'Yöre halkı istemiyor, İzmirliler istemiyor, anladığımız kadarıyla siyasal iklimin hızla değiştiği ülkemizde diğer yurttaşlar da istemiyor.'

Az kaldı, yağmaya geçit vermeyin...

Kanal İstanbul neyse Çeşme-Urla turizm projesi de o.

Doğanın talanı, sermayeye, yandaşa peşkeş…

Öyle böyle değil, 16 bin hektar doğal alan yağmaya açılıyor.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve Kültür Bakanlığı eliyle memleketin son kalan doğal güzellikleri, altın tepside sermayeye sunuluyor.

Gelecek kuşakların mirasına çökülüyor…

Her zamanki gibi kılıf hazır; sözüm ona turizmin gelişmesi, memleketin kalkınması.

Acaba?

Kamu yararı var mı?

Yok.

Ne var?

Son 20 yılda yüzlerce, binlerce örnekte yaşadıklarımız.

***

Baştan başlayalım.

Çeşme-Urla arasında 16 bin dekar alan, cumhurbaşkanlığı kararıyla  kültür ve turizm bölgesi olarak ilan edildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, doğal yapıya imar hazırlıklarına girişti.

İzmir ayağa kalktı. 

Olağanüstü bir ekosisteme sahip bölgenin doğal ve kültürel zenginliğinin  bozulmamasını izin verilmeyeceği belirtildi.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) ve yaşam hakkını savunan yurttaşlar, projeye karşı hukuk mücadelesi başlattı.

Yargıya gidildi.

Yürütmenin durdurulması ve iptal istendi.

***

Danıştay 6. Dairesi, keşif ve bilirkişi incelemesi yaptı. 

Bilirkişi raporu, şu görüşleri belirtti:

“… Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi alanının bütününü de gözeterek, dava konusu ekleme ile koruma alanları yanı sıra turizm kullanımlarına, dolayısıyla yapılaşmaya da açılmasına yol açacak olan sınır kararının, tarım ve orman alanları, doğal değerler, (flora, fauna, ekosistemler) su kaynakları ve kültürel miras üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri göz önüne alındığında, kamu yararına uygun değildir… Planlama ilkelerine uygun değildir…”

Yani dava konusu Cumhurbaşkanlığı kararı, kamu yararı taşımıyor ve hukuka aykırı.

Gel gelelim bilirkişi raporu doğrultusunda görüş ve karar belirten Başkanvekili Ahmet Arslan’a karşın diğer üyeler, yürütmeyi durdurma istemini reddetti…

***

Bir umut yargıya güvenen, “Anakara’da kamu yararını dikkate alan hakimler vardır” görüşü, benzer birçok davada ortaya çıktığı gibi oy çokluğuyla çöktü!

Tepkiler dinmedi.

TMMOB İzmir İKK Sekreteri Akdemir davacılar adına yaptığı basın açıklamasında kamuoyuna şöyle seslendi:

“Çeşme Projesi, bir hırsızlık, talan projesidir. Hukuk, iktidarın kılıcı olmuştur. Projenin yürütmesinin durdurulması gerekmektedir. Bu kararı veremeyen mahkemeler tarih önünde hesap verecektir. Bir hukuk devletinde elbette belirleyici olan hukuk olmalıydı ama öyle olmadı var olan başkanlık rejimini de göz önüne aldığımızda ilk aklımıza gelen ‘Yargıya müdahale mi var?’ olmuştur”.

***

Süreç işliyor. 

Kamuoyu baskısının yanında, hukuk devletinde yargıdan öte çıkış yoksa, mücadeleye devam.

Şimdi, 6. dairenin kararına itiraz için bir üst mahkeme, Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nda çare.

Yıllardır çevre mücadelesi veren davanın avukatlarından Senih Özay ve Murat Fatih Ülkü, dosyayı sadece İzmirlilerin değil, Türkiye’nin izlediğinin altını çiziyor. Kararın hukuk ve yargının olduğu kadar siyasetin, değişen rüzgarların ve ülkenin geleceğinin de fotoğrafını çekeceğini vurguluyor. 

