Bu ülkenin finansal kaynakları, varlıkları, üretimi, hizmeti, tarımı, enerjisi, madeni ve en önemlisi işgücü, yabancı patronlara peşkeş çekiliyor. Bundan âlâ istila mı olur?

Arsız istila

Geçen akşam, Tele1’de Zeynel Lüle’nin Gerçeğin Peşinde programında sığınmacı konusu tartışılırken, konuklardan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan: “Türkiye istila ediliyor deniyor. Türkiye’yi istila edenler yoksul göçmenler mi, uluslararası tekeller mi?” diye sordu. Ve devam etti:  “Ben bir yurttaş olarak yabancı sermayeyi tehdit olarak görüyorum, çünkü onlar mülkiyeti ele geçiriyorlar. Tüm kritik sektörler bunların elinde, asıl istila bu değil mi?1

Son günlerin göçmen/sığınmacı tartışmalarındaki en doğru tespitlerinden biri bu kanımca.

Fazla üzerinde durup, ayrıntılandırmaya niyetim yok ama, şu istilacılık konusu nasıl açıldı hatırlayalım. Önce Ümit Özdağ ve benzerleri, sığınmacı Suriyeli’lerin ülkede yirmi yıl içerisinde sayıca artıp yerleşerek “millet” olarak çoğunluğu ele geçireceğini anlatan içi kötü, kendi kötü bir belgesel yayınladı ve adına “Sessiz İstila” dedi. 

Sonra da gerici Yeni Akit’in yazarlarından biri, “Hadi bakalım sessiz istilacılar, bir de 1924 sonrası sessiz istilayı açıklayın” diye köşesinde yazdı. O da, yazıda, Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş yıllarından itibaren tüm laik ve aydınlanmacı kazanımları bir “Sessiz İstila”ya benzetti.

Al birini vur ötekine. Bir yanda milliyetçilik, ırkçılık, diğer yanda yobazlık. Birbirinden gerici, birbirinden karanlık. Karşılarına dikildiğimizde her ikisinin taraftarlarının savunması da aynı: “Bu iş öyle teoriyle, söylemle açıklanamaz, toplumun gerçeklerini bilip eyleme geçmek gerek”…

Hadi ordan!

Toplumun gerçeklerini konuşacaksak, bu ülkenin gerçek istilacılarını konuşalım önce. Hem öyle sessiz falan değil, davul zurnayla davet edilen, altın tepsilerde ikramlarla beslenen arsız istilacıları bilelim.

AKP’nin daha ilk günlerinde kolları sıvayıp giriştiği işlerin başında yabancı sermayeyi ülkeye sokmanın zeminini hazırlamak geldi. 2003 yılında çıkarılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile, yabancı patronların da yerli patronlarla aynı olanak ve fırsatlara sahip olmalarının garantisi sağlandı. 

Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımları (yani yurtdışından sermaye sahiplerinin ülkede yeni tesis kurmak, var olanları satın almak ya da ortak olmak üzere yabancı para getirmesi) 2002 yılına kadar 15 milyar ABD doları seviyesindeyken  2003-2020 döneminde 225 milyar ABD dolarına yükseliyor. Anlayacağınız, AKP, yabancı sermayenin ülkeye girişini kendinden önceki dönemden onbeş kat artırıyor. 

Nasıl yapıyor bunu? Türkiye Cumhuriyetin 1923 yılından itibaren kurduğu üretim tesislerini, enerji kaynaklarını, toprağını, suyunu, madenini, satışa çıkararak. Hem de zorunluluktan, dara düşmekten falan değil, düpedüz, tüccar hevesiyle.

Bu hevesi, 1980’lerde Turgut Özal dışa vurmuştu ilk kez hatırlayalım. Boğaz köprüsü için “Satarız kardeşim satarız. Hem de çok iyi satarız. Alan da çıkar” demişti. 2003 yılında bu kez AKP,  Maliye Bakanının ağzından ifşa etti. Unakıtan, o dönem tepki toplayan Tekel özelleştirmesi için “Babalar gibi satarız” buyurmuştu.

Sattılar, satıyorlar nitekim. Peki kime neyi sattılar? TC Cumhurbaşkanlığı yatırım ofisinin verilerine göre 2003-2020 yılları arasında en fazla uluslararası doğrudan yatırım çeken ilk dört sektör finans, imalat, enerji ve bilişim olmuş.

