Kansu’nun “Akasyalı Sokaklar”ı önce başkentin sonra da ülkenin öyküsünü “Kansuca” anlatıp “Işık”landırıyor.
Ben derim ki, sevgili Işık’ın bu kitabını okumadan Ankara’da yaşanmaz, Ankara’ya gelinmez.

AnGara’nın Akasyalı Sokakları

Dostluğun, kardeşliğin yılların imbiğinden süzülüp gelişmesi bir yana, sevgili Işık ağabeyin “Akasyalı Sokaklar”ını yeniden okurken birden bire aklıma geldi ki ben de bir zamanlar akasyalı sokakları olan bir kentte yani İzmir’de doğup, büyümüştüm. 
1960’ların ilk yarısıydı. Eşrefpaşa’daki Hal Binası Meydanı bitişiğindeki kitapçı Tevfik ve turşucu Mehmet’in imalathanesinin karşısındaki Halit Bey İlk Okulu’na gidiyordum.

Her yokuşundan denizi gören sokaklardan bir olan 352 inci sokakta Bakkal Muhittin Amcanın dükkânının üst katında kirada oturuyorduk. Arnavut kaldırımlı sokaklarımızın iki yanı onar metre ara ile yıllar önce dikilmiş çift sıra akasyalarla süslü idi.

İzmir’in o deli yağmurlarında bile hiçbir eve hasar vermeyip doğrudan denize kavuşan suların yıkayıp pırıl pırıl kıldığı sokaklar…

İşte o yılların birinde muhtemelen 1964, bir sabah motorlu testere sesleri ile uyandık. Pencereden baktığımızda sokağın başında o güne kadar hiç tanımadığımız canavar tipli makineler vardı.

Ellerinde motorlu testereleri tutan işçiler, yılların yadigârı kadim kentimin süsü akasyaları birer birer kökünden keserek cansız bedenlerini sokağın ortasına yatırıyordu. Bütün mahalle kadını, erkeği, çoluğu çocuğu ile pencereler, balkonlara üşüşmüştü. Ne yapıyorsunuz siz? Çıldırdınız mı? nidalarımız boğazlarımıza düğümlenmişti.

Sonradan adının Osman Kibar olduğunu öğrendiğim beyaz saçlı göbekli ve gri takım elbiseli yaşlıca bir adam işçileri yönlendiriyordu. Ellerindeki kancaları akasyaların cansız bedenlerine saplayarak kamyon kasalarına istiflemeye başlamışlardı. Arkasından da kesif ve genizleri yakıcı siyah zift tabakası ile kaplanan sokağımız “uygarlık adına” asfaltlanıyordu. O gri takım elbiseli adamın da adı artık gazete manşetlerine “Asfalt Osman” olarak yazılıyordu.

Denizi kız, kızı deniz o güzelim kent sanki ikinci işgal mezalimi yaşıyordu.

***

Uzunca bir giriş oldu belki ama eğer bu kusursa kitabın adındandır. Başkent bu bağlamda yani tarihsel süreç açısından İzmir’den çok daha şanslı.

Efendim gelelim Sevgili Kansu’nun Akasyalı Sokakları’na. Kitap esas olarak yıllardır Cumhuriyetin kalbi devrimin başkenti Ankara üzerine yazılan yazılardan oluşuyor. Bu yazılar Işık’ın bir anlamda öz yaşam öyküsünün ipuçlarını da veriyor. Çocukluğu, haşarılığı, ilk gençliğindeki kolej yılları, üniversite yılları ve gazeteciliğe adım atışın izlerini sürmek mümkün yazılarda. 

Kansu, bu kitabı ile bir anlamda kenti ile iç içe geçmiş bir yaşamı ve bu yaşama ait tespitleri, “hınzır” gözlemleri de barındırarak bir anlamda tarihe de tanıklık ediyor.

Sevgili Işık, bize bu kitabı ile sadece “Akasyalı Sokakları” anlatmakla kalmıyor. Cumhuriyeti, Cumhuriyetin devrimciliğini ve devrimcilerini ve o devrimcilerin kentsel yansımalarını da yeniden gözlerimizin önüne seriyor ve bir anlamda yitip gitmiş hafızalarımızı canlandırıyor. Kireçlenmiş ve bir anlamda kolalanmış beyin kıvrımlarımızı yeniden eski - normal haline getiriyor.

Yazar, bizleri Anıtkabir’den, Çıkrıkçılar Yokuşu’na, İ. Melih’in ansızın bir gece yıktığı Maltepe’deki Havagazı Fabrikasından, Konur sokaktaki manolya ağacına, oradan da Sakarya’daki birahanelere, Bulvar pastanelerine götürüyor. Kitap ile birlikte o sıcak yaz akşamlarında tahta iskemleli sinemalarda Yeşilçam filmlerini izlerken sade gazoz içmenin tadını da yeniden anımsatıyor.

