AKP karşıtlığı aydın üretmiyor. AKP karşıtlığı, işin alfabesi bile sayılmayacak kadar basit bir doğru. O basitliğin üzerinde aydın yükselmez. O basitliği çok aşan bir toplumsal sistem arayışına bakmamız gerek.
Bir dış ticaret ilişkisi sanki. Bir şeyler ihraç ediliyor ve bir şeyler de ithal ediliyor.
Biz aydın dediğimiz yaratığı esas alarak soralım: Türkiye Avrupa'ya aydın mı ihraç ediyor ve Avrupa'dan aydın mı ithal ediyor?
Böyle bakarsak, çok yanlış bir filmde olduğumuzu hemen görürüz. Çünkü aydının tanımlanması gerek önce.
Tarihselleştirerek ve piyasa mekanizmasıyla da ilişkilendirerek tanımlamak gerek: Aydın, bilgi üreten ve dağıtan insandır; doğru. Bunun mutlaka üniversiteden çıkması gerekmiyor; o da doğru. Üniversitenin bilgi üretimi ve dağıtımı için “sisteme uygun kafalar” üretmeye çalıştığı söylenebilir. Ama biz aydını farklı tanımlamak zorundayız, özellikle 1917'den sonra.
Çünkü bilgi üretimi ve dağıtımı, aydını tanımlamaya yetmez.
Bugün aydın, piyasa mekanizmasını tarihsel bir hata olarak gören ve bunu insanlık tarihinden tasfiye etmek için bilgi üretip dağıtan insandır. Bu nedenle kavgacıdır. Çünkü bu sistemi yaratan ezici çoğunluğu (“üreticiler-mülksüzler”) bile karşısına almak zorunda kalacaktır.
Piyasa mekanizmasına hizmet etmeyi esas alan veya en azından bu kurumu imha etmeyi hiç düşünmeden, ücretini almak veya biraz daha fazla nemalanmak için bilgi üretip dağıtan insana biz aydın diyemeyiz. Diyebilir miyiz?
Aydın ile piyasa, tarihselliğimizin geldiği noktada, birbirlerinin kanına susamış kurumsallıklardır.
Teknokrat veya “teknokratsia” ise bilgi üretimi ve dağıtımını dünyalığını doğrultmak için meslek edinmiş bir insan tipidir. Bir piyasa canavarıdır. Baş düşmanı da aydındır.
Bilgi, bu iki birbirine taban tabana zıt yaratığı, teknokrat ile aydını, “teknokratsia” ile “inteligentsia”yı, birleştiremez.
Avrupa bize niye aydın ihraç etsin? Kendisinde var mı?
O zaman yine soralım: Avrupa'dan, tekelci kapitalizmlerden veya emperyalist demokrasilerden aydın çıkar mı? Birtakım bilgiler üreten/taşıyan/yayan insanlar elbette çıkar ve bunlar içinde bulundukları dillerin, kültürel birikimin yardımıyla bazı alanlarda erken adımlar atmış da olabilirler. Ama o üretimi ve üreticilerini biz aydın olarak görmek zorunda mıyız?
Fakat tersinden kendimize de bakmalıyız: Bunların piyasa dediğimiz, insani olan her şeye düşman bir kuruma bilerek ve isteyerek hizmet eden bir “paralı askerler ordusu” olduğunu söylemek, bizi kolayca aydın kimliğiyle mi buluşturur?
Bu tür kolaycılıklar da bizden uzak olsun.
Gelmek istediğimiz nokta şu: Türkiye'de 8 milyona yakın üniversite öğrencisi var. Bilgi düzeyleri küçük bir azınlık dışında üniversite tanımına yakışmaz. Ama nitelikleri ne olursa olsun, genç insanlarımız cumhuriyet enkazını, Türkiye'yi terk ediyor. Kafalarında çoktan terk etmişler zaten. Yaşlılar da gitmeye teşne, ama rezil olacaklarını ve fazla vakitleri kalmadığını bildikleri için olmalı, bir cumhuriyet enkazında gün saymayı, ölümü beklemeyi yeğliyorlar. Bunlara saygı duymak zorunda değiliz. Yanlış bir filmde olduklarını hatırlatmak zorundayız. Sadece bu toprakların ve insanlarının aslında aşkın bir eşitlikçi topluma, sosyalizme geçiş için yeterince olgunlaştığını düşünen, halkını gerçekten seven kavgacılarımızı önemsemek zorundayız.
