'Gezi’yi izleyen dokuz yılda Türkiye siyasal olarak gerilediyse, emekçiler daha fazla ezildiyse, nedeni tartışmasız biçimde örgütsüzlüktür.'

Armutlu'dan örgütlenme iyimserliği

Antakya’da Armutlu’nun sokaklarındayız. 1 Ekim’de bir semt evi daha açılıyor... 

Türkiye’de AKP’ye karşı duran kamuoyu ise iki saçma uç arasında salınıyor. Birincisi “telaşa mahal yok” ucudur. Buna göre toplumun yararını gözeten birileri vardır ve halkın kendisini seçmene dönüştürüp oyunu kullanacağı günü beklemesi gerekmektedir. Şimdilerde aslında muhalefetin cumhurbaşkanı adayının değil memleketin kurtarıcısının kim olacağı tartışılmaktadır…

İkinci uç gericiliğin çoktan kazandığı ve halkın herhangi bir erdemli davranış gösterme yeteneğini yitirdiği görüşündedir. İnsanlar iyiye inanmamakta, herkes dar çıkarının peşinden gitmektedir. Mücadele lafları yalan olmuştur, mücadele edenler Timur’un huzuruna çıkan Nasrettin Hoca'ya benzemektedir. Böyle bir toplumun örgütlenmesini beklemek hayaldir. 

“Doğru” salınımın ortalarında bir yerde bulunamaz. Yani unu tamamen seçim ipine sermeyip bir kısmını ayrıca yoğurmakla, halkın o kadar olmasa da şu kadar duyarlı olabileceğini düşünmekle bir yere varılması mümkün değildir.

Zaten biri halkın vereceği oya sonuna kadar güvenen, diğeri de aynı halkın doğruya yanaşabileceğine zerre inanmayan iki aşırı uç pratikte birbirinin içine girer. Aslında halkta güvenilecek bir nitelik görmeyenler kurtarıcı arayışına yönelir. Kurtarıcı arayışı ise, “cahil ve hareketsiz” kalabalıkların toplumları yanlıştan yanlışa sürükleyen tipik hastalığıdır... İki uç ters yoldan da birbirine yaklaşır. Telaşsızlık önerilen kitleler günü geldiğinde oy vermek için bile enerji bulamayacak ve kayıtsızlara dönüşeceklerdir. 

Doğru denklem başka yerde kurulmak zorundadır. Galiba yanlışın temeli toplumun hareketine ilişkin yaygın yanılgıdan, bir galatı meşhurdan besleniyor. O da, toplumun ancak gıdım gıdım, merdiven basamaklarını ağır ağır çıkarcasına değiştiğidir. 

Ortada bir merdiven vardır var olmasına; ama bu kitlelerle değil bireylerle, üstelik esasen değişmenin konusu olanlarla değil, değiştirmenin öznesi sayılanlarla ilgilidir. Örneğin bugün Türkiye’yi gericilikten kurtarmak, yoksulluğun kanıksanmasını önlemek, haksızlıkları durdurmak, özetle ülkeyi “düzeltmek” için uğraşan insanlar her gün gıdım gıdım emek vermek durumundadırlar. İğneyle kuyu kazılacak, bıkmadan usanmadan anlatılacak, doğru içerik ve biçimi bulmak için çok emek harcanacaktır. Bu emeği istikrarlı ve gerçekten elinden geldiği ölçüde verenler zaten daha fazla çalışıp da sıçrama kaydedemeyeceklerdir. 

Ancak iş, bu çabanın konusu olan kalabalıklara gelince, orada basamakları tek tek çıkan ihtiyarların memleketi batırmaya çalışanların hızına yetişmesi asla söz konusu olamaz. Neyse ki, hiçbir zaman, hiçbir yerde koskoca toplum yavaş yavaş aydınlanmaz. Bu topluma damla damla biriken bir emek harcanır. Toplum ise sürpriz yapar, sıçrayıverir. İleri mevzilere doğru hamle yapar. Uçlaştırayım; insanlıktan çıkmış benciller, olup biteni anlamaktan yoksun cahiller topluluğu, bir bakmışsınız tüyleri diken diken eden bir aydınlanma yaşıyor, büyük bedelleri göze alan işlere kalkışıyor!

2013 Haziran Direnişi'nin merkezlerinden biri olan, Antakya’da, Armutlu’nun sokaklarında geziniyorum birkaç gündür. Bu yazının yayınlandığı gün orada da bir semt evimiz açılacak. 

“Gezi” patlamadan birkaç gün önce bazı dostlarımız, neden bu kadar zorladığımızı soruyorlardı bize. 1 Mayıs’ta merkeze konması gerekenin kitlelerin siyasete katılması, örgütlenmesi olduğunu, Taksim civarında polisle çatışmanın bu açıdan boşa kürek çekmek olduğunu söylemiş ve Kadıköy’de ayrı bir miting düzenlemiştik. Dostlarımız “ne yani” demeye getiriyorlardı, Türkiye’de olağanüstü bir gelişme mi bekliyorduk?

Olağanüstü mü, bilmiyorum. Toplumun gelişmesi mutedil değil sıçramalı yollarda gerçekleşiyorsa bir gece aydınlanıp sokaklara dökülen on binler olayına neden olağanın dışındaymış gibi bir anlam yükleyelim? Neyse; bekliyorduk ve bunun emareleri TEKEL işçilerinde, ODTÜ öğrencilerinde, stadyum müdavimlerinde, Antakya’da da Suriye konusunda biriken öfkede kendini gösteriyordu. Yeri gelmişken; ben o 1 Mayıs’a Nisan’ın son günlerinde Antakya’da o ana kadar düzenlenen en kitlesel barış eyleminden çıkıp gelmiştim… 

Solda herkes öyle veya böyle bu mücadelelerden geçiyordu, ama kimilerine göre bunlara heveslenmek yerine –veya bunları yapan bir halkın sıra oy vermeye geldiğinde daha neler becereceğinden hareketle- bir yıl sonra yapılacak olan seçimler beklenebilirdi. CHP bir kurtarıcı bulurdu muhtemelen. Belki de HDP…

Türkiye 2022’de yine biriktiriyor. Olağanüstü bir şey olmayacak, veya aynı anlama gelmek üzere, çoğu toplumsal gelişmede yaşandığı gibi olağanüstü bir takım şeyler olacak! Kurtarıcı beklemenin ötesine henüz kütlesel ölçekte geçmeyen, çıkarcılığı ve mücadeleye isteksizliği cebinde tutmaya devam eden bizim sevgili halkımız illaki sıçrayacak. 

Bu enerjiyi hissetmeden ve dahası, varsaymadan devrimcilik yapılamaz. Evet, bizim varsayımımız iyimserliği temel alır. Devrimcinin, komünistin iyimserliği ayrıca kanıt bulunması gerekmeyen bir ön kabuldür. 

2013 dedim ya, en büyük eksiklik fazla telaşa mahal verilmesi veya yeterince mücadele edilmemesi değildi. Gezi’yi izleyen dokuz yılda Türkiye siyasal olarak gerilediyse, emekçiler daha fazla ezildiyse, nedeni tartışmasız biçimde örgütsüzlüktür. Her halk örgütsüz haliyle ileriye sıçramayı bir biçimde dener. Bizim halkımız örgütsüz sıçramayı deneme kotasını doldurmuş bulunuyor. Bugün devrimciler önce örgütlenme iyimseri olmalıdır.