Taliban Afganistan’ı hiç de ilk döneminde olduğu gibi dünyadan yalıtılmış kalacak gibi görünmüyor. Bu düşüncemin sağlamasını yapmak için bazı fırsatlar olacak.

Barbarları beklerken

Geçen hafta boyunca Afganistan’da olup bitenleri takibe çalışırken aklıma ilk gelen başlık bu oldu. “Barbarları Beklerken” 2003 yılı Edebiyat Nobel’ini J.M. Coetzee’ye kazandıran romanın adı ama sadece o da değil. Rivayet o ki, Coetzee romanın ismini seçerken bir hemşerimizin, Konstantin Kavafis’in aynı adlı şiirinden esinlenmiş. Başlığın benzerliği rastlantı olmasa gerek zira Kavafis’in şiirinde anlattığı öykü ile Coetzee’nin romanının teması da benzeşiyor.

Coetzee, 2019 yılında sinemaya da “Enemy at the gates (Düşman kapıda)” adıyla uyarlanan romanında muhayyel bir dış düşmanı bahane ederek kent halkına olmadık eziyetler yapan bir yönetimi anlatıyor. Kavafis’in şiirinde de “dış tehdit” bahanesi yerli yerinde. Bunun yanında “Barbarlar”ın gelmeyişinden duyulan bir düş kırıklığı bile hissediliyor.
Tanıdık geldi değil mi? İçinde yaşamaya zorlandığımız bir senaryoyu andırıyor sanki. 

Bizim küçük evrenimizde “barbarlar” gelmiyor ama afetler birbirini izliyor. Ülkeyi yönetme iddiasındakiler, rant hırsıyla sarmaladıkları beceriksizlikleri eleştirilmesin, koltukları sallanmasın diye “milletçe fedakârlık” bahsini açıyor, “şimdi siyasetin sırası değil” düğmesine basıyorlar.

Dağılmayalım. Konumuz Afganistan. Taliban bir süredir devam eden ilerlemesini hızlandırdı ve başkent Kabil’e ulaştı. Geçen hafta başında “Kabil bir ay içinde düşebilir” denirken, hafta ortasına doğru bu süre iki haftaya, hafta sonuna geldiğimizde ise üç güne düşmüştü. Bu yazı yazılırken Taliban Kabil’i henüz tümüyle ele geçirmemişti ama siz okuduğunuzda o iş de bitmiş olabilir. 

Geçen 20 yıl içinde Taliban’ın da değiştiği söyleniyor. Daha az kelle kesebilirmiş diye anlayabilirsiniz. Öyle ya, Kabil’in kapılarında iken bir açıklama yapmış Taliban’ın bir lideri ve “Kenti zorla ele geçirmeyeceğiz, gitmek isteyenlere izin vereceğiz” mealinde bir şeyler söylemiş. Emperyalizmin 20 yılda kimilerine göre trilyon dolarlar harcayarak kurduğu yapı kâğıttan kale gibi çöktü birkaç ay içerisinde. 

Bundan bir ay kadar önce kaleme aldığım Sahel bölgesiyle ilgili yazıda Fransa’nın kurduğu sömürü odaklı asimetrik ilişkiye zarar gelmemesi için gelişmesine ve derinleşmesine izin vermediği devlet yapılarının halkın gözünde meşruiyet kazanamadıklarını, aidiyet duygusu yaratamadıklarını ve İslamcı teröre dayanamayacaklarını yazmışım. Afganistan’da farklı bir şey mi görüyoruz?

Bugün geldiğimiz noktada, ABD merkezli emperyalizmin bir yenilgisinden söz edebilir miyiz? Ortada Vietnam’la karşılaştırılacak tarzda askeri açıdan ağır maliyetli bir bozgun olmasa da politik bir başarısızlık varmış gibi görünüyor. Buna sevinmeli miyiz? 

Hiç sanmıyorum. Birincisi Taliban Vietkong değil. Afgan halkına vaadi daha fazla karanlıktan ibaret. İkincisi Taliban’ın Afganistan’da yeniden egemenlik kurmasının Trump döneminde sonuçlandırılan bir pazarlığın ürünü olduğunu biliyoruz. Sahada ne kadar tutarlar kestirilemez ama Taliban’ın ABD’ye bazı sözler verdiği muhakkak. Bu sözlerin özellikle IŞİD ve ve El Kaide gibi Taliban’dan farklı olarak küresel çapta faaliyet gösteren terör örgütleriyle ilgisi olsa gerek. Üçüncüsü dinci gericiliğin tarih boyunca emperyalizmin ayrıcalıklı ortağı olduğu sır değil. Gericilik kazanınca emperyalizm de yenilmiş sayılmıyor.

