'Ödülü kimlere vermediler ki? Örneğin 1976’da kapitalizmin en azman muhafızı Milton Friedman’a verdiler. Friedman’ı biz Özallı yıllarda tanıdık.'

Alıklığın nişanesi 

Assar Lindbeck geçtiğimiz Ağustos ayında vefat etti. 1971’de yazdığı The Political Economy of the New Left (Yeni Solun Siyasal İktisadı) başlıklı kitabı 1985 yılında Birey ve Toplum Yayınları tarafından Piyasa Ekonomisi ve Demokrasi başlığıyla Türkçeye çevrildi. Bu kitabında hem kapitalizmin piyasa ekonomisine hem de sosyalizmin plan ekonomisine karşı olan 68 gençliğinin aslında ne istediğini bilmediğini iddia etti ve çözümün bu ikisinin sentezi olan sosyal demokraside yattığını da ilan ediverdi. 1970’lerin sonuna kadar İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin üyesiydi, müteveffa Olof Palme’nin gençlik döneminden beri arkadaşıydı. Ancak 1977 yılında İsveçli işçi sendikalarının önerdiği ve Sosyal Demokrat Parti’nin de desteklediği bir tür ücret fonuna ciddi şekilde karşı çıktı. Öneriye göre bu fon işverenlerden yapılacak yeni kesintilerle beslenecek ve aynı zamanda işçinin kapitalistin yatırım kararlarında bile söz sahibi olmasına yol açacaktı. Lindbeck bu fonun piyasa ekonomisini bozacak derecede sendikal bir engel yaratacağını ve kolektivizme giden yolu açacağını belirtti ve partisinden ayrıldı. Aslında öncesinden emarelerini vermişti, ancak bu noktadan sonra bir döndü, pir döndü. Ve her dönen gibi en çok dönmeyenden nefret etti. 

İsveç Merkez Bankası (Riksbank), İsveç sosyal demokrasinin sahte kapitalist cennetiyken bile, sermaye yanlısı parasal tutuculuğun merkeziydi. Sosyal demokratlar uzun yıllar boyunca bankanın sermaye yanlısı direnişini aşmaya çalıştılar. 1968’de (kuruluşunun 300. yılında)  banka kârlarının bir bölümünü bir tür araştırmayı teşvik fonuna dönüştürmek istediğinde bu fonla ne yapacağını İsveçli iktisatçılara danıştı. Danıştıklarından biri de Lindbeck idi, Lindbeck (bir grup başka tutucu iktisatçı ile birlikte) Nobel ödüllerine iktisat dalında verilecek bir yenisinin eklenmesi konusunda bankayı ikna etti. Böylece Nobel Ekonomi ödülü doğmuş oldu. Ancak pek çok tartışmayla birlikte doğdu. Nobel ödüllerinin hem en tartışılanı hem de en kepazesi oldu. 2020 Nobel İktisat ödüllerinin her ikisi de Stanford Üniversitesi’nde hoca olan Paul Milgrom ile Robert Wilson’a verileceği Ekim ayının ilk yarısı içinde ilan edildi (bu konuda güzel bir değerlendirme için Nevzat Evrim Önal soL’daki yazısına bakılabilir)I. Milgrom ve Wilson’a yazının sonunda dönülecek. 

Nobel İktisat Ödülü’nü alanların siyasi ve ekonomik yönelimleriyle ilgili iyi bir çalışma var; Avner Offer ile Gabriel Söderberg’e ait.II Offer ile Söderberg kitaplarını bastırdıkları 2016 yılına kadar verilen Nobel Ekonomi ödüllerinin, büyük aydın Gunnar Myrdal’a verilen hariç,  tamamının piyasa yanlısı liberal ve muhafazakâr iktisatçılara verildiğinin altını çiziyorlar. Sonrasında da trend pek değişmedi. Offer ve Söderberg neden daha fazla sayıda sosyal demokrat iktisatçıya verilmedi diye hayıflanıyorlar. Temel tespitlerinde haklılar ancak hayıflanacak bir durum yok ortada. Bu ödülü kimin alacağına tutucu ve sermayenin taşeronu olan bir merkez bankasının atadığı bir grup iktisatçı ve finansçı akademisyen veriyor. Offer ile Söderberg’in bu türden bir kuruldan daha başka ne beklediğini çok anlamadım (Bu arada dönek Lindbeck uzunca yıllar ödül alanı belirleyen komitenin başkanlığı yaptı; geçerken belirtelim). 