Sayfaları bir solukta tüketirken bir de Menekşe Pasajındaki bir zamanların Maketçi Babür Abi’sinden bir kalyon ya da Spitfaire maketini satın almanın yarattığı heyecan ile bodrum katta o meşhur köfteciden az köfte tek döner1 seansını tamamlamak için tavşankanı çayınızı yudumlayıp, yediklerinizi eritebilmek için Başkentin yokuşlarına tırmanıveriyorsunuz.

Kansu kitabında ayrıca dört yazı eşliğinde bölgede saklı potansiyellerden zenginlik yaratarak sosyo-ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi amaçladığını bildiğimiz GAP’ı “GAP’ta Neler Oluyor?" başlığı altında irdeliyor. 

Bilindiği üzere yukarı Mezopotamya bölgesi sayılan ve tarihte “Verimli Hilal” olarak bilinen bu bölge uçsuz bucaksız bereketli topraklara sahiptir. Dicle ve Fırat’a ve bölgenin sahip olduğu topraklara rağmen, yıllardır bölge insanının büyük çoğunluğu toprağa, toprakta suya hasrettir. Yaşanan sorun, bu çelişkide yatıyor. Bu asırlık çelişkinin yani su ile toprak, toprak ile insan arasında süregeldiğini Kansu’nun satırları bir kere daha çarpıcı bir gerçek olarak yüzümüze vuruyor. Ve yıllardır suyu toprak ile buluşturup insanla uyumunu sağlayamamanın hüznünü çığlığa dönüştüren gözlemlerini yöre gerçeğinden hareketle anlatıyor.

Gelin kitaptan birkaç satıra birlikte göz atalım:

Kızılay’ın ortasında durun. Sağa sola, arkaya öne bir göz atın. Üstünüze üstünüze gelen paltolu, gocuklu, hele hele sürekli elleri kulaklarında “cep”leriyle konuşan griliğin içinden, arasından, yanından, köşesinden bir seçme yapmaya kalkın.
Mutlaka başka bir renk çıkacaktır içinden. Tanımadığınız, bir daha hiç karşılaşmayacağınız bu insan kalabalığından tek kişi çıksın, grilikten sıyrılıp mavi olsun örneğin, yeter. Habire, bile bile kötülüklerle mi karşılaşır insan? Kim demiş, hiç de öyle değil. İyilik mıknatısı galiba insanın kendi elinde...
Artı eksiyi çekmez mi? Çeker.
Artı olmakta yarar var o zaman.
Eksilik uzak olsun, eksi eksiyi itsin, çatık kaşlılık bitsin.
Sokaklarda, geniş caddelerde kaybolurken, ekmek arası döner yerken2, kitapçılarda kaçamak müzik dinlerken, ayakkabı boyacısının fırçası son cilada parmağınızı gıdıklarken, parkta bir bankta anlamsız gözlerle etrafa bakarken, sokak köpeği önünüzde pörsümüş kara burnu ile yaltaklanırken...
Yüzünde bir kıvrım, bir kıvrım daha.
Bak güleceksin, tutma kendini güleceksin.
Gül, insanları ezenler arasına katılma, gül.
Haksızlık etmeden, kardeşçe yaşamak için, durma, gül...

Evet, Kansu’nun “Akasyalı Sokaklar”ı önce başkentin sonra da ülkenin öyküsünü “Kansuca” anlatıp “Işık”landırıyor.
Ben derim ki, sevgili Işık’ın bu kitabını okumadan Ankara’da yaşanmaz, Ankara’ya gelinmez…

2024 yılı üniversite sınavı ile Ankara’daki fakültelere yerleşen sevgili genç arkadaşlara hem hoş geldiniz diyor hem de Akasyalı Sokaklar eşliğinde kenti keşfetmelerini diliyorum.

Akasyalı Sokaklar
Yazar
: Işık Kansu
Türü: Deneme
Baskı Yılı: İkinci Baskı.  2016
Sayfa Sayısı: 248
Yayınevi: Telgrafhane Yayınları

  • 1. O meşhur köftecinin adı Menekşe Kebapçısı’ dır. 9 Şubat 2012’de Cumhuriyet – Ankara’da “Az köfte, tek döner ve piyaz” başlığı o mekânı anlatan bir yazı kaleme almıştım. Meraklı dostlar benim bir bölüm yemek yazılarımın olduğu www.bogazlarmeselesi.com sayfama bakabilirler.
  • 2. Fiyatlar artık uçuk olsa da….