Yargıçlara güvendiklerini, yürütmenin durdurulması kararı ve vereceklerine inandıklarını anlatıyor.

Bu arada dikkat çektikleri bazı noktalar var.

Örneğin yürütmenin durdurulması kararı için gereken “açıkça hukuka aykırılık” koşulunda bir sorun olmadığına göre, daire çoğunluğunun diğer koşul olan “giderilmesi güç veya imkansız zararlar” şartının gerçekleşmediği sonucuna varılması.
Avukatların bu konudaki vurgularına bakalım şimdi:

"Oysa; Çeşme-Urla projesi başladı ve bütün yarımada, İzmir hatta bütün Türkiye bu projeyi biliyor, tüm insanlar Çeşme-Urla projesi kapsamında davranışlarını biçimlendirmeye ve gelecek planlaması yapmaya başladılar. Taşınmaz fiyatları katlarca değerlendi, yöreden proje gelip daha da değerlenecek diye çok sayıda taşınmaz alımı yapıldı, yapılıyor.

Çeşme-Urla projesine karşı olanlar bile, 'burası Türkiye; ya olursa' diye düşünüp, bu düşüncelerine göre planlama yapıyorlar. Bu planlamalar bir süre sonra öyle bir hal alacak ki Çeşme projesinin yapılmayabileceği düşüncesi arkalara düşecek. İş dünyası, kamu kurumları, yöre insanları, halk; tüm planlamasını buna göre yaptığı için ciddi, olağanüstü, hatta giderilmesi olanaksız zararlar yaratılmış olacaktır.”

Haksızlar mı?

Gelelim dikkat çektikleri bir başka konuya.

Şimdi, yürütmeyi durdurulması talebi reddedildikten sonra, bu yörenin kültür ve turizm alanı olarak yaşama geçmesi için birçok kamu kurumu; onlarca yüzlerce işlem tesis edecek.

İmar planları, imar planları çerçevesinde uygulama yapılması, ihale süreçleri, altyapı çalışmaları olacak.

Peki, davanın esası hakkında -kim bilir ne zaman- iptal kararı verilip, kök işlem hukukun dışına düşünce, bu uygulama işlemlerinin yarattığı; doğadaki, insanlardaki, ekonomideki zararlar ne olacak? 

Sineye mi çekeceğiz? 

Hem de bilim insanlarınca kamu yararına uygun olmadığı, yani açıkça hukuka aykırı olduğu tespit edilen bir işlem nedeniyle.
Danıştay 6. Daire çoğunluğunun, dar bir bakış açısıyla vardığı “giderilmesi olanaksız zararlar yok ki” yorumu, yöre gerçekleriyle de, doğal ve kültürel zenginliklerle de bağdaşmıyor…

Yaşanan birçok örnekte tanık olduğumuz gibi buradan çıktığımız bir yer daha var; işin ekonomik yönü.

Büyük ekonomik kriz, ülkemizin hararetli döviz ihtiyacı, bu projenin gerçekleşmesini dört değil, sekiz gözle bekleyen kesimler, siyasal iktidar ve siyasal iktidarın bu yatırımının önüne geçecek kararı vermekte zorlanan, tereddüt eden bir yargı.
Bu çerçevede gelelim avukatların değerlendirmesine: 

“Ama bizce yargının zorlanmasına, tereddüt etmesine gerek yok. Bu projenin ekonomik olarak yıktıklarından daha fazla bir getirisi olmayacağı da bilinç raporuyla tespit edilmiş. Yöre halkı istemiyor, İzmirliler istemiyor, anladığımız kadarıyla siyasal iklimin hızla değiştiği ülkemizde diğer yurttaşlar da istemiyor. Tabii bir de bizim tercüman olmaya çalıştığımız sesi soluğu çıkmayan diğer canlılar hayvanlar, bitkiler, otlar, ağaçlar da istemiyor…”

Sonuç olarak rantiyeciler, yandaşlar, yağmacılar, talancılar, yaşadıkları yoksulluğu, acıları kader sayıp, her koşulda iktidarı destekleyenler dışında kimse istemiyor.

İstemiyoruz…