Bu yıllar arasında ülkeye giren yabancı sermayede ilk dört ülke de:  Hollanda, ABD, İngiltere ve Körfez ülkeleri olarak açıklanıyor. Türkiye'deki uluslararası sermayeli şirketlerin sayısı 2002 yılında 5.600 iken, 2020 yılı sonunda 73.675’e ulaşmış, onüç kattan fazla artmış.2

2021 yılı için de Anadolu Ajansı, pandemi krizi sonrası,  İsveçli mobilya şirketi IKEA, Polonya hazır giyim firması LPP, Alman ilaç firması Boehringer Ingelheim gibi yabancı imalat şirketlerinin nakliye ve tedarik avantajları gerekçesiyle üretimleri için Türkiye’ye yatırım hazırlığında olduğunu duyurmuştu.3

Sermaye girişinde Hollanda başta ardında ABD İngiltere falan dedik ama, bu yetmiş üç bin küsur irili ufaklı yabancı patronun 13 bine yakını da Suriyeli, onu da not düşelim. Afganistan Irak gibi Türkiye’ye göçmen veren ülkelerden de bolca patron var listede. Yabancı patronlar listesini detaylı incelemek isteyenler yazının altında dosya linkini kullanabilir.4

Bu şirketlerin istihdam sayılarına ilişkin verilere ulaşmak ise o kadar kolay değil. Bu konuda TekGıda-İş Sendika Akademisinin geçen yıl bir çalışması yayınlandı. Bu çalışmada da sadece bankacılık sektörüne ilişkin görece derli toplu istihdam verilerine ulaşılabilmiş. Buna göre, 2020 yılı sonu itibariyle ülkede 52.155 kişiyi istihdam eden 21 yabancı sermayeli banka bulunduğu raporlanmış, ayrıca 1980 yılında yabancı sermayeli banka sayısının sadece 4 olduğu da hatırlatılmış5. Onun dışındaki onbinlerce işçinin ise toplu verileri ancak tek tek işletmeler ve şirketler düzeyinde ek çalışmayla derlenebilir gibi görünüyor. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı patronları nasıl davet ettiğine, daha doğrusu “satış” stratejisine gelince, o da şöyle:

Cumhurbaşkanına bağlı Tanıtım Ofisinin yayınladığı Invest in Turkey (Türkiye’de yatırım yapın) broşüründe, yabancı patronlara Türkiye’ye neden gelmeleri gerektiğine ilişkin on madde sunulmuş. On maddenin ilk üçü biraz gevşek. Stabil ve güçlü ekonomi, fırsat yaratan stratejik konum, varlıklı ve harcamaya yatkın iç pazar gibi başlıklarda AKP iktidarı inandırıcılığını yitiriyor bana göre. Ama sonra öyle cömert ve çekici maddeler sıralanıyor ki, yabancı patronlar ilk gafları görmezden geliyor olmalı.

Bu altın tepside neler yok ki? Yoğun genç nüfus; düşük işgücü maliyeti (ucuz işçi cenneti diye okuyun); özel sektör öncülüğünü yerleştirmeye dönük reformlarda yirmi yıllık süreklilik ve kararlılık (AKP döneminin başlangıcından itibaren, iş ve sosyal güvenlik yasalarından, özelleştirme düzenlemelerinden, sermaye piyasası düzenlemelerine, kronolojik olarak sunulmuş bir liste); sermaye-sever karakter (yanlış okumadınız, buna İngilizce karşılığıyla “business -friendliness” diye bir özel madde ayrılmış) ve nihayet her sektör için ayrı ayrı kazançlı teşvik uygulamaları. Maddelerin çoğu birbirini tekrar ediyor ama özü bu. Broşürde bir de her mağrur tüccarın yapacağı gibi, bir memnun müşteri portföyü de sunulmuş.6

Tüm bunlar ne anlama geliyor biliyor musunuz? Yirmi yıldan fazla süredir bu ülkenin finansal kaynakları, varlıkları, üretimi, hizmeti, tarımı, enerjisi, madeni ve en önemlisi işgücü, yabancı patronlara peşkeş çekiliyor. Özelleştirme adı altında sattıkları işletmelerde kitlesel işten çıkarmalara, hak kayıplarına yol açtılar. Madenlerde işçileri piyasanın acımasızlığına, taşeron patronların doymak bilmez hırsına bıraktılar. Sonucunu içimiz kavrularak yaşadık Soma’da.

Büyük ölçekli işletmelerde, kurumsal ve zengin patronlara nitelikli ve ucuz, örgütsüz ve denetlenebilir işçiler pazarladılar. Yerli yabancı tüm sermayeye hizmet olsun diye ülkede çalışma rejimini eleğe çevirdiler. İşçi sınıfının kazanılmış haklarına hiç ara vermeden kırk yıldır saldırıyorlar.7 Ülkenin ulaşım, barınma, gıda, eğitim sağlık gibi sektörlerinde gözlerini kırpmadan, yurttaşların yaşamsal gereksinimlerini ve temel hakları değil yabancı patronların kâr ve kazançlarını öncelik listesine koydular. Hadsiz ve arsızca. 

Sonuç? Her geçen gün şeriat benzeri uygulamalara uyanan; hukuksuz ve zorbalıkla sınanan; açlık ve yoksullukla boğuşan; üretimi varla yok arasında; tarımı tüketilmiş; enerji kaynaklarının madenlerinin kontrolünü yitirmiş; hizmet sektöründe emekçilerini “keyfini çıkarın” diye müşteriye sunan; gençlerinin geleceksizleştiği; kadınlarının öldürüldüğü; iş ve meslek sahibi olanların mutsuz; işsizlerin umutsuz olduğu bir ülke.

Bundan açık peşkeş, bundan âlâ istila mı olur?