Avrupa'da veya Türkiye'de, nerede olursa olsun, piyasa ve demokrasisini ya da faşizmlerini aşmaya yemin etmiş, bilgiyi bunun için üretip dağıtmayı hayatlarının merkezine koymuş insanlar aydın kavramı içinde tartışılmayı hak ediyor. Üretimlerine bu çerçeve içinde bakabiliriz.
Gelmek istediğimiz nokta şurası: Türkiye üzerine bir takım “ak saçlılar”, hatta artık saçı falan da kalmayanlar, Avrupa'dan reçeteler gönderip duruyorlar ve demokrasi çağrıları yayımlıyorlar. Bir liberal sürü bunlar: Türkiye'nin 1923'ten beri bir “anomali” olduğu konusunda ortak paydaları var. Her şeyleri yanlış, tüm öngörüleri hatalı ve dünyaları piyasa ekonomizmi ve demokrasisini aşamayan, ağzı laf yapan, tekeller ve demokrasisine övgüler, Türkiye egemenlerine de sövgüler yağdırmayı iş edinmiş insanların çağrılarına tanık oluyoruz.
Türkiye'den Avrupa'ya demokrasi bulmak için kaçanları, ciddiye alamayız. Avrupa'dan Türkiye'ye demokrasi reçetesi gönderip duranları ahlaklı sayamayız. Bütün bu dinci rezaletleri, “Türkiye'deki vesayet rejiminin yıkılması için” AKP'ye destek çıkanları, bunların bilgi diye ürettiklerini, İslamcı Ankara'yı halkımızın başına saran liberal döküntüleri, aydın kavramının dışında tutmak zorundayız.
1917 ve ardından da 1923'ün tamamen tasfiye edildiği koşullarda, biz, işçi sınıfı devrimcilerini de aydın kavramını da bu kazanımlarla ve piyasa mekanizmasıyla tarihsel ilişkisi içinde yeniden tanımlamak zorundayız. Sosyalizmsiz bir tanım, mümkün değil.
Kuşkusuz “kaçanların” da bir gün aydın olma şansı var. Bilgi üretiminde ve dağıtımında aşkın doruklar aradıklarında ve bunu piyasa mekanizmasının, meta üretiminin imhası, merkezi planlı ve eşitlikçi bir kamu ekonomisine geçiş, bu geçişin kültürüne hizmet için çırpındıklarında, aydın olmakla buluşabilirler.
Türkiye aydın ihraç etmiyor. Türkiye teknokrat ihraç ediyor.
Türkiye aydın ithal etmiyor. Türkiye teknokrat ithal ediyor.
Türkiye'nin aydını kendi içinde. Sosyalizm mücadelesi içinde.
Faşist AKP'ye karşıtlıktan aydın çıkmaz! Lodosçuluktur!
“Gemisini kurtaran kaptan” tugayları memleketlerini terk ediyor ve yoksul bir ülkenin çok kısıtlı olanaklarında fırlak zekâlarını kullanarak edindikleri bilgileri iyi bir maaş için pazarlamaya çalışıyor. Bu teknokrat sürünün aydın kavramına da el koyduğuna tanık oluyoruz.
Burada hadise çıkarmak zorundayız.
Buna göz yumamayız.
AKP karşıtlığı aydın üretmiyor. AKP karşıtlığı, işin alfabesi bile sayılmayacak kadar basit bir doğru. O basitliğin üzerinde aydın yükselmez. O basitliği çok aşan bir toplumsal sistem arayışına bakmamız gerek.
