Emekçi sınıfların kazandığı tarihsel koşullarda ise doğal olarak ilk üç madde de değişiklikler olacak.
AKP’nin Anayasa değişikliğine gitmek istediği biliniyordu, kartlar hızla açıldı.
Bu esnada Türkiye tarihinin en sağdaki Meclisine giren cihatçı çeteden türeme Hüda Par dördüncü maddenin ortadan kaldırılmasını ileri sürünce işler karıştı.
Anayasa’nın ilk maddesi Türkiye devletinin bir Cumhuriyet olduğunu, 2. Madde onun “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olması gibi niteliğini, 3. Madde dilini, bayrağını, başkenti gibi özelliklerini tanımlıyor. 4. Madde ise ilk üç maddenin değiştirilemezliğini Anayasa hükmü olarak belirtiyor.
AKP yöneticileri zaman zaman muğlak ifadeler de kullansalar ilk dört maddenin değiştirilmeyeceği garantisi verdiler.
Hüda-Par gibi gericilerden Anayasa dersi almayacağımıza göre bir anayasa hangi koşullarda değiştirilebilir diye bir kez bakalım.
Öncelikle Anayasalar mutlak, katı olgular değildir, toplumsal mücadelelerin olgunluk kazanan bir anında yazılırlar ve tarihsel olarak verili bir toplumun temel kurallarını tanımlarlar.
Örneğin, ilk Anayasa olarak kabul edilen 1876 Anayasası Osmanlı burjuvazisinin ve onun sözcüsü olan aydınların Osmanlı Hanedanına karşı verdiği mücadelenin bir kesitini yansıtıyordu. Padişahın yetkilerinin kısıtlanması, yasama, yargı ve yürütmenin bağımsızlaşmasına dönük adımları içeriyordu.
1924 Anayasası ise artık burjuva devrimin yüksek bir anını kâğıda geçirmişti. Rejimin niteliğinin Cumhuriyet olduğunu ilan ediyordu. Feodal sınıf burjuvazinin bayrağı altında toplanmış halk sınıf ve tabakaları tarafından yenilmişti ve egemenlik tanımı değişiyordu.
Cumhuriyet bir yandan süren sınıf mücadelelerine rağmen bir toplumsal uzlaşmaya dayanıyordu. 1960 Anayasasındaki insan haklarına saygılı, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti bu uzlaşmayı yansıtıyordu.
Ancak 1980’de 12 Eylül askeri darbesi Türkiye’de emekçi sınıfların geçici bir yenilgisi anlamına geldi ve burjuvazi bu komplo, zorbalık ve kanla kazandığı zaferini 1982 Anayasasında somutladı.
1990’larda dünya işçi sınıfının siyasi gücünün bir dönem için yenilgiye uğratılması ise sermayenin önünde yeni bir dönemin açılmasına yol açtı. Bu dönemin temel özelliği devlet üzerinden topluma ait olan tüm üretim araçlarının, nesnelerinin, ticaret, hizmet ve mali işletmelerin (fabrikalar, limanlar, madenler, çiftlikler, bankalar, hastane ve okullar vb.) sermaye tarafından yağmalanmasıydı.
Yağmaya dayalı bu mülk devri değişimin merkez noktasıydı ve insanlara çoğu kez birbirinden bağımsızmış gibi gelen tüm unsurlar bu süreçle ilgiliydi.
Mülk devri esas olarak AKP’nin 22 yıla yayılan döneminde gerçekleştirildi. Tüm özelleştirmelerin %90’ı AKP eliyle yapıldı. Ayrıca devletin elinde kalan işletmeler de piyasa koşullarına göre devinir oldu. Bu sürece şunu da ilave etmeliyiz, uluslararası alanda faaliyet gösteren tekellerin büyük yatırımları oldu Türkiye’ye.
Sonuçta emekçi halk elindeki tüketim araçlarını saymazsak tamamen üretim araçlarından yoksun kaldı. 1982 öncesi Anayasalarda varlığını koruyan sınıflar arası uzlaşma ortadan kalkmış oldu.
Son 25 yıla yayılan mülk devri;
Emeğin örgütlülüğünün dağıtılmasına ve çok yüksek bir sömürü oranına,
Devlete ait bir üretim unsuru kalmadığı için planlamanın ortadan kalkmasına,
Sosyal ücret anlamına gelen sosyal devlet ilkelerinde büyük bir erozyona,
Türkiye tarihinin gördüğü bu en büyük yağmayı meşrulaştırmak için halkın dini duygularının suiistimaline ve devletin laiklik ilkesinin geçersiz hale gelmesine,
Yasama, yargı ve yürütmenin tamamen tekelci sermayenin isteklerine göre düzenlenmesine,
Anayasal yurttaşlık ilkesinin ortadan kalkmasına ve egemenliğin kayıtsız, şartsız sermayede olduğu bir burjuva diktatörlüğüne dönüşmesine yol açtı.
Yenidoğan Çetesi vakası bir tekil olay değildi, sermaye için sağlık, uyuşturucu ve silah ticareti vb. kâr elde edilecek eşit alanlar haline gelmişti.
Görüldüğü gibi, ilk dört maddeden 2.’sinin (insan haklarına saygı, laiklik, demokratiklik ve sosyal devlet) özellikleri fiili olarak bitirilmiş oldu.
AKP’nin bu koşullarda tekrar Anayasa’da değişiklik yapması sadece ve sadece emekçi sınıfların bir kez daha yenilmesinin kâğıda dökülmesi anlamına gelecek.
Emekçi sınıfların kazandığı tarihsel koşullarda ise doğal olarak ilk üç madde de değişiklikler olacak.
Türkiye devleti bir Cumhuriyet’tir, evet, ama tüm üretim araç ve nesnelerinin topluma ait olduğu, insanın insanı sömürmesine izin vermeyen bir Cumhuriyet.
Bu ilkelerin doğal uzantısı olarak Cumhuriyet laik ve sosyal bir devlete sahiptir. Toplumsal eşitliğin garantisini merkezi planlama sağlar.
4. Madde aynı kalabilir. Yukarıdaki maddelerin değişmesi teklif edilemez.