Sabancı'nın işine bakıyoruz, lafına bakmaya gerek kalmıyor. İklim sorununun da, yoksulluğun da, gericiliğin de kaynağı onların ve düzenlerinin eseridir.

Ayinesi 'sınıftır' kişinin lafa bakılmaz

Ankara'da küçük bir bakkalda başladı ilk ticaret yaşamı. Ardından inşaat, otomotiv, fabrikalar, holdingler devam etti. Veya bir simit tepsisiyle başladı, şimdi Türkiye'nin en büyük yatırımcısı oldu... Türkiye'de patronların zenginleşerek, büyük holdinglere dönüşmesinin öyküsü böyle anlatılıyor. Bugün astronomik rakamlara ulaşan banka hesaplarını, ülkeyi örümcek ağı gibi saran holdinglerin başarı öyküsünü çok çalışmayla açıklıyorlar. 

Ne kadar masum! 

Sermaye sınıfı bu öykülerle sıradan bir yurttaş imajı çiziyor. Yoksulluktan zenginliğe çok çalışarak ulaştığını, herkesin de ulaşabileceğini anlatıyor, umut kaynağı oluyor, yurttaşlarla bağ kuruyor. Bununla birlikte ülke sorunlarına kafa yoruyorlar, çevreci, hayırsever, ülke ve dünya sorunlarına eğilen farklı biçimleriyle yeni öyküler anlatıyorlar.

Bazen çevreci söylemleriyle öne çıkıyorlar, iklim krizini en çok dert edinen onlar oluyor. Davos'ta yapılan Dünya Ekonomik Forum toplantılarında, ya da şirketlerinin PR niteliği taşıyan toplantılarında sürdürülebilirlik, iklim krizi gibi başlıklara dair sözler ediyorlar.

Örneğin, Güler Sabancı'nın yine kendi isimleriyle anılan Sabancı Müzesi'nde sürdürülebilirlik, iklim krizi üzerine söylediği sözleri daha dün bir internet gazetesinde okudum. Şöyle diyordu “çevreci patron”: “İçinde bulunduğumuz krizin dünyanın sürdürülebilirlik yolculuğu için bir fırsat olduğu kanaatindeyim. Çünkü kriz, herkesi iklimle ilgili daha fazla harekete geçirdi. Önemli dönüşümler var. Dijital dönüşüm, yeşil dönüşüm. Dijital dönüşüm artık bitti, o artık yeşil dönüşümü kaydeder hale geldi. Umutlu olduğum başka bir konu da gençler. Sabancı Üniversitesi’nde gençlerle bir aradayım. Onların gönüllülük anlayışı bizden daha etkili. Dolayısıyla inşallah dünya bunu bir şekilde çözecek ama yapacak çok iş var. Uzun bir süre bunun sıkıntılarını yaşayacağız. Avrupa bu kış sıkıntı yaşayacak. Elektrik, gıda kısıtlarını bütün dünya yaşayacak. Ama umutluyum.” 

Sabancı Holding'in Türkiye'deki maden ocaklarını, akaryakıt istasyonlarını, santralleri elinde bulundurması bu çevre felaketinin nedeni değilmiş gibi bu sözler söylenebiliyor. Aynı etkinlikte Holding'in inşaat, çimento alanında üretim yapan şirketi Çimsa CEO'su da sürdürülebilirlik hakkında konuşuyor. Dünyanın iklim sorunuyla karşı karşıya olduğunu söylüyorlar ama şirket kârları için çevreyi, doğayı yağmalayarak buna neden oluyorlar. Santraller, yollar, avmler için kesilen ağaçlar, kurutulan nehirler AKP iktidarının ve patronların kârları için değil mi? 

Şaka değil, dünyayı felakete sürükleyenler kurtarıcı oluyor. Yerseniz!

Çünkü Güler hanımın umutlu olduğu şey gerçek anlamıyla krizi fırsata çevirmek. İklim sorunu, dünya, çevre, emek, hepsi sömürü ilişkileri içinde anlam kazanıyor onun için. Krizden daha fazla kâr elde edebilecekleri ve yeni olanaklar doğurabileceklerini biliyorlar. Çünkü daha birkaç ay önce kârlarını bir yıl öncekine göre kaç kat attırdıklarını anlatıyorlardı. Sadece birkaç şirketin Türkiye'de krizin en derin yaşandığı dönemlerdeki sermayelerinin ve yatırımlarının nasıl geliştiğine bakın.

Patronların ikinci dünya savaşı döneminde, dünyada büyük ekonomik krizlerin ve siyasi olayların yaşandığı dönemlerde nasıl zenginleştiklerine bakın. Yine bu dönemde işçi grevlerine ve haklarına nasıl saldırdıklarına, 1961 Anayasasıyla kabul edilen grev hakkından kurtulmak için yine bir kriz döneminde bu haktan kurtulma çabalarına, savaşlardan nasıl zenginleştiklerine bakın. Tüm bunları görmek için Koç Holdingin öyküsüne bakın yeter. 

İklim krizine ve bununla birlikte bütün çevre sorunlarına neden olan kapitalizmdir. Daha fazla zenginleşmek için dünyayı bir rant alanı olarak gören patronlardır. 

Sermaye sınıfı bir yandan emeği, doğayı, dünyayı sömürürken diğer yandan çevreci oluyor. Bir yandan işçi emeğini ve haklarını sömürüp zenginliğini artırıyor, diğer yandan işçi babası oluyor. Ülkenin elektrik dağıtım ağını elinde bulunduruyor, halkı soğukta, karanlıkta bırakıyor, üstüne yoksul dostu oluyor. 

İklim, çevre, çocuk, kadın, kültür gibi pek çok sorun için hayır kurumları, vakıflar, dernekler kuruyorlar. Hepsi sömürüyü daha fazla gizlemek için. 

Bütün sorunların kaynağı bu düzendir.

Doğanın bir döngüsü var. Bu döngü doğrultusunda planlamayla ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda politikalar geliştirilmelidir. Bu sermaye sınıfının programı ile değil, sosyalizm programıyla olabilir. Tüketim üzerinden değil, ihtiyaçlar üzerinden bakılarak olur.

Güler Hanım aynı etkinlikte dünyanın en büyük şirketlerinin söyledikleri için ise  "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diyerek sözde kaldıklarını söylüyor. Bir patronun ağzından dökülen sözler için ne denir ki. Çok doğru söz. Sabancı'nın işine bakıyoruz, lafına bakmaya gerek kalmıyor. İklim sorununun da, yoksulluğun da, gericiliğin de kaynağı onların ve düzenlerinin eseridir. Ülke zenginliğini tek elde tutanlar, kışın soğukta kalmanın, evsiz kalmanın, açlığın nedenidir. 

Baştaki öyküye dönelim. Bu öykü uydurulur, uydurulur ki toplumun büyük kısmından sayılsınlar. Bir gün herkesin çok çalışarak zengin olabileceği yalanı topluma umut olsun isterler. O kadar çilelerden geçerek bugünlere geldiklerini anlatıyorlar ki hak edilmiş zenginlik olduğunu anlatsınlar. O zenginliğin emek hırsızlığı ile, devletten alınan ihalelerle olduğunu herkes görüyor. Zenginlik el değiştirmelidir, bir avuç patronun elinden bütün ülkenin emekçilerine geçmelidir. İşte o zaman gerçek zenginlik yaşanacaktır.