Benzersiz şekilde yoksullaştığımız bir yılı geride bıraktık. Bu topraklarda yaşayanlar yoksulluğa hiçbir zaman yabancı olmadılar ama böylesini pek görmemiştik.

Anca gidersin 2022!

2022 yılında dış politikada şunlar yaşandı gibilerden bir özet yapmak gelmedi yeni yılın bu ilk gününde içimden. Geçen yılın tamamını olmasa da son dört ayı toparlayan bir özet yaptık zaten Dünya Çarkı’nın son programında. İzlemek isterseniz linki burada: https://youtu.be/fU-Dqjd3BmY

2022 bitti, 2023 başladı. Kavuklu hokkabazların kanıksadığımız atıp tutmalarına rağmen Türkiye halkı olanakları ölçüsünde eğlenerek, umutlanarak karşıladı yeni takvim yılını. Gidenin dönüşü olmasın, gelen de ayağını denk alsın, bize eski numaraları çekmesin diyerek başlayalım yazıya. 

Genelde daha az kalem oynattığım konulara girmek niyetindeyim bugün. Benzersiz şekilde yoksullaştığımız bir yılı geride bıraktık. Bu topraklarda yaşayanlar yoksulluğa hiçbir zaman yabancı olmadılar ama böylesini pek görmemiştik. Üstelik de bu elimizde olmayan, ülkeyi yönetenlerin çaresiz kaldığı, tümüyle dış etkenlere bağlı bir süreç değildi. Bilerek, isteyerek, bilinçli ve sistematik bir biçimde yoksullaştırıldık. Büyüyen gözlerle izledik marketlerde yükselen fiyat etiketlerini. Cebimizden alınan paranın sermayeye aktarılmasını çaresizce seyrettik.

Bütün bunlardan daha vahimi, yaşanan soyguna itiraz etmeyenlerin bütün engellere karşın mücadeleden vazgeçmeyenlerin  elde ettiği kazanımlara karşı aslan kesilmeleriydi. Belediyelerde greve çıkanlara atar, örgütlü ve ısrarlı bir direnişle hakkını koparan EYT’lilere gider! İşçi olduğunun, sınıfının farkında olmayan beyaz yakalıların sermaye sınıfı adına ortalara düşüp sızlanmaları...

Aktüeryal denge diye bir kavram öğretmişlerdi üniversitede. Üstünkörü bir anlatımla sosyal güvenlik hesaplarının dengesi. Belirli sayıda çalışan olacak, onlardan kesilen primler, sosyal güvenlik harcamalarını karşılayacak. Nedir bu harcamalar? Emekli maaşları, sağlık giderleri vs.  

Bu denge bir türlü sağlanamaz birçok ülkede. Yönetenler yakınır dururlar. Birçok sebebi olabilir. Nüfus yaşlanması bunlardan biridir. Daha çok kişi emekli olur, çalışanların sayısı bunlara kıyasla yetersiz kalır. AKP genel başkanı kendi ağzıyla itiraf etti EYT açıklamasını yaparken: “Bir kişinin çalıştığından daha uzun süre emekli maaşı alması sürdürülebilir değildir” dedi. Bu konuda bir ayet filan var mı, “Nass” ne diyor, Buharî’nin derlediği bir hadis mevcut mu bilmiyorum. Erdoğan sözlerinin dinle filan ilgisi yok. Bu yaklaşım tam da temsil ettiği sermaye sınıfının anlayışını yansıtıyor. Uzun çalış, emekli olunca çabuk öl de azalmasın patronların kârı! 

Dedik ya, birçok ülkede sorundur bu aktüeryal dengenin tesisi. Bu yüzden de Sosyal Güvenlik bütçesine devlet kasasından düzenli olarak kaynak aktarılır. Aritmetik bakarsanız, bir başka deyişle bilanço mantığıyla değerlendirirseniz aktarılan bu kaynak “şirkete zarar yazar”. Oysa devlet bir şirket değil, düzenin temel yönetim aygıtıdır. Sistemi sürdürmek için vardır ve dükkânı kapatıp iki sokak ötede başka bir dükkân açmak ya da hileli iflasa başvurup paralarını kaçırmak gibi bir lüksü yoktur. Sosyal güvenlik sistemi düzenin sigortası, belayı satın alma ve rıza üretme mekanizmasıdır. Kapitalist ülkelerde sermayenin işçi sınıfını zincirlerinden başka yitirecek bir şeyi olmama durumuna getirilmemesi için öngörülmüş bir araçtır. Bütün bunlar genel ve bilinen olgular.

Biz EYT’yi tartışırken Fransa da benzer bir meseleyi, emeklilik yaşının yükseltilmesini konuşuyordu. Seçim kampanyasının önde gelen konularından biriydi bu. Fransa’da geçen yıl yapılan Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri bağlamında değinmiştim. O yüzden de uzatmayacağım. Yine de şu anımsatayım. Sermayenin adayı Macron’un vaadi emeklilik yaşının 65’e yükseltilmesi iken, karşısındaki sol güçbirliği (NUPES) halen 63 yaş olan sınırın 60’a indirileceğini vaat ediyordu. Orada da sermayenin borazanları dengenin bozulduğundan, sosyal güvenlik sisteminin açıklarının büyüdüğünden dem vuruyorlardı. Seçimin üzerinden neredeyse yedi ay geçti. Macron yönetimi henüz bu emeklilik reformu meselesine el atamadı. Büyük olasılıkla, Ukrayna savaşının yarattığı pahalılık, yoksullaşma gibi toplumsal gerginlik nedenlerine yenisini eklemeyi şu ana kadar göze alamadığı için bunu yapmadı ama gecikmeyecektir. Çünkü sermayenin beklentisi emekli olan emekçinin mümkün olduğunca çabuk ölmesidir.

Memlekete dönelim. Türkiye’de Sosyal Güvenlik dengesi bazı ülkelerden daha bozuktur. Öyle “Bay Kemal işi beceremediği için” filan da değil. Öncelikle sigortasız çalıştırma yaygındır. Sonra sigorta primleri sermayeye kaynak aktarma yöntemlerinden biri haline getirildiği, işveren payına sürekli af çıkartıldığı, ödenmeyen sigorta primleri adeta sıfır faizli kredi olarak kullanıldığı için bozuktur. Nüfusun yaşlandığı bir gerçek olsa da sosyal güvenlik sisteminin açığının büyümesinin, dengesinin bir türlü tesis edilememesinin asıl sebepleri bunlardır. Bu tabloya bir de giderek şişen kronik işsizlik verilerini eklerseniz hesapların neden bir türlü tutmadığı ortaya çıkar. İstihdam yaratamazsanız, istihdam koşullarını insanların çalışmaktan yılacağı hale getirirseniz, üç-beş entarili serseri öyle buyuruyor diye kadınları çalışma hayatından uzak tutmaya kalkışırsanız karşınıza çıkacak tablo da bu olur. 

Toparlayalım. 2,5 milyon EYT’li kazanılmış haklarını geri aldıkları için Sosyal Güvenlik sistemi batmaz. Yoksullar az çalıştıkları ya da erken emekli oldukları için yoksul değildir, zenginler, patronlar, sermayedarlar var olduğu için yoksuldur. Mesele bundan ibarettir.