İktidarın dağıtıcı hamleleri karşısında kırılgan bir görüntü veren 'altılı masa', giderek daha fazla zorlama bir ittifak görüntüsü vermekte.

Altılı masa siyaseti

2 Ekim Pazar günü toplanan "Altılı Masa" katılımcıları yeni ne söyledi, hangi yeni mekanizmayı getirdi, hangi somut ilerlemeyi sağladı denilirse, koca bir "hiç" yanıtını verme durumundayız. Öyle ki, "Masa"nın dağılmayacağının veya "ortak aday" iddiasından vazgeçilmediğinin teyit edilmesi bile yeniden haber değeri taşıyabiliyor. 

Çünkü "Masa"nın sağ bileşenleri, kimi sermaye çevrelerinin de telkinleri altında, CHP'nin sağa kaymasını yeterli bulmuyor. CHP'nin ve liderinin "Masa"ya sürekli ödünler verme çizgisinin dışına çıkmasını arzu etmiyor. Altılı Masa'nın asıl mimarı olan Kılıçdaroğlu'nun hiç olmazsa bir Cumhurbaşkanı adayı olabilme iddiasının ciddiye binmesi olasılığını içine sindirmekte zorlanıyor. Kılıçdaroğlu'nun adaylıkta kararlı gözükmesi, adeta "Masa"nın kimyasını bozuyor. "Kazanabilecek aday" vurguları, kimilerince inanarak söyleniyor olsa dahi, genelde CHP liderinin adaylığının önünü kesme çabası olarak görünüyor. 

Veya, bununla birlikte başka hesaplar da var. Buradan devam etmeden önce Pazar toplantısına dönelim.

2 Ekim toplantısının özeti

İkinci tur görüşmelerinin bu ilk toplantısı CHP ev sahipliğinde yapıldı. Bir sonrakinin araya epey bir mesafe konularak yapılacağı da belli oldu. Demek ki bu toplantının bize göre "zaman kazanmak" olan işlevi, bir de böyle teyit edilmiş oldu.

Sonuç bildirgesine yakından bakıldığında iki bölüme ayrıldığı görülür. Birinci bölümde, mevcut beş komisyon sayılmakta. -Geçiş süreci yol haritası komisyonu; -Anayasal ve yasal reform komisyonu; -Kurumsal reform komisyonu; -Seçim güvenliği komisyonu; - İletişim komisyonu. 

Bu komisyonlardan ilk üçünün seçim sonrasına da sarkacak işlevleri olabileceği; ancak son ikisinin seçim sürecine kadar bir önem taşıyabileceği kolayca fark edilebilir. Altılı masa bileşenlerinin şimdiye kadar en fazla yol aldıkları ve ortaklaştıkları konuların da bu ilk üç komisyonun ilgi alanına girdiği söylenebilir. Çünkü "güçlendirilmiş parlamenter sistem" denilen yapının siyaseten ve hukuken inşası bu üç komisyonun ilgi alanında bulunuyor.

Sonuç bildirgesinin ikinci bölümünde, "toplantıda iki konu ele alındı" denildikten sonra bunlardan birinci konunun "geçiş süreci yol haritası çalışmalarının değerlendirilmesi" olduğu vurgulanıyor. Demek ki, mevcut beş komisyondan birincisinin çalışmaları değerlendirilmiş oluyor. Bildirgeden, bu değerlendirmeden hangi sonuçlar çıkarıldığını öğrenemiyoruz. Belki ilk üç komisyonun birbiri içine girebilen konularının merkezde olduğunu tahmin etmek güç değil ama somut ilerleme bakımından yeni ne var?

Ele alınan ikinci konunun, "temel politika alanları için ortak çalışma grupları kurulması" kararı olduğunu öğreniyoruz. Burada da dokuz politika alanı sayılmakta. Özetle: -Hukuk, adalet, yargı; kamu yönetimi; -şeffaflık, denetim, yolsuzlukla mücadele; -ekonomi, finans, istihdam; -sektörel ve bölgesel konular; -bilim ve teknoloji; -eğitim ve öğretim; -sosyal politikalar; -dış politika, güvenlik, savunma. 

İnsan şaşırıyor: Bu alanlar içine her şeyi katabilirsiniz. Bir bölümü esasen başlangıçta sayılan ilk iki komisyonun faaliyet alanı içinde kalıyor. (Hukuk, kamu yönetimi, denetim, vs.). Öte yandan ekonomi ile ilgili bir komisyonun zaten çalıştığı bilgisi yok muydu? Burada sayılan dokuz alandan üçü zaten doğrudan ekonomi ile ilişkili.