Ödül ilk ilan edildiğinde bazı aklı başında iktisatçılar Ekonomi dalında but türden bir ödüle itiraz ettiler. Temel dayanakları fizik bilimlerin aksine sosyal bilimlerin çok sesli olması olgusuydu ki bu haklı bir kaygıydı. Onların çok seslilik dediği aslında sosyal bilimlerin ideolojik özüne işaret etmekteydi. Dolayısıyla burjuva sosyal bilimlerde seçim sürecinin kendisi de doğal olarak ideolojik olacaktı. Nobel Ekonomi ödülünün kısa tarihi bu yargıyı desteklemektedir. Ödülü alanlar genellikle burjuva iktisadının spektrumundaki en pespaye araştırma alanlarından gelmektedirler. Aslında bu anlamda ödülü alanların ilgi alanları burjuva iktisadının evrimini de gözler önüne sermektedir. 

Ödülü kimlere vermediler ki? Örneğin 1976’da kapitalizmin en azman muhafızı Milton Friedman’a verdiler. Friedman’ı biz Özallı yıllarda tanıdık. Friedman ödül töreni seyahati sırasında pek çok protestoya maruz kaldı çünkü 1973’de Allende’yi faşist bir darbeyle deviren Pinochet rejiminin has destekçisiydi. Şikago Üniversitesi’nde yetiştirdiği ve “Şikago Oğlanları” olarak adlandırılan bir grup Şilili tutucu iktisatçı Pinochet’nin faşist rejimi altında Şili ekonomisini sermayenin mutlak egemenliğine açmıştı. Hem de binlerce kişi katledilirken. Milton ise rejimin onursal dostuydu, tıpkı ona fikir babalığı yapan Avusturyalı Hayek gibi. Milton şirketlerin hayır işlerinde bulunmasına bile karşı idi, çünkü hissedarlar paralarını şirketlere hayrat kursunlar diye vermiyorlardı. İşte böyle biriydi rahmetli Milton.III Nobel Ekonomi ödülü anasının ak sütü kadar helaldi ona. 

Mesela 1992 yılında başka bir yüce burjuva iktisatçısına, Gary Becker’a verdiler. Becker da burjuva iktisadının uygulama alanını daha önce kimsenin hayal bile edemeyeceği sınırların ötesine taşımıştı. Her kararın özünde iktisadi bir karar olduğu varsayımıyla her şeyin iktisadını yapabiliyordu. Evlenmenin, sevişmenin veya çocuk sahibi olmanın bile iktisadı vardı. Vardı da Aziz Becker’a kadar bundan kimsenin haberi yoktu. Örneğin Becker’ın çocuk sahibi olma ile ilgili nezih kuramına göre çocuk sahibi olacak aile, çocuğun giderlerini karşılayarak belirli bir maliyete katlanacaktı, ancak çocuk sevgisi özlemini gidermenin de faydasına sahip olacaktı. Ayrıca çocuk onların geleceğe yatırım yapacakları bir araç olacaktı.  Velhasıl kelam çocuk sahibi olmayı planlayan aile adı geçen maliyetle çocuğu sevmenin faydasını karşılaştıracak ve eğer ikincisi fazla ise çocuk sahibi olacaktı. Kimin aklına gelirdi? Sağ olasın Becker!

Ayrıca yüce Becker aynı zamanda işçilerin de aslında sermayedar olduklarını söyleyecek hilkat garibesi bir kurama da öncülük etti. Onun önderlik ettiği kurama göre nasıl sermayedar fiziksel ve parasal sermayenin sahibi ise işçi de bir tür beşeri/sosyal sermayenin sahibiydi. Dolayısıyla aldığı eğitimle, tecrübe birikimiyle ve işe yönelik olarak edindiği yeni yetilerle aslında o da yatırım yapıyordu. Böylece işçi sınıfı sermaye sahibi sınıfın anti-tezi olmaktan çıkmıştı, çünkü aslında o da sermaye sahibi başka bir sınıftı. Şapkadan tavşan böyle çıkarılır işte. Yüce Becker da böyle biriydi nitekim. Nobel Ekonomi ödülünü o da sonuna kadar hak etmişti.  

Keza yine 1974’de rahmetli Milton’u da pek etkilemiş olan ve ömrü billah sola ve solcuya düşman Hayek’e verdiler ödülü (üstelik Offer ve Söderberg’e göre listedeki tek sosyal demokrat olan Gunnar Myrdal’a da aynı yıl verdiler, dalga geçiyorlardı herhâlde). O muhterem Hayek ki burjuva iktisatçısını kriz zamanlarında – çünkü kriz zamanlarında kitleler piyasanın ve kapitalizmin hakkaniyetsizliğine yönelik münafık propagandaya inanmaya meyillidirler- değneğiyle toplumun başını tutmaya görevli kılmıştı, böylece sürü dağılmayacaktı. 

