Gülen’in öldüğü gün verilen ilk tepki, geriye dönük basın taraması yapmaya ihtiyaç duymadan AKP’nin Cemaatin hangi misyonlarına saygı duruşuna geçtiğini açık etmiştir.

AKP’den Gülen’e son saygı

Fethullah Gülen’in öldüğü bilgisinin TRT haberlerinde birinci sıraya yerleştirilmesi başlı başına verilen önemin kanıtı. Normaldir diyebilirdik, ama devamı var. Haberde Gülen’in günahları öyle gösteriliyor ki, TRT yani iktidar saygı duruşunda sanırsınız!

Ama önce AKP’nin Fetö’yle derdi hakkında bir iki not…

AKP’nin “terör örgütüyle mücadelemiz sürüyor” ezberinin üstünü kazırsanız, kimin saf değiştirdiğinin kimin yeraltına geçmiş Fethullahçı olduğunun bilinemediği bir alacakaranlık kuşağına ulaşırsınız. Erdoğan takımının terör diye kodladığı korkusu, bu anlamda, temelsiz değildir.

Ama bu yeni bir darbe ihtimali anlamına gelmez. Aynı senaryonun tekrarlanması için neden yok. Konu, Fethullahçıların düzenin tamamı adına gerçekleştirdikleri 50 yıllık operasyonun denk düştüğüne benzer bir zeminin bugün de var olup olmadığıdır. 

Bağlam elbette çok değişti. Fethullahçılık komünizme karşı mücadele konseptiyle yola koyulmuş, 1990’larla birlikte Türkiye’nin emperyal açılımının ABD uyumlu bir harekât olarak projelendirilmesinde ve icrasında sorumluluk almıştır. “Hizmet” dedikleri buydu!

Bugün Türkiye kapitalizminin sıkıntısı başka yerde düğümleniyor: Atlantik-Avrasya dengesinde yürümek kolay olmuyor... 

Bu zor iş, güçlü iktidar gerektirir. Oysa AKP’nin bütün erki tekeline alması, paradoksal biçimde, ayağını bastığı toprağı kırılgan hale getirdi. İstikrarsızlık için bin bir neden zaten varken, Erdoğan, yürüttüğü siyasetin bütün şifrelerine sahip olan Fethullahçılardan endişelenmekte haksız sayılmaz. Düzenin diğer unsurlarının yol haritasını okumakta ve manipüle etmekte ustalaşan AKP merkezinin belli başlı unsurları, Fethullahçılardan gelecek bir tehdit karşısında birbirlerine bile güvenemezler. 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ın kurduğu takım, Cemaatin etki alanından tırnakla sökülüp alındı. Birbirlerine mecbur olabilirler, ama güvenmek için herhangi bir nedenleri yok...

*    *    *

İlk günün haber bültenine dönelim… Olay sıralamadan ibaret kalmadı. Birkaç gün boyunca, belli ki yukarıdan gelen bir kararla Fetö denen yapının kötülüklerini allayıp pullayan bir edebi üretim sürdürüldü. Bunları tümünü dinlemeye sabır dayanmazdı; ama ilk günkü refleksi kayda geçirebiliriz.  

TRT’ye göre ilk ihanet “MİT Kumpası”, ikincisi “17-25 Aralık komplosu” idi. 

Bunların tarihleri sırasıyla 2012 başı ve 2013 sonudur. 7 Şubat 2012’de bugünün Dışişleri Bakanı, o günün MİT Müsteşarı Hakan Fidan savcılık tarafından ifadeye çağrılır. Konu AKP’nin çözüm süreci kapsamında PKK ile yaşadığı görüşme trafiğidir. Ortaklar arasında mücadele sertleşse de köprüler atılmaz; hükümet Cemaati aklayacak açıklamalar yapar. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in sözlerine bakarsak, Fethullahçıların devleti ele geçirdiği iddiasına henüz “kargalar bile gülmektedir.”

