Günümüz koşullarında kazanamayacaklarını bilsek de gönlümüz La Riva- Freeman ikilisinden yana. Yenilmenin de mücadelenin bir parçası olduğunu, önemli olanın pes etmeden devam etmek olduğunu onlar da biliyor, biz de.

Amerikan emekçilerinin kendi başkan adayları var: Patronların adaylarına mecbur değiller!

ABD’de başkanlık seçimleri 2020’de yapılacak. Cumhuriyetçiler yarışa Trump ile, Demokratlar ise Biden ile giriyorlar.  Aslında yarış sözcüğünün pek açıklayıcı olduğu söylenemez çünkü bu bir “demokrasi” sirki. Amerikan  sermaye sınıfının, paranın gücüyle istedikleri adayı ya da partiyi iktidara taşıdığı ve yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan bu sistemi devam ettirdiği bir sirk gösterisi.

Bu egemenler, ülkede halen varlığını sürdüren ırk ayrımcılığı, göçmen düşmanlığı gibi olguları bile bir seçim kazanma aracı olarak kullanmaktan çekinmiyorlar.  Obama gibi, Condolezza Rice gibi, Biden’ın başkan yardımcısı adayı olarak seçilen Latin-Hint karışımı Kamala Harris gibi “renkli” politikacıları sahneye çıkararak Amerikan emekçilerinin dikkatini sınıfsal olgulardan uzaklaştırmaya, cins ve/veya etnik kökene çekmeye çalışıyorlar.  

Sermayenin bu amacını gerçekleştirmekte kullandığı en etkili rıza aracı ise satın aldığı ya da doğrudan yönettiği basın ve medyadır. Lenin, burjuva “demokratik” cumhuriyetlerde basın özgürlüğünün,  zenginler için basını satın alarak bozma ve halkı onların yaydığı yalanlarla zehirleme özgürlüğü anlamına geldiğini söylerken yerden göğe kadar haklıydı. ABD’de de ülkemize benzer bir şekilde emeğin haklarını savunan etkili ve yaygın bir medya ya da basından söz etmek olanağı yok.

Başkanlık seçimlerinin yaklaştığı bugünlerde Amerikan emekçileri bir yandan sınıfı bölen milliyetçilik ve ırkçılıkla diğer yandan da Kovid-19’un iyice ağırlaştırdığı ekonomik kriz ile cebelleşiyor. Çoğunluğu Afrika ve Latin kökenli ve yerli olan 35 Milyon ABD’linin işsiz kaldığı, bu nedenle sağlık yardımından yararlanamadığı, bir çoğunun evini satmak zorunda kaldığı, 8.3 milyon Amerikalı’nın ise en temel gereksinimlerini bile karşılayamadığı bu ülkede, büyük zenginler, kapitalizmin işleyişi ya da “fıtratı” nedeniyle servetlerine servet katmayı sürdürüyorlar. 

Özetle, Amerikan emekçi halkları, Trump’ların, Obama’ların, Bush’ların, Reagan’ların, Kennedy’lerin, Truman’ların, Roosevelt’lerin başkanlık koltuğuna oturdukları vatanlarında, bu isimlerin temsil ettikleri kapitalist sınıfın çıkarları için üretmekte ve emeklerinin ürünleri kendi gereksinimleri için kullanamadıklarından ezim ezim ezilmekteler.

Sistemin seçimle değişmediğini bilmek, seçimin mücadelenin bir parçası olduğu gerçeğini yadsımaz. O halde Amerikan emekçileri önlerindeki seçimde ne yapabilir? 

'Howie- Walker' ve 'La Riva- Freeman' 

Önce Amerika’da Demokrat-Cumhuriyetçi ikilisinin dışında kalan ve başkanlık yarışına giren iki kesime bakalım. Bunlardan ilki Demokrat Parti içindeki sol kesime gözünü dikmiş olan Yeşiller Partisi ve Sosyalist Parti ortaklığıdır. Ortak adayları eski bir UPS çalışanı olan Howie Hawkins ve yardımcısı Angela Walker’dır. Özel sektöre karşı kamunun ağırlığını savunan, emekçilerin aleyhine olan yasaların kaldırılmasını talep eden, işçi sınıfının emeğinin karşılığını alabileceği “Ekolojik Yeni bir Anlaşma” talebiyle gelen adayların açmazı, sistem içi bir çözümün mümkün olduğuna inanmalarıdır. Köklü bir değişiklik yerine Demokrat Bernie Sanders’a çok yakın, hattȃ neredeyse aynı önerilerle halkın önüne çıkmaktadırlar. 

