Sömürüyü gizlemeye yönelik her girişim ve politikaya düzenle uyumlaşmadan, devrimci duruş, ahlak ve politikalarla karşı çıkılmalıdır.
Uzun AKP iktidarından kurtulmak için ileri sürülen ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel tüm gerekçeler yerinde ama bu gerekçelerin AKP’yle sınırlı tutulması yanılsama.
Birinci Dünya savaşı, emperyalistler tarafından parçalanma girişimleri, araya giren 1917 Ekim Devrimi’nin etkisi ve desteğiyle emperyalist işgale ve sömürgeleştirmeye karşı 30 Ağustos 1922 zaferi, 29 Ekim 1923’de ilan edilen ilerlemeci ve aydınlanmacı cumhuriyet…
Hep anımsanması gereken bu tarih elbette önemli. Ancak yalnızca buraya sığınıp kalmak Türkiye’de bağımlılık ve sömürüye, yağma ve talana geçişi, 12 Eylül 1980 darbesine ve AKP dönemine gelişi, sermaye sınıfı tarafından emekçilere karşı kullanılan baskı ve sömürüyü anlatmaya ve çözmeye yetmiyor. Sömürücülerin hiç bırakmadıkları ve bırakmayacakları işgal emellerinin ve politikalarının somut durum ve analizi yapılamadığı için kurtuluşa da yetmiyor.
Bağımlılık ve sömürü ilişkilerinde değişik dönemlerdeki siyasal iktidarlar ve düzen içi muhalefet ortak akıl yürüttüler. Kaba ayrıntılar bu ortak akıldan kopma nedeni olamadı.
Süreç uzun ama birkaç anımsatma yeterli olacaktır. İkinci Dünya Savaşı'na fiilen katılmayan Türkiye bu savaşın gerçek hedefi olan sosyalist düzenin, SSCB’nin 1945 büyük zaferinden hemen sonra, 1946’da CHP iktidarı döneminde ABD’yle güçlü ve hukuksal ilişkilere girdi. Emperyalizmin finansal örgütleri IMF ve Dünya Bankası ile ilişkiler 1946’da başladı. 1950-60 arası Demokrat Parti, Menderes Hükümetleri döneminin başlarında da emperyalizmin terör örgütü NATO devreye girdi. 1961’den sonra IMF/DB ilişkileri devam ederken Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD ve denetimiyle tanışıyoruz. Süreç uzun, örgüt çok. Birleşmiş Milletleri, AET’yi AB’yi unutmayalım.
Uyum sancıları Türkiye’yi 24 Ocak 1980 kararlarına ve 12 Eylül 1980 darbesine getirdi. 2002’den bu yana da piyasa ve uyumlu İslamın, gericiliğin birlikte yürüdüğü AKP dönemi sürüyor. Sermaye örgütlerin istekleri arasında yer alan “başkanlı rejim”e, “kolaycı yönetim”e bu dönemde geçildi.
Düzen siyaseti olarak emperyalizmin tüm örgütleriyle ilişki ve işbirliğinde, özelleştirmelerde, kapitalizmin yasalarının uygulanmasında ortaklar. Aydınlanmanın ve laikliğin yıkılmasında, milliyetçi ve dinci gericiliğin sömürücü düzenle iç içe yaşatılmasında ortaklar. Cumhuriyetin sömürücü ve işbirlikçilerin elinde yıkım yolculuğunda ortaklar. Başkanlı rejimi eleştiriyor gözükseler de parlamentonun, yargının, merkez ve yerel yönetimleriyle devletin, hukukun sermaye sınıfının egemenliği için kullanılmasında ortaklar. Demokrasi diye diye halkı seçim sandığına mahkum edip susturmakta ve sermaye sınıfının iktidarını yaşatmakta ortaklar.
Emekçileri daha fazla bağımlı kılma, sömürme, örgütsüz ve eylemsiz bırakma konusunda ortaklar.
Öyle ortaklar ki, düzen siyasetinin AKP’lileştirildiği ortamda artık “Erdoğansız AKP” siyasetini bile halka umut diye göstermeye kalkışıyorlar.
İslamcı-faşist diktatörlük anayasasına dahi razı olmayan, hukuk ve anayasa tanımazlıkla “hukuk devleti” adı altında varlığını sürdüren bir düzeni dayatıyorlar. Aynı anayasa ekonomi politiği içinde sözcük ya da virgüllerle uğraşarak, ortak akıl varmış gibi göstererek sahte umutlarla sömürülenleri sömürenlerle, burjuva ideolojisiyle uyumlaştırmaya, kapitalizmle barış içinde yaşamaya alıştırmaya çabalıyorlar.
Türkiye tarihinde yalnızca sömürü ve gericilik yok elbette. Sömürünün ve gericiliğin yıkılmasına, sömürüsüz toplumun gelmesine yaşamını adayan birçok aydın, sanatçı, emekçi, işçi var. Birçok kahraman, direniş ve eylem var.
22 yıl önce bugün aramızdan ayrılan yargıç Ali Faik Cihan da bu kahramanlardan biri. 1950’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitiren Cihan, 1946’da Türkiye Gençler Derneğinde yani TKP Gençliğinde çalışan, 1951 TKP Tevkifatında yer alan, bu nedenlerle yargıç yapılmayan ama savaşımını kazanarak meslek mensubu olan, yargıç iken 1965’de “Sosyalist Türkiye” kitabını yazan ve soruşturmaya uğrayan, savaşan ve yeniden mesleğe dönen bir kahraman.
Ali Faik Cihan Yargıtaydaki savunmasında, halkın yaşantısının “insan haysiyetiyle bağdaşmadığını”, “1961 Anayasası ile çeliştiğini” belirterek Türkiye’nin “kendi iklim kuşağı içinde bir sefalet adası” oluğunu söylüyor. Yargıtay da C. Başsavcılığının suçlama görüşüne katılmayarak bu savunmaya katılıyor.
Cihan, “kapitalist düzenin işleyen organlarına hangi noktadan bakılırsa bakılsın, orada emekçinin nasırlı eli, yorulan beyni görülecektir”, “yasalara can ve hareket veren, sermayeyi sermaye yapan emekçinin nasırlı eli, işleyen kafasıdır” diyor.
Yazıya bir yargıç ve savaşımı girince, son dönemde Yargıtay-AYM-Meclis üçgeninde yaşanan garabetin Türkiye’deki çürüme ve emekçilerin baskı altında yoksullukla yaşamaya zorlanmasıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamadan geçemeyiz.
Sömürüyü gizlemeye yönelik her girişim ve politikaya düzenle uyumlaşmadan, devrimci duruş, ahlak ve politikalarla karşı çıkılmalıdır.
Bağımsızlık için ortak akıl, devrimci dönüşümle sömürüsüz ve sınıfsız toplum için savaşanların ortak ve örgütlü aklıdır. İşçi sınıfı, emekçiler sömürüyü yok etme savaşımı vermeden ne bağımsızlık gelir ne aydınlanma ne de eşitleştirilmiş toplum.