Sezar daha “E, git şu delilerin köyünde dene yöntemini, ya şanın yürür ya aslanlarla oynarsın” mealinde konuşur konuşmaz, bu ruhanî liberale acırsınız…

Asteriks’in ‘kişisel gelişimci’ye naniği!

Asteriks çizgiromanının yeni çıkan sayısındaki macerada, direnişçi köylülerimizi bu kez “kişisel gelişimci” alıklaştırmayla mücadele ederken görüyoruz.

‘Beyaz Süsen’de herkesin özel alanı olarak günümüz dinleri, inanç sistemleri ti’ye alınıyor.

Şöyle yapalım mı… Sokak hayvanlarının itlafının bile “ötenazi hakkı” diye tanımlanabildiği, nereye dokunsanız irin fışkıran bir çürümüşlükle mücadelenin göbeğinde, ne de olsa pazar yazısıdır deyip, biraz soluklanma kaçamağı için, MÖ 50 yılına atalım mı kendimizi? Hatta daha ötelere gidelim, kadim efsaneler zamanına… Maksat girizgâh olsun ya, gitmişken de yakamıza bir çiçek iliştirelim.

Bu çiçekten öyle bir renk cümbüşü yayılsın ki, gören yakamıza gökkuşağı doğdu zannetsin. 

Çok başarılı olmadı sözü çiçeğe bağlamak, kabul. Bari adını da verelim. İris diyelim, gökkuşağı tanrıçasına reveransla. Soyadı, Süsen olsun.

Tanrıça İris, gökkuşağından çıkıp çıkıp gelerek, yeryüzüne gökyüzünün haberlerini taşısın. “Zeus ve Hera, müjdeliyor ki…” filan diye gönüllere cennet bahçesinden ferahlıklar salsın. Sonra, yeryüzünü terk edecek kadınların ruhlarını tutsun ellerinden, geldiği yere götürsün.

Çiçek, adını aldığı tanrıçayı öyle sembolize etsin ki. İlk bakışta, göz alıcı gökkuşağı renkleriyle cıvıldasa, ilettiği mesajlar en çok pembe rengin tonlarını taşısa bile, bir görevinin de, ruhların yer altı dünyasına geçişine rehberlik etmek olması nedeniyle, hüznün grisi de düşse üzerine. Ayrılıkların, vedaların grisi de düşse. Bir “mezar çiçeği” olmanın, ölümle vedalaşılanın toprağında kendiliğinden bitmenin acı karası da düşse…   

Hoppalaa… Tatlı tatlı giderken, gökkuşağından siyaha, cennet mesajından yerin dibine, müjdelerden hüzünlere, kavuşmalardan vedalara, ne oldu da, langadank düştük böyle? Nasıl soluklanma kaçamağı bu, diyeceksiniz? Ben de anlamadım ki. Ne acayip çiçekmiş değil mi? Efsanesini de batırdı. 

Belki de çok ileri, yani geri gittik. Biz yine MÖ 50’de kalalım. Roma İmparatoru Jül Sezar’ın bütün Galya’yı fetheden muazzam ordusunun kuşatıp da bir türlü içine adım atamadığı  bir köyde konaklayalım. Evet evet, orada…

1961’den bu yana,  başlangıçta René Goscinny’nin senaryoları, Albert Uderzo’nun çizimleriyle dünyanın her köşesindeki her yaştan okurların büyük ilgisini çekmiş olan, 1977’de Goscinny’nin ölümüyle, Uderzo’nun tek başına sürdürdüğü, 2003’te yazarlığı Jean-Yves Ferri’nin, çizerliği Didier Conrad’ın üstlendiği çizgiroman Asteriks’in maceralarının 40’ıncısı yayınlandı.

Adını yukarıda kısaca anlattığımız çiçekten alan “Beyaz Süsen” (“L'Iris Blanc”) macerasında Conrad’ın çizgilerine bu kez Fabrice Caro’nun (“Fabcaro”) senaryosu eşlik ediyor.

Maceraya geçmeden, değinmemiz gereken bir şey var. 63 yılda 40 kitap, bir çizgiroman için, düşük bir sayı gibi gelebilir. Asteriks’in, yansıttığı felsefesi, dünya görüşü, politik mesajı kadar ayırt edici yönlerinden biri de budur ama. Sanki, okurların “gülüp eğlenmesi” kadar, hatta daha çok, günceli izleyip, sosyal olgular, akımlar, gelişmelerle ilgili “durup düşünülmesi” gerektiğine karar verince, çıkıp sözünü söylemeyi gözetir gibidir. Yerimiz bunları örneklemeye elvermez, kesip konuya geçelim.

İris, Türkçeleştirelim, Süsen çiçeğinin beyaz renkli olanının anlamı, “saflık” olarak tanımlanıyor. Beyaz ve saflık deyince, akla gelen olumlu birleştirmeler malum tabii. Ama macerayı okuyunca, bu “saflık” anlam değiştiriyor.