Taliban’ın değişip değişmediğini ya da neye dönüştüğünü tam olarak bilmiyoruz ama dünyaya yön verme gayretindeki başat güç odaklarının Taliban’la şu veya bu şekilde etkileşime girdiklerini görüyoruz. 

ABD’den yukarıda söz ettik. Rusya Federasyonu gayrı resmi olarak Taliban’la görüşmüş. Ne konuşulduğu açıklanmadı ama Moskova’nın Taliban’dan Rusya içine ve yakın çevresine yönelik tehdit saydığı kimi örgütler konusunda güvence istediğini varsayabiliriz. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ise geçen ay Taliban’dan bir heyeti Pekin’de resmen ağırladı. Birlikte pozlar verildi. Basına aktarılan bilgilere bakılırsa, ÇHC Taliban’dan egemenliği altındaki Afganistan’da “ayrılıkçı-islamcı” terör gruplarını barındırmamasını talep etmiş.

Hamdolsun Biden ve Dostum Putin’in diplomatik deyimle “pragmatik”, halk ağzıyla ise “alçakça” olarak nitelendirilebilecek manevralarında şaşılacak bir taraf yok da kendisine sosyalist diyen bir rejimin Taliban ile masaya oturmayı bir yana bırakın aynı kareye girmesi bile anlaşılır iş değil. Çin Komünist Partisi ve maaşlı savunucuları ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bu zırva tevil götürmüyor. Oralarda ters giden hatta çürümüş bir şeyler olsa gerek zira biz yüz yıldır “Ya sosyalizm ya barbarlık” diyoruz, Ji Ping Efendi “bir seferden bir şey olmaz” diyor.

Bu denklemde “dost ve kardeş” Pakistan’ın rolünü kestiremediğim gibi Pakistan’ın başındaki kriketçi ağabeyin de tam kestirebildiğini sanmıyorum. Kurulduğu günden bu yana istikrarlı bir biçimde her alanda gerilemeyi başaran Pakistan Afganistan’da yaşanan olayları sürüklüyor mu, sürükleniyor mu belli değil. Evrensel emelleri olmadığı varsayılan Taliban’ın sınırlarının ötesinde belirli bir etkiye ve tabana sahip olduğu tek ülke burası. “Hindistan’a karşı bölgesel bir müttefik elde edelim” diye çıkılan yolun nükleer güce sahip bir Taliban’la sonuçlanmaması aklı başında herkesin ortak dileği olmalı.

Afganistan’da olup bitenlerin birinci derecede etkilemesi gereken İran şaşırtıcı derecede sessiz şayet ben gelişmeleri takip ederken bir şeyler atlamadıysam. İran’da on yıllardır hatırı sayılır sayıda Afgan sığınmacı var. Bu sayının artması, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu halde, entari ve sarığın gölgesinde hırsızlık yapan mollalar yüzünden kendi halkını dahi sefalet içinde yaşatan, İranlının emeğini çalıp hesabını ahirete bırakan İran rejimini korkutmuyor mu? 

Öteden beri uzman olduğu kafa kesmek, kadın taşlamak ve heykel uçurmanın dışında ciddi bir diplomasi yeteneği de geliştirdiğine tanıklık ettiğimiz Taliban yukarıdaki tabloya baktığımızda jeopolitik bakımdan dört bir yanını sağlama almış gibi görünüyor. Taliban Afganistan’ı hiç de ilk döneminde olduğu gibi dünyadan yalıtılmış kalacak gibi görünmüyor. 
Bu düşüncemin sağlamasını yapmak için bazı fırsatlar olacak. İslam Konferansı Örgütü’nün ilk toplantısını bekleyelim örneğin.

Yazının sonuna geldiniz ve aklınızda bir dizi soru: “Bizim bir havalimanı işletmesi işi vardı, asker takviyesi yapacaktık, paracıklar alacaktık, ABD ile aramızı düzeltip yerimizi sağlamlaştıracaktık. Onlar ne olacak şimdi?” 

Haklısınız, bunların yanıtlarını herkes gibi ben de merak ediyorum. Bakarsınız birilerinin “ortak değerler paylaştığı” Taliban bir güzellik yapıverir din kardeşlerine!