öyle olduğunu sandığım, partilerle örgütlerin şunun şurasında bir ay kalmış seçimler dolayısıyla açıkladıkları bildirgelere baktığımızda yapılabilen saptamalardan biri şu: İvedilik taşıyanlar arasında dile getirilenlerin önemli bir bölümü, tarihsel olarak, burjuva demokratik devrimlerinin öne sürdükleri arasında yer almış talep ve iddialardan oluşuyor.

“Tarihsel olarak” derken anlatmak istediğim, bunların, tarihteki burjuvazinin adına yazılmış devrimlerin gündeminde bulunmuş ve en azından bazıları hayata geçirilmiş ilerlemeler ya da reformlar olduğu. Öyle olması, onların eskimiş, güncelliğini yitirmiş, emekçi yığınların gündeminden düşmüş taleplere dönüştüğünü göstermiyor. Tam tersine, bunların güncelliğinde hiçbir eksilme yok; çünkü, burjuvazinin kendi devrimini gerçekleştirirken bayraklaştırdığı taleplerini, yaşadığımız günlerde çok işiteceğimiz sözcükle, “vaatlerini” unutmaktan, unutmanın ötesinde, karşıtını yapmaktan çekinmediğini, hatta bunu bir davranış biçimine dönüştürdüğünü çok iyi biliyoruz artık. Bu alışkanlığın onun çok uzun sürmüş egemenliğini daha da uzatmasının başlıca araçlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı örneklerden söz etmek yeterli olabilir. Laiklik Anayasanın değiştirilemez ilkeleri arasındadır hâlâ, ama en çok delinen de yine bu sözde ilkedir. Halkın karar süreçlerine katılmak şurda dursun, söz söyleme özgürlüğünün bile kalmadığı ortadadır. Sendikalaşma özgürlüğü ve bununla bağlantılı haklar kullanılamaz duruma getirilmiştir. Kadın hakları denildiğinde ilk akla gelen, kadınların şiddetten korunmaları ve hayatta kalabilmeleri olmakta; bu arada, üstünlüğüne kutsallık yakıştırılmış cinsin bir iki sözlü uyarısından sonra gelecek sillelerinin şiddet kapsamı dışında bırakılması hatırı sayılır bir eğilim oluşturmaktadır. Burjuva devrimlerinin ve onların ürünü olan demokrasilerin ulaşmış bulunduğu son aşama, ülkemizdeki görünümüyle, budur. Dolayısıyla, sosyalistlerle örgütlerinin bu başlıklara mücadele hedefleri arasında yer vermeleri çok doğal karşılanmalıdır.

Ancak, bu alanlardaki kazanımlar ne emekçi sınıfların kurtuluşunu sağlayabilir, ne de kapitalizm varlığını sürdürdükçe kalıcı olarak gerçekleşebilir. Yine de, ilericiliğini çoktan yitirmiş bir sınıf olarak burjuvazinin terk ettiği o talepler emekçi sınıflar açısından önem taşıdıkları için, mücadele gündemlerinin içinde tutulur. Burjuvazi toplumun egemen sınıfı konumuna gelinceye kadar ve geldikten sonra, yaptıklarının toplumun/halkın/ulusun tümünün çıkarına olduğunu savunur, bunu anlatmaya ve kabul ettirmeye çalışır. Yinelemekten çekinmeden sürdürürsek, buna karşılık ya da bununla birlikte, yapacaklarına sıra gelince, sıkça kullanılan sözcükle vaatler konusunda ise, bizim dilimizde yaygınlaşmış bir deyimle, bol keseden atmaktan hiç çekinmez; çünkü, değişik eğilimlere bağlı olarak bazı farklılıklar göstermekle birlikte, bu sınıfın ve politikacılarının tümü için vaatlerini unutmak çok kolayca başvurulan bir tutumdur.

Burjuva sınıfının çark ettiği ya da hiç yanaşmayıp büsbütün unutarak gündemden düşürdüğü reformlara yaklaşım konusunda, hâlâ aşılamamış sosyalist devrim öğretisine imzasını atmış olan Lenin’in, benim bilgilerime göre tümüyle dilimize çevrilmemiş bir yazısına başvuracağım. Yazının tarihi Ekim 1921, “Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü” başlığını taşıyor; ilgi duyan ve imkânı olan bakabilir diye eklersek, Toplu Eserler’in İngilizce basımının otuz üçüncü cildinde yer alıyor:

“Biz burjuva-demokratik devrimin sorunlarını, geçerken, asıl ve gerçekten proleter-devrimci, sosyalist eylemlerimizin bir ‘yan ürünü’ olarak çözdük. Her zaman, reformların, devrimci sınıf mücadelesinin bir yan ürünü olduğunu söyledik. Burjuva- demokratik reformların proleter, bu demektir ki, sosyalist devrimin bir yan ürünü olduğunu da söyledik ve eylemlerimizle kanıtladık.”

Yazıyı bitirdim. Ama şöyle bir sorunla karşı karşıya kalabilirim: Adama bak yaa, memleket tarihinin en kritik seçimine yaklaşıyor, o hâlâ Lenin menin diye eski havaları tutturmuş gidiyor, diyenler çıkabilir.

Olsun varsın. Onca laf salatasının, atıp tutmanın, din iman ve şan şöhret yarıştırmanın arasında Lenin menine de kulak verenler bulunur elbet!