Örneğin daha geçen yıl Esther Duflo’ya (ki ödülü alan ikinci kadındı), kocası Abhijit Banerjee’ye ve Michael Kremer’a verdiler. Verme nedenlerini ise ikilinin küresel yoksullukla deneysel mücadele yolları arama çabası olarak açıkladılar. Gerçekten ilginç bir bakış açısı vardı bu ekibin. Onlara göre yoksulluk aslında yaşam tarzından ve alışkanlıklardan kaynaklanıyordu. Örneğin bir keresinde Duflo’nun ve Kremer’ın dahil olduğu bir ekip Kenya’da köylüler arasında bir deney yapmıştı. Kenya’da köylüler deneyi yapan safların bilmediği, ancak herkesin bildiği nedenlerden (kimyasal gübre pahalıydı, yoksul köylülerin sahip oldukları toprak parçaları çok küçüktü) dolayı kimyasal gübre kullanmıyorlardı. Duflo ve ekibi bazı seçilmiş köylülerin topraklarında kimyasal gübre kullandılar ve hatta onlara gübre kullanımını öğrettiler. Bu köylülerin elde ettikleri üründe ciddi bir artış gözlemlendi. Ancak sonraki yıl ürün rekoltesindeki ciddi artışı gözlemlemelerine rağmen deney sürecinde seçilen köylülerden sadece % 10’u gübre kullandı. Duflo da buna şaşırdı, çünkü ona göre gübre pek de pahalı değildi (değil miydi?). Dolayısıyla sorun yoksulların ekonomik olarak fakir olmalarında değildi, sadece yaşam tarzları ve kültürel dirençlerindeydi (hadi bakalım). İşte bu bakış açısına Nobel verdiler. 

2005 yılında ise iki savaş çığırtkanı, Robert Aumann ve Thomas Schelling ödüle layık görüldüler. Her ikisi de oyun kuramını kullanarak savaş ve saldırganlığın aslında ne kadar rasyonel olduğunu ispat etmeye çalışmışlardı. Birincisi İsrail’de aşırı sağcı bir gruba üyeydi ve İsrail’in askeri müdahalelerini yaşamsal olarak görüyordu. İkincisi Amerikan istihbarat örgütleriyle iş tuttuğu yıllarda Kuzey Vietnam’ın bombalanmasının oldukça akılcı olduğunu, çünkü bunun Vietnamlı komünistleri masaya oturtacak tek yol olduğunu açıklamıştı. Kısacası Aumann ve Schelling de ödüle fazlasıyla layık olduklarını kanıtlamışlardı. 

Son olarak gelelim Milgrom ve Wilson’a. İkisi de piyasa kurgusu, daha doğrusu ihaleye ve açık arttırmaya dayalı piyasa kurgusu ile ilgilenmişler. Kapitalizmdeki her sorunun bir asimetrik bilgi sorunu olduğunu ima eden ve burjuva iktisadının evriminin yarattığı en ucube alanlardan biridir onların uğraştığı alan. Bu ilginin ardında bilgi asimetrisi ve piyasa kurgusundaki hatalar düzeltildiğinde kapitalizmin çok şeker bir sistem olacağına dair bir inanç yatmaktadır. Neticede Milgrom ve Wilson da yukarıda adları zikredilen zevat kadar hak etmektedir Nobel Ekonomi ödülünü. Onlara da hayırlı olsun.

  • I. https://sol.org.tr/haber/ekonomi-nobeli-mezat-teorisine-verildi-16963
  • II. Avner Offer ve Gabirel Söderberg (2016) The Nobel Factor: The Prize in Economics, Social Democracy and the Market Turn, Princeton University Press.
  • III. 1980’lerde Özal Friedman’ı pek meşhur etti Türkiye’de, Türkiye’nin güzide para babaları da pek kabullendi. Emekçilere karşı yılmaz bir önder idi havari Milton. Nitekim yanlış hatırlamıyorsam Gırgır dergisinin efsane kapaklarından birindeydi, bu defa patronlar eylem yapıyordu. Taşıdıkları pankartlardan en öndekinde “Fi, Fi, Firidman! Daha fazla Randıman!” yazıyordu.