Sonuçta "bir şeyler yapıyor görünmek" ve aralarındaki çözülemeyen sorunlar için "zaman kazanmak" dışında ne yapıldığını anlamak gerçekten zor. İktidarın dağıtıcı hamleleri karşısında kırılgan bir görüntü veren "altılı masa", giderek daha fazla zorlama bir ittifak görüntüsü vermekte. Adeta, "bizsiz olmaz" ama "bizimle de pek olacağı yok" yolunda ilerlenmekte.

Adaylığın bedeli yüksek olabilir

Şimdi bıraktığımız yere dönebiliriz. Kılıçdaroğlu'nun adaylığının önünü kesmek yerine bu adaylığı yokuşa sürerek daha fazla ödün koparmak da sağ siyasetin doğasında vardır. Aslında daha geniş de tutulabilir: İlkesiz siyaset yapılanmaları için bütün bunlar olağan sayılabilir.

Seçimlerde Cumhurbaşkanı koltuğunu kimin dolduracağından daha fazlası belirlenecektir. Bir kere milletvekili listeleri vardır ki başlıbaşına bir çekişme konusu olacaktır. CHP ve İYİP kendi listeleriyle seçime katılsalar da, barajı geçme şansı olmayan diğer dört partinin adayları da bu iki partinin listelerinden gösterilecektir. (Belki DEVA iddia sahibi olduğunu göstermek -ve Gelecek Partisi'ne gidecek oyları da sahiplenmek adına- seçime kendi başına katılmak isteyebilecektir. Bu arada beş bileşenin ayrı bir ittifak kurarak seçimlere tek listeyle katılmaları olasılığı henüz tamamen elenmiş değildir). Eğer dört partinin milletvekili adayları için CHP ve İYİP'te yer açılacaksa, hak edilmeyen sayıda "seçilecek sıra" talepleri karşısında (her biri en azından grup kuracak sayıda milletvekili isteyebilecektir) bu iki partinin içinin karışacağı açıktır. Eğer yükün büyük bölümü CHP tarafından taşınacaksa, CHP liderinden kendi partisini yatıştırması istenecektir.

İkinci aşama, eğer seçimler kazanılırsa, bakanlık paylaşımındaki eşitsizliklerin CHP'ye kabul ettirilmesi olacaktır. Pazarlık sadece bakanlık sayısı üzerinden değil, önemli bakanlıkların sahiplenilmesi üzerinden de yapılacaktır. 1991-95 sürecinde DYP-SHP (1995'te DYP-CHP) koalisyonlarında bunun örnekleri görülmüştür. Ama, 2023 seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıksa dahi, ona 1991-95 dönemindeki kadar bile bakanlık payı verileceği kuşkuludur. Yüzde 2'nin, hatta yüzde 1'in altında oya sahip partiler bile bakanlık isteyecektir. Siyasi arsızlık sınır tanımayacak, buna da "siyaset sanatı" adı takılacaktır. Peki bu talepleri karşılamak için kim devrede olacaktır? Cumhurbaşkanı adaylığı için bunca nazlanılan CHP lideri elbette. CHP'de siyaset yapanlar "yüce ortak çıkarlar" için ikna edilmeye çalışılacak, ikna olmayanlara gereği yapılacaktır. 

Elbette sırada bakan yardımcılıklarına, çeşitli kurullara, başkanlıklara, genel müdürlüklere atanacak siyasetçiler ve yüksek bürokrat kadroları da olacaktır. Bunların paylaşımı da ayrı bir sorun başlığıdır. Dolayısıyla, cumhurbaşkanlığı adayı olmanın  bedeli CHP lideri için olduğu kadar CHP için de yüksek olacaktır. Eğer Kılıçdaroğlu aday olursa, CHP'de genel başkanlığa ve MYK'ya hangi kadroların geçeceği meselesi de CHP açısından bir sorun yumağı olabilecektir. 

Sonsöz

Sistem-içi partiler bir bölümü ilkesiz siyasetten kaynaklanan sorunlarını bırakalım bildikleri biçimde çözsünler. Fakat genel siyaseti ilgilendiren bir konu daha var: Altılı masa etrafındaki siyasi partiler ortak cumhurbaşkanı adayı çıkarıp her iki seçimden de başarılı çıktılar diyelim. Peki bu partilerin kendi aralarında bir koalisyon hükümeti kurmalarının bir garantisi var mıdır? Yoksa seçim sonrasında ortaya çıkacak yeni siyasi tabloda ve yukarıda belirttiğimiz siyasi paylaşımlar/çekişmeler ortamında yeni siyasi koalisyonların da yolu açılabilir mi?