Türkiye’nin huzura kavuşabilmesi için Türkiye’nin bölgesine barış getirmesi gerektiğini, barış içinse dönemin ruhundan zenginleşenlerin huzurunu kaçırmak gerektiğini…

Barış, huzur, istikrar

Barış, huzur, istikrar üçlüsü tarih boyunca geniş kitlelerin arayışı olmuştur. Tarihte bu üçlüye her zaman belli bir yer vardır. Bütün büyük toplumsal olaylar, büyük devrimler de dahil olmak üzere, barış ve istikrar sorununa, huzur arayışına ürettikleri yanıtlar üzerinden de okunmalıdır.

Bu ilişki bazen tersten kurulur bazen bir illüzyondan ibarettir ve bazen de çelişkilerle doludur. Ama düzen kurma misyonunda, eski düzenle yeni düzeni ayıran sınırda önemli rol üstlenir.

Bir Romalı ve bir Osmanlılı için barış ve huzur, sofrasındaki ekmek ve bollukla yakından ilişkili olmuş, fetih ve ganimette istikrar ise barış ve huzurun “ikna”sında temel enstrüman olmuştur. Öte yandan modern dönem bu üçlüyü bambaşka bir içeriğe kavuşturmuş, kapitalizm sabit olan her şeyi değişime zorlarken bunda da kendi sabitlerini yaratmıştır.

Kapitalizmin sabitleri çelişki doludur, kapitalizmde istikrarın kaynağı ve anlamı çelişkilidir. Çünkü bu düzen için istikrar, çarkın dönmesi demek iken ve oldukça “teknik” bir anlamı varken, halkın gördüğü bunun tam tersi olabilir ve sıklıkla olmuştur. Kapitalizm geniş kitlelerin huzurunu kaçırarak onları sonu gelmeyen bir huzur arayışına ittirir.

Yani bu düzenin vadettiği huzur da barış da uyuşturucu gibidir. Oysaki tarihin ancak bazı dönemlerinde bu uyuşturucu etkiyi yırtıp atmak mümkün olabilmiştir. Söz gelimi 1. Dünya Savaşı’nın başı ve sonu geniş kitlelerin arayışları açısından bir ve aynı değildir. Bazen geniş kitlelere “huzur kaçıran” düşmanlar hedef gösterilmiş, savaş, ırkçılık ve faşizm bu arayışın nüanslarından güç devşirmiştir.

Savaşın yıkımdan başka bir şey getirmediğini anlayabilmek, daha doğrusu buna karşı eyleme girişmek için tecrübenin yaşanması gerekmiştir… 1917’de devrimi mümkün kılan arayış bu tecrübenin üzerinde yükselmiştir. Ama daha önemlisi, devrimin başarısı, barış ve huzurun kapitalizmde olanaksız olduğu anlaşıldığında, hissedildiğinde mümkün olmuştur.

Tarihin her zaman böyle fırsatlar sunduğunu söylemek kapitalizmin şekil değiştirme, sınır tanımama potansiyelini hafife almak olur. Bu düzende savaşın, bombaların, zalimliğin hiçbir sınırı yoktur. Geçmişte de böyle olmuştur. 1917’ye varabilmek için dünya büyük bir kıyım ve acı yaşamak durumunda kalmıştır.

Acıdır ama öğreticidir. Düzenin istikrar kuramadığı, kuramayacağı zamanı ve noktayı yakalamak gerçekçi olanı kavrayabilmek için de gereklidir.

Yalnız 1917 değil, 1923 için de gerçekçi olanı yakalayabilmek emperyal arayışları boşa düşürmekle mümkün olmuştur. 1923, gözünü Orta Asya’ya, Kafkaslara, Afrika’ya dikmediyse, gözünü buralara diken maceracı kadroları elediyse, dönemin ruhunu iyi kavradığı için de böyledir.

Peki bizim dönemin ruhu ne anlatıyor?

Barış, huzur ve istikrar üçlüsünün mümkün olmadığını, olamayacağını söylüyor. Türkiye’nin huzura kavuşabilmesi için Türkiye’nin bölgesine barış getirmesi gerektiğini, barış içinse dönemin ruhundan zenginleşenlerin huzurunu kaçırmak gerektiğini…

Örneğin, Akdeniz’de Orta Doğu’da istikrarı sağlamak için Mısır’la Suriye’yle barış görüntüsü vermenin yetmeyeceğini, Koç’un Arçelik’inin 2023 Mısır projesini de anlamak gerektiğini…

Türkiye'nin İzmir’inden Nijerya’nın Lagos’una uzanan ticaret yollarında ne arandığını…Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neden Katar’da, Somali’de, Kongo’da, Libya’da “üs”lendiğini… Libya’daki “drone savaşı”nın bir takım inşaatçıların parasından ibaret olmadığını… Türkiye’nin cihatçı gruplardan ve göçmen merkezi olmaktan neden kurtul(a)mayacağını…

Bu dönemin ruhu, eski büyük güçlere bir de yeni hırslıların eklendiğini, kaosun, bombaların, savaşın, yalan ve iftiranın emperyalist düzenin olağan hâli olduğunu, herkesin birbirinin kuyusunu kazacağını, Türkiye’nin beladan eksik olamayacağını anlatıyor.

Neredeyse matematiksel diyebileceğimiz bu kesinliğin sadece ve sadece iki sonucu var.

Türkiye ya gözünü Orta Asya’ya, Kafkaslara, Balkanlara, Afrika’ya dikecek, şirketleri dünyada rekabet edebilsin diye her türlü karanlığı, yalanı masaya getirecek ve aynısını kendi topraklarına davet edecek…

Ya da bu kirliliğin arkasındaki zenginleşme öyküsünü fark edecek, kendi maceracılarından, kendi kapitalistlerinden kurtulmadıkça barışın da huzurun da mümkün olmadığını görecek ve eyleme girişecek.