Konu şu: Koskoca Roma ordusu, işgalciye inatla direnen küçücük, yoksul bir Galya köyü yüzünden hayattan bezmiştir. Kepazelik düzeyindeki bozguna uğramaların sürekliliğiyle bölgede yaşanan moral çöküntü,  her yere yayılmış, istila savaşlarından yorgun düşmüş askerler ve komutanlar düzeyinde, askerden kaçmalar, görevden toplu istifalar başlamıştır.  Sezar, “akıldane”lerine bu durumdan yakınıp çare sorduğunda, “orduların hekimbaşı” Dilibalsıçanyus, ilhamını Yunan felsefeci Spekülos’tan alan “Beyaz Süsen” yöntemini uygulama izni ister. Orduyu yeniden savaşa yönlendirecektir.

Nedir o yöntem? “Kişisel gelişim” modasının doğuşudur! Pozitif düşünce, sağlıklı beslenme, empati, güzel enerji, olumlu ifade, olumsuzluğu, öfkeyi, hırçınlığı törpüleme, karşılıklı diyalog, kendiyle barışık olma… “Meseleyi mesele etmezsen, ortada mesele kalmaz!” 

Dilibalsıçanyus’un yöntemi şimdi tabii yabancı gelmez, MS 2024’teyiz!

Neyse, Sezar daha “E, git şu delilerin köyünde dene yöntemini, ya şanın yürür ya aslanlarla oynarsın” mealinde konuşur konuşmaz, bu ruhanî liberale acırsınız…

Bir yandan Romalılar “yapıcı bir işgale” ikna edilirken, bir yandan da, “bal dilli” söylemlerle sızılan Galya köyünde, “bireyliğin farkına varış ve kendi önemine vurgu”yla egolar okşanmaktadır.

“Dalgayla mücadele etmemeliyiz, dalganın akışına kendimizi bırakmalıyız!” Salak lejyonerler!

Şimdi, ister bir şeyhin göbeğe divitle müdahalesi, ister bir yoginin “hum”laması, ister Merkür’ün yalpaları, ister kucak terapisi, ister evrene enerji dalgaları, gizem tütsüleri, cinsel arınma ayinleri… Herkesin kendi özel alanı olarak günümüz dinleri, inanç sistemleri çeşit çeşit. Ama sadece para tuzağından, inanç ticaretinden ibaret değil bunlar. Nitekim, Asteriks’in köyünde para geçmez. Dilibalsıçanyus da, beş kuruş talep etmez. Asteriks maceraları, daha derine bakar. Ticari sömürünün ötesine. Sosyal ve kültürel inşa amacına.

Beyaz Süsen çiçeği, “saflık”tı. “Alıklık” anlamındaymış desek, çiçeğe ayıp. Nereden alıyordu adını? Olimpos tanrılarının mesajını yeryüzüne iletenden. Tanrıça, tanrıları övmüyor, ölümlülere müjdeler veriyordu, “önemli olan sizsiniz”… “Çok güzel bir enerjin var Oburiks. Arkaik hödüklüğünün arkasında başkaları için çarpan yumuşacık...” “Dediğimdediks, itkilerini yapıcı bir güce…” Tanrıçanın ölümcül yüzü, ölümlüleri yerin dibine taşıyan zarif refakatinde mi görülüyordu? Dilibal…’ın, Kakofoniks’in ezgilerini bile övmesiyle yarışır bir düzen…

Her macerada olduğu gibi, kötüler, işgalci işbirlikçileri tam kazanacaklarına ikna olurken, çarşı karışacaktır.  “Tam da Galyalılar gevşemeye bizim askerler yiğitlenmeye başlarken…” Dahası köyün şefinin karısını bile ikna etmişken…

— Bu çakma bilge yumuşak yumuşak bizi uyuşturuyor gibi gelmeye başladı bana. Romalıların muhtemel saldırılarına karşı da gardımızı düşürüyor. Bizimkiler eleştirel düşünce ve direniş konseptini komple kaybetti…

Bu arada köyde rabarba: “Her nabza ayrı şerbet… her şeyin bir şeyi… İfade özgürlüğü her şeyden ön… Azınlıklara alan açmak… Şerefli mağlu…”

Ve çok tanıdık bir yumruk sesiyle perde: Donk!

Finalde bütün cakası sönmüş foyası açıkta “kişisel geliştirici”nin köyü terk edişi… Sezar’ın küplere binişi…

Her maceranın son karesi olan köyün şölen masası…

Asteriks, sadece ticarete bakmaz… Altındaki tehlikeye karşı uyarır, gereğini gösterir. Hem de çoktanrılı bir köyde.

— Tanrıların sevgili kulu Galyalıların köyüne nasıl giderim?
— Tanrıların nesi, nesi? Bir daha söyle de gör gününü!

Bir çizgiroman bunu yapmayı görev bilirken, ülkemizin aydın birikiminin de, bu sözde mistik, irrasyonel yatıştırıcılara, bu öfke dindiricilere, kendi içine yani bomboşluğa astral yolculara, bu enerji israfçılarına, özetle sistemin uyuşturucu şırıngası düzenbazlara bir yanıtı olacaktır elbet: Donk!

Tatlı dilli felsefenin pembesini kazıyınca, ölümün siyahı görülecektir.