Nitekim 2013 Haziran Direnişi günlerinde, halk hareketi bir yana, Erdoğan’ın uykularını kaçıran soru Gülen’in ne yapacağı olmuş, o sıra düzenlenen Türkçe Olimpiyatları vesilesiyle kriz aşılmıştı. Elbette hiçbir iç kavga aynı gemide olduklarını unutturamazdı. Halk sokaktayken Erdoğan’a koltuk çıkan Gülen, o yılın Aralık ayında büyük bir yolsuzluğun kamuoyuna yansımasını sağladı. Ama rüşvet, yakınını kayırma ve yolsuzluk gibi işler çoktan kurumsallaşmış, Türkiye çürüme yolunda mesafe kaydetmişti. Atlattılar… 

*    *    *

AKP’nin “terör örgütü şefinin” siciline yazdığı en büyük iki günah, öncesini aklamaktan başka nasıl okunabilir? Cemaatin 2012’ye kadarki bilançosuna bundan daha açık biçimde sahip çıkılamazdı. Gülen’in öldüğü gün verilen ilk tepki, geriye dönük basın taraması yapmaya ihtiyaç duymadan AKP’nin Cemaatin hangi misyonlarına saygı duruşuna geçtiğini açık etmiştir.

Daha AKP’nin kurulmamışken Sovyetler Birliği’nin boşalttığı Türki cumhuriyetler coğrafyasına “fetihçi dervişleri” salan kimdi? Türkiye sermayesi işe ancak süpermarket açarak başlayacak durumdaydı; ama önden birilerinin gidip zemin hazırlaması lazımdı. Sonra, Türkiye’nin emperyal davranışlar göstermeyi çoktan hak ettiği yolunda akademik bir arka plan kurgulanması da lazımdı. Bu misyon Gülen tarafından başlatılmıştır. Erdoğan’ın iktidar yıllarında tamamına erdirilen Yeni-Osmanlıcılık bir Hizmet Hareketi kurgusudur. TRT haberi bunları aklamıştır.

Komünizmle mücadele çağında tetiğe uzanan MHP camiasıydı. Milli Görüş ise kendisini bir seçenek olarak inşa etmeye çalışıyordu. Türkeş MHP’si daha dar bir görev ifa ederken, Erbakan MSP’si geleceğe yatırım yapıyordu aslında. Öyle olunca da, 1970’lerde MSP bir iç savaş koalisyonu olan Milliyetçi Cephe’de yer almakla birlikte AP ve MHP’ye göre daha “sakin” bir profil çizmiştir. 

Ancak Erbakan’ın yıllar sonra soracağı “kanlı mı kansız mı” sorusu, Türkiye’de Cumhuriyete karşı yeni bir iktidar yürüyüşünün kodlarının itirafı olacaktı. Karşıdevrimlere kadife, yumuşak türünden sıfatlar takan emperyalist demagojidir. Bizim İslamcı karşıdevrimciler iktidar yolunu kanla açtılar. 

Cemaatle Sivas katliamı arasındaki bağ merak konusudur. Olmaması hayatın olağan akışına aykırı!

1990’larda laik aydınların kıyıldığı süreci dış kaynaklarla açıklamaya kalkan topu tacı atıyor demektir. Bu bir “seri katliamdı.” Türkiye sağcısının devlet memuriyetine alınmadığı durumda öyle işlere kalkışmayacağını biliyoruz. Aynı zaman diliminde Fethullahçıların devlete yerleştikleri çıplak gözle izlenebiliyordu. Eski dönemden kalma alaylıların yerini mektepli cemaatçiler hızla alıyordu. Poliste, orduda, yargıda, akademide, medyada… 

Gülen’in kalbinin durmasını takip eden saatlerde AKP ilk haberi dikte ettirirken bütün bu süreci aklamış oldu.

Aklamak zorundaydı, çünkü bu Erdoğan’ın iktidara tırmanışıydı. AKP’nin ittifak stratejisini kuran merkezi aklı organize eden Cemaattir. Bunu söylerken komünizmle mücadele derneklerinden yetişme, tarikatçı bir cahilin sayıklamalarında derin cevherler gizli olduğunu kast etmiyorum. Bu bir ABD emperyalizmi-Türkiye büyük sermayesi ortak yapımıydı. 