Tek tük istisnaları bir yana koyarsak, yaşlı kıtada epeydir böyle bir kimlik yok. Avrupa aydınsız. Tek tük istisnaları da ana akım medyadan bulamazsınız. Ana akım medyada arz-ı endam eden her “aydın reklamını”, elimizin tersiyle itmek durumundayız.
Acı olan şu: Türkiye kökenli, Türkçeli, ama Avrupa tekellerinin ve devletlerinin attığı demokrasi kemikleriyle kendilerine aydın dedirtmeyi başaran bir sürü var. Bunlar eskiden vesayet rejimini dincilerle tasfiye etmeye çalışıyor ve Türkiye'yi demokrasiyle barıştırmaya çalışıyorlardı. Son dönemde sürekli bu dincilerden dayak yiyorlar. Uzlaşamadılar, paylaşamadılar. Şimdi güya dinciler ve Türkçülerle didişip, Avrupa'nın attığı kemiklerden Türkiye'ye reçete sunmaya çalışıyorlar. Türkiye'nin battığını görüyorlar. “Lodosçuluk” yapacaklar.
Aydın çok başka bir şey. Lodosçudan aydın çıkmaz. Teknokrat bir tür lodosçudur.
Biz, aydını yeniden tanımlamak ve sosyalizmsiz böyle bir tanım yapılamayacağını göstermek zorundayız.
Tekrar gibi olacak ama, asıl mesele şu: Bu Avrupa ve demokrasi hayranı sürülerden aydının aşkın dünyasına yaraşır, insanlığın büyük mücadelesine katkıda bulunacak değerler üretebilmiş, reel sosyalizmi bir küfür nesnesi değil, bütün erken deneyimleriyle insanlığın yegâne kazanımı saymış bir aşkınlık “çıkabilemez”. Avrupa'daki AKP muhalefetinin ezici çoğunluğu, AKP'nin sonunun geldiğini hissedecek kadar “tilkidir”, yeni dönemin kanlı piyasalarından ekmek yemeyi aydın olmak diye yutturabileceklerini sanıyorlar.
Sadece sosyalizmle bir aşkınlığı arayanlar, onlar teknokrat kirinden muaf kalabilirler ve bilgi üretimlerini, bilgiyi taşımalarını ve dağıtmalarını bir aydın eylemi olarak görebiliriz.
“Sosyalizmsiz bir bardak su bile içemeyiz” diye yazıp duruyoruz; aydını sosyalizmsiz, 1917'siz, Avrupa'daki reel sosyalist deneyimler olmaksızın nasıl ve neden tanımlayalım? 1917'ye, onun bir yan ürünü olarak 1923'e, Avrupa'da insanlığa 40 yıl bile olsa bir nefes aldıran reel sosyalizm deneyimlerine yaslanmayan bir “bilgi üreticisi”, en fazla sömürü düzeninin okuryazar bir parçasıdır.
Almanya Avrupası, “tekelistan”, 1917 ve sosyalizm deneylerine küfretmeyi meslek edinmiş insanlar üretiyor ve bunları bizim gibi piyasa mekanizmasının tıkandığı, sömürünün yeni bir toprağa gereksinim duyduğu bölgelere “çözüm” diye sunuyor.
Başta sözünü ettiğimiz “ithalat ve ihracat” bu işte. Böyle bir “uluslararası ilişkiden” aydın falan çıkmaz, buradan sadece aydın düşmanlığı çıkar. Biz burada yokuz.
Bu saldırıyı, bunların bilgisini aşarak ve her kirlerini yüzlerine vurarak göğüsleyebiliriz.
Hiç mi olmaz? Hiç mi çıkmaz.
Elbette Avrupa'dan da aydın çıkar, eğer bizdeki devrim kelebeğini, bir sosyalist kuruluşu kabullenirlerse ve bizden öğrenmeye başlarlarsa, o zaman Avrupa'nın aydınlarından söz edebiliriz.
Onların ve bizim teknokratların AKP muhalifliğini ciddiye alamayız. “Mussolini-Hitler-light” bir rejimi Türkiye'nin başına bu sürü bela etti, dinci bir faşizmi kolaylaştırdı çünkü.
Aydın olmakla ne ilgileri var?