Ekososyalistlerin dışında, sınıfsız, sömürüsüz yeni bir toplumun nasıl kurulacağına dair tutarlı bir kurtuluş programıyla gelen adayların içinde bulundukları   bir başka ortaklık var. Marksist bir parti olan Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi ve Barış ve Özgürlük Partisi’nin ortak adayı gazeteci Gloria La Riva. 66 yaşındaki Gloria yaşamı boyunca sosyalist partilerde çalışmış, 1983’den bu yana başkanlık ya da başkan yardımcılığı için on kez aday olmuş, bir çok eyalette valilik seçimlerine de katılmış, 2010’da Nancy Pelosi’ye karşı kongre adaylığı için mücadele vermiş bir kadın. 

Halen Küba Beşlisine Özgürlük Komitesi direktörü ve Kuzey Kalifornia medya işçileri sendikası tipografik sektörü başkanı olan Marksist La Riva, sözünü ettiğimiz sosyalist partilerden ve halktan toplanan paralarla başkanlık yarışını götürmeye çalışıyor. Medya engelini aşabildiği ender durumlarda- genellikle de yerel TVlerde- Amerikan emekçilerine ulaşmaya ve onlara madalyonun öteki yüzünü göstermeye çalışıyor. Gloria, iş ve gelir güvencesinin, tam istihdamın, insana yakışır bir konutta yaşayabilmenin,  parasız eğitimin, parasız sağlığın, savaşsız bir dünyanın bir insan hakkı olduğunu, bunlar ve benzeri haklara kavuşabilmelerinin yolunun kapitalizmi reforme etmekten geçmediğini, sosyalist bir düzenin kurulmasının şart olduğunu anlatıyor. Bu sosyalist düzenin ilk ve temel koşulu ise üretim araçlarının el değiştirerek emekçilerin eline geçmesi; diğer bir deyişle bir emek iktidarının kurulması. 

La Riva, ABD’nin dış müdahalelerine de şiddetle karşı çıkıyor. Egemenlerin iddia ettiği gibi kimsenin Amerika’yı tehdit etmediğini, savaşa yollanan askerlerin ülkede emekçilerin daha iyi yaşamaları için her türlü sektörde çalışabileceklerini savlıyor. Irak’a gittiğini, savaşın ve sonrasında halka uygulanan yaptırımların özellikle çocuklar üzerindeki öldürücü etkisini gördüğünü, bunun bir soykırım olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, feminist olup olmadığı sorusuna verdiği yanıt çok ilginç. Hillary Clinton’un yardımcısı Madeleine Albright’ın bu soykırımı savunan cümlelerini anımsatarak “onlar benim kız kardeşlerim değil!” diyor.

Barış ve Özgürlük Partisi ve Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi’nin başkan yardımcısı adayı ise bir kültür işçisi. Hint asıllı işçi bir aileye sahip olan Sunil Freeman edebiyat dergilerinde editörlük ve yazarlık yapıyor. Kendisi de bir şair ve deneme yazarı.  Savaş karşıtı hareket içinde yer alan, Küba ambargosuna ve AB’nin bir çok ülkeye uyguladığı her türden yaptırıma karşı çıkan, eylem örgütleyen gazeteci Freeman aynı zamanda bir engelli hakları savunucusu.

Seçimin bir amaç değil ama kitlelere doğruları aktarabilmek ve dünyayı kendi çıkarları açısından görebilmeleri ve yorumlayabilmelerini sağlayacak bir bakış açısını benimsemeleri için önemli bir olanak olduğunun bilinciyle hareket ediyor adaylar.  Kıt mali olanaklarına ve seçim sisteminin getirdiği kısıtlamalara karşın Amerikan emekçilerine seslerini duyurmaya, onlara sistemin çürümüşlüğünü anlatmaya çalışıyorlar. Sömürüden ve çoğunluğu Afrikalı Amerikalı olan yoksul Amerikalıların neredeyse her gün uğradıkları polis şiddetinden kurtuluşun ve savaştan uzak bir ABD’nin, kurulu düzeni savunan siyasi partilerin iktidarında olanaksız olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. 

Günümüz koşullarında kazanamayacaklarını bilsek de gönlümüz La Riva- Freeman ikilisinden yana. Yenilmenin de mücadelenin bir parçası olduğunu, önemli olanın pes etmeden devam etmek olduğunu onlar da biliyor, biz de. La Riva’nın 1980'lerden bu yana durmaksızın verdiği savaş bu gerçeğin göstergesi değil mi? 

Sorunlarının ırk, cins, etnik köken değil ama kapitalizm kaynaklı olduğunu yavaş da olsa kavramaya başlayan Amerikan emekçileri, çok uzak olmayan bir gün kendi partilerinde örgütlenecek ve o partilerle kendilerini iktidara taşıyacaklar.