İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak yetmiyor. Eğitim sistemini değiştirmek bunun için de, başta toplumsal cinsiyet eşitliği olmak üzere insan haklarına, laikliğe ve bilimselliğe önem veren ve her türlü sömürüye karşı olan anlayış sahiplerini iktidara getirmek gerekiyor.

Asıl hedef İstanbul Sözleşmesi mi, kadın mı?

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığından kısaca ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak adlandırılıyor. İstanbul Sözleşmesi, ev içi şiddet, taciz amaçlı takip, tecavüz dahil cinsel şiddet, cinsel taciz, zorla evlendirme, kürtaja zorlama gibi davranışlara yönelik cezai ya da başka bir hukuki yaptırım öngörüyor.

Türkiye 11 Mayıs 2011’de imzaladığı sözleşmeyi, 14 Mart 2012’de onaylayıp 2014 yılında yürürlüğe koysa da, ilgili yaptırımlarda pek bir değişiklik olmuyor.

Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ dersi açıyor. YÖK de, ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi’ni1 açıklıyor. Bu açıklamanın bir bölümünde, “Bu belge, ülkemizin 1985 yılında imzalamış olduğu CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi), 2011 yılında imzalamış olduğumuz İstanbul Sözleşmesi (Kadına Karşı Şiddetin ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) ve Anayasamızın başta 10. maddesi olmak üzere diğer ilgili maddelerine, ilgili mevzuata ve Yükseköğretim Kurulunun 28.05.2015 tarihli Genel Kurul kararına dayanılarak hazırlanmıştır. Yükseköğretim Kurulunun bütün bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt etmektedir” diyor! Arkasından da ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni başlatıyor.

Günlük yaşamda bu girişimlerin bir etkisi görülmüyor. Türkiye, Dünya Ekonomi Forumu’nun toplumsal cinsiyet eşitliği raporlarında istikrarlı bir şekilde son sıralarda yer alıyor. Ayrıca kadına şiddet, cinsel taciz, çocuk evlilikler ve çocuk annelerin sayıları akıl-almaz ölçülerde artıyor. Koruma isteyen kadınlara koruma verilmiyor. Kadına şiddet uygulayanlar serbest bırakılırken tecavüzcülere verilen cezalarda “iyi hal!” indirimi yapılıyor. Hatta tecavüze uğramış kadının tecavüz edenle evlendirilmesine kalkışıldığı gibi, yargı da, tecavüze uğrayan çocuklar için, “Rızası var” bile diyebiliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, şiddet gören kadınlara 'şiddeti kabullenmeyi, hatayı kendinde aramayı ve meseleleri aile içinde çözmeyi' tavsiye edip resmi kurumlara başvurmayı ise en son yapışacak iş olarak telkin ediyor.

Bu insanlık dışı gelişmelerin arkasında, ne yazık ki ülkeyi yönetenlerin, “Kadının fıtratında var” diyerek toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı çıkması yatıyor. 

Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ile erkeğin biyolojik ya da fiziksel olarak eşit olduğu anlamına gelmiyor; günlük yaşamda, doğum ve çocuk emzirme gibi özel durumlar dışında, kadın ile erkeğin her konuda eşit olması ve toplumsal yaşamın her alanına eşit katılım hakkına sahip olması anlamına geliyor. Kısaca kadın ve erkeklerin eşit hak, fırsat ve olanaklara sahip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olmak, kadına erkeklerle eşit hakların verilmemesi, kadına karşı ayrımcılık yapılması, en azından kadının küçümsenmesi anlamına geliyor.

Toplumsal cinsiyete inanmayanların önemli bir bölümü, AKP milletvekili adayı Uğur Işıldak’ın bir televizyon programında açıkça söylediği gibi, “Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var” (gazeteler, 9 Nisan 2015) diye düşünüyor. İnsan, kadına bu gözle bakanların, farklı cinsel eğilimleri olanlara nasıl baktıklarını düşünmek bile istemiyor. Diyanet İşleri başkanının geçen Nisan ayında işi gücü bırakıp LGBTİQ+ bireyleri hedef göstermesi akla geliyor.

Kadın karşıtlığı kendiliğinden oluşmuyor. En azından 60-70 yıldır, imam hatiplerde, Kuran kurslarında, tarikat çevrelerinde ve son olarak 2017 müfredatında genelde toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı öğretilere yer veriliyor. Üstelik bu konularda başı Diyanet Çocuk Dergisi çekiyor. Hatta bu tür öğretilerden geçen kadınlar içinde bile toplumsal cinsiyet eşitliğini benimseyenler çıkıyor. Ülkeyi yöneten iktidarların isteğiyle ya da aymazlıkları nedeniyle gerçekleşen bu öğretiler, kadın-erkek eşitliği konusunda toplumun talihsizliği oluyor. 

Demokratik kitle örgütleri yerine tarikatların yaygınlaşması, toplumun bir başka talihsizliği oluyor.

Yapısal olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olan AKP’nin, 2011’de İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamış olmasına şaşırmamak gerekiyor. Çünkü AKP’nin geçmişten bu yana takiyeci olduğu biliniyor. AKP hava durumuna bakıyor: Hava bulanıksa, Avrupa Birliği Müktesebatı konusunda ve bu sözleşmede olduğu gibi, durumu kurtarmak için hemen imzaları atıveriyor. Hava günlük güneşlik olunca, rahatlayınca, imzaları kerhen attığını belli ediyor. Bu konuda toplumun bir başka talihsizliği, 18 yıldır iktidarda olan AKP’nin daha hoşgörülü olacağına, tutuculuğa daha da sıkı sarılması oluyor. 

Profesörlerin bile kadın-erkek eşitliği konusunda, çağdaşlıktan nasiplerini almamış olmaları, toplumun bu konudaki diğer talihsizliği oluyor.

Eğitim profesörü olan eğitim bakanı, tutucular istedi diye cinsiyet eşitliği dersini anında ders programından çıkarıveriyor (gazeteler, 12 Eylül 2019).

Akit Gazetesi’nin bir yazarı, “Üniversitelere yön veren Yükseköğretim Kurulu tarafından Tutum Belgesi adıyla üniversitelere gönderilen genelgede Toplumsal Cinsiyet Eşitliği zırvasının tüm okullara ders olarak dayatıldığı ortaya çıktı. MEB’in uygulamaktan vazgeçtiği, eşcinsellik sapkınlığının kamufle edilerek sunulduğu bu aymazlığın, ilahiyat fakültelerinde dahi ders olarak okutulduğu öğrenildi … YÖK bu zırvalıktan vazgeç” diye çağrıda bulunuyor (11 Şubat 2019).  2015’te “toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt eden” ve 21 profesörden oluşan YÖK, hemen, “Projenin toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır” deyip cinsiyet eşitliği projesine son veriyor. “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı YÖK’ün resmi internet sitesinden de çıkarıyor. Üniversitelerde açılmış olan kadınlarla ilişkili merkez türü yapılanmaları da kapatıyor.

Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliğinin benimsenip yaygınlaşmasını sağlamak için, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak yetmiyor. Eğitim sistemini değiştirmek bunun için de, başta toplumsal cinsiyet eşitliği olmak üzere insan haklarına, laikliğe ve bilimselliğe önem veren ve her türlü sömürüye karşı olan anlayış sahiplerini iktidara getirmek gerekiyor. 

[email protected]