Pandemi dönemi genelgeleri halkın tüketim ihtiyaçları dahil salgınla ilgili olmayan her şeye el atıyor. Salgın bahane sömürü ve baskı düzeninin işleri şahane!

Balkon ve ipe bağlı uçak

Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesinden (KHK) Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) dönemine geçmiştik, genelge dönemine indik. İndik sözcüğünün içi hayli dolu. Hukuk yönüne bakarsak, hiyerarşi genelgeyi mevzuatın en altında tutuyor. Sıkı bir çerçevesi var. Yasaların ve kendisinin üstündeki mevzuatın yerine geçemez. Yasalara ve onların çizdiği çerçeveye aykırı olamaz, ihlal edemez, keyfi ve öngörülemeyen uygulamalara yol açamaz. 

OHAL KHK’leriyle günümüz genelgelerinin birden çok ortak yanları var. İkisinin de sahibi sermaye, yazıcısı siyasi iktidar. İkisi de “haddini aşan belge”, hem de fazlasıyla aşan belge damgasını taşıyor. İkisi de hukuk devletinin ilkelerini yok sayıyor. İkisi de hak ve özgürlükleri gasp ediyor ama sermaye sınıfının değil, emekçi halkın hak ve özgürlüklerini. 

OHAL KHK’leri haddini aşarak, OHAL’le ilgili olmayan hemen her alana el attı.  Hukuksuz haliyle Anayasa Mahkemesinin onayını aldı. Sonra da yasalaşarak terfi etti, OHAL düzenini olağan döneme taşıdı. Düzen içi muhalefetin gözleri önünde yaşandı her şey. Pandemi dönemi genelgeleri de halkın tüketim ihtiyaçları dahil salgınla ilgili olmayan her şeye el atıyor. Salgın bahane sömürü ve baskı düzeninin işleri şahane!

“Sınıfsız, sömürüsüz bir toplum uğruna, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm savaşımı uğruna verilen zor ama ödünsüz bir mücadeleyle geçen 90 yıllık” yaşamı sonunda 5 Mayıs 2011’de doğanın yasalarına yenilen ve “idamlarından 39 yıl sonra, oğulları, yoldaşları, müvekkilleri olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in yanına” akıp giden Halit Çelenk, “Hukuksuz Demokrasi” kitabında yaşadığı dönemdeki hukuksuzlukları anlatırken genelge konusuna da değinir.

Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1979’da bir genelge çıkararak ceza ve tutukevlerinde avukat-sanık görüşmelerine sınırlama getirir. “Bu genelge, Anayasaya, yürürlükte bulunan yasalarımıza aykırı olduğu gibi altında imzamız bulunan uluslararası andlaşmalarda yer alan savunma hakkına ve uygar dünyadaki uygulamalara da ters düşmektedir” diyen Çelenk genelgeyle neler yayılıp neler yapılamayacağı konusuna da girer. 

Burjuva demokrasisinin de kabul ettiği ilkelere göre anayasal güvence altında olan hak ve özgürlükler ancak yasalarla sınırlandırılabilir. Kaldı ki konu salt yasayla sınırlı değil. Sorun yasa ve genelge tartışmasına sıkışıp kalmıyor. Yasa sınırlama yapabilecek ama hak ve özgürlüklerin özüne dokunamayacak, her hak ve özgürlük ancak Anayasanın ilgili maddesinde yazılı sebeplere bağlı olarak sınırlanabilecek; yapılan sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacak.

6 Mayıs 1972’de “düşünceleri ve dünya görüşlerinden ötürü” aramızdan ayırdıkları “Üç Fidan”ın idam kararları, Mecliste “Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Kanun, CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, Mecliste yeniden görüşme ve ikinci Kanun, bu Kanuna itiraz edilmemesi ve infaz süreçleri hukuksuz hüküm, hukuksuz yasa ve hukuksuz infazı işaret ediyor. 

Yalnızca hukuksuzluk değil tabii… Deniz Gezmiş’in, “faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin” sözleriyle uyardığı gibi asıl olan hukukun hangi amaçlarla, kimin için, nasıl kullandığı. 

Aslında onların hukuku hukuksuz. Onun için de liberal düzenin “hukukun üstünlüğü” sözcükleri dillerden düşürülmüyor. Anayasa, yasalar, KHK’ler, CBK’ler, yönetmelikler, genelgeler eşitsiz ve adaletsiz düzenin belgeleri olarak hukuksuzluğu hukuk yapmanın kılıfına çok rahat giriyor. 

İlkokul 1. sınıf öğrencisi torunum Emek disiplinli yaşamayı seviyor. Kurallara, saatlere dikkat ediyor. Polis aracı siren çalarak geçerken balkondan içeri giriyor. Balkonun yasak olmadığını anlattık. Bu bile güvenlik güçlerinin pandemiyi gerekçe göstererek yarattığı etki için yeterli değil mi?

23 Nisan'ı ve 1 Mayıs'ı balkonda kutlamak zorunda kaldı. “İyi ki balkonumuz var” diyor, sonra “Birçok çocuğun balkonu yok ama” diye suskunlaşıyor. Daha küçükken balkondan aşağıya kağıt uçak atmayı severdi. Epeyce uçak atar, ardından inip toplardık. Sokak uçakları için havaalanıydı. Şimdi sokağa inmek istemiyor yasak diye; uçağa ip bağladık, çam ağacına atıp çekiyor.

Emek'in uçağı...

Balkon konuşmalarıyla yıllardır ne kadar umutlanan oldu. “Durmak yok yola devam dediler”. Boyun Eğme Günlük’ün dünkü sayısında denildiği gibi: “Durmak da doymak da bilmiyorlar”. Kapitalizmin özünde var doyumsuzluk, yanına da dinsel kılıflı sabır eklenince keyifleri yerinde.

5 Mayıs 203. doğum günü olan Marx’ın dediği gibi: “Burjuva ideolojisi indinde, bir öğretinin doğru mu, yoksa yanlış mı olduğu hiçbir önem taşımaz. Önemli olan, bir öğretinin sermayeye yararlı mı, yoksa zararlı mı; sermaye için huzur verici mi, yoksa keyif kaçırıcı mı olduğudur.” Sermaye sınıfı ve siyasal iktidarı için bu kadar net her şey. Pandemiye de aynı gözlükle bakıyor. 

Türkiye Komünist Partisi, dostlarıyla birlikte Türkiye’nin dört bir tarafından 1 Mayıs yürüyüşleri yaparken uzlaşmaz karşıtının durumunu halka anlattı. Ankara Ayrancı’da, Güvenlik Caddesinde Cumartesi günü yapılan yürüyüşten sonra genç bir komünist konuşmasını yaparken balkondan bir aile seslendi: “Evladım bir nefes al ki biz de bağıralım”. 

Kafamızı kaldırdık. Alkışlayarak bağırdılar: “Yaşasın 1 Mayıs”, “Yaşasın 1 Mayıs”… 

Bu sesler buluşacak, emekçiler buluşacak; örgütlü güç olacak, örgütlü mücadeleye katılacak. Çocuklar da uçaklarını özgürce uçuracak.