Laik geçinen büyük tekeller, devletin sağladığı bütün ayrıcalıklardan yararlanan Hizmet Hareketi’nin bir holding olarak yükselişini gözlemlediler, onunla temas ettiler, işbirliğine girdiler. Zaten Gülen’in, zamanında gazetelerde boy boy yayınladığı teşekkür ilanları yakın dostlarının önemli bir bölümünü açık etmişti. AKP’nin bunlarla derdi değil ortaklığı vardır. 

Sıra 1923’le birlikte anılan Cumhuriyet’in yıkılmasına geldiğinde sağ ve sol liberalleri kapsayan bir cephenin kurulmasında da Cemaatin emeği büyüktür. Liberal sol bir parti genel başkanının “sol Fethullahçılık” diye bir tabir uydurmasını ve bundan kendine övünç çıkartmasını zevzeklik sayabiliriz. Ama AKP’nin demokrasiyi inşa etmekte ve askeri vesayeti yıkmakta olduğu, bunun da bir demokratik devrim sayılabileceği yolundaki teorik ucubeyi Erdoğan, Gülen örgütünün topladığı, Abant’ta ağırladığı, muhtemelen beslediği “yeni entelijansiyaya” borçludur. 

Konu propagandadan ibaret kalamazdı elbette. Ergenekon operasyonu, TRT’nin ve haber metnini dikte ettirenin unuttuğu bir diğer Fethullah prodüksiyonuydu. AKP düzeni altında bile kanıtlanan bu gerçeğin şimdi adı anılmadı!

“Yıkılası Cumhuriyet’in” kötülüğünün en kısa sürede kanıtlanması gerekiyordu. Hrant Dink’in öldürülmesi bu kapsamdadır. Fethullahçılar, karanlık ve kanlı kontrgerilla işlerini seçimle gelmiş hükümetinin üstünden alacak kadar incelik gösterdiler!

Son yıllarda Erdoğan, üstüne titrediği itibardan toplum nezdinde çok şey yitirmişse, burada önemli bir neden, Cemaat gibi resmi sorumluluktan azade ve iş bitirici bir müttefike sahip olmayışıdır. Tersine AKP, sık sık, iktidar blokunun yolsuzluktan cinayete, uyuşturucu veya insan kaçakçılığından yasadışı ticarete kadar uzanan gayrimeşru faaliyetlerinin arkasında durmak zorunda kalmaktadır. Erdoğan Gülenli günleri özlemiş olmalıdır. 

O günlere saygı göstermemek olmazdı doğrusu. Kayda geçirdiğimiz gibi gösterilmiştir. AKP’nin TRT’ye temize çektirttiği eski hizmetlerin listesini buraya sığdırma olanağımız ise yok. Soru çalmaktan suikast düzenlemeye, askeri bina basmaktan savcı tutuklamaya sayfalarca sürer…

İlk ihanetin MİT kumpasıyla Fidan’ın ifade vermeye çağırılması olduğunu ilan etmek saygı sunumudur. Fidan’a “PKK ile yasaya aykırı ilişkileri” sorulacak, AKP çözüm sürecinden suçlu sandalyesine oturtulacaktı. Bu, tek başına sağcılığın karakterini göstermeye yeter. Çünkü Cemaat’in çözüm sürecine katkısı sadece liberal kamuoyunu yönlendirmek olmamıştır. Gülenciler her düzeyde oradaydılar. MİT ve PKK görüşmesinin ses kayıtlarını sızdıranlarla, o kaydı tutanların aynı Fethullahçı kişiler olması muhtemeldir! 

Cemaat bir eliyle yaptığını diğer eliyle inkâr edip suçlamıştır. Sağcılık işte budur.

Ayakkabı kutuları da aynı yönteme örnek oluşturur. Cemaat iktidarın yaşadığı derin yozlaşmanın mimarı, paydaşıydı. Çok daha erken bir dönemde ABD’de iş yapmak isteyen bütün patronlar için Hizmet Hareketinin “yüzdesini ayırmak” resmi ve rutin bir işlem haline gelmişti!

TRT bültenlerinde sıra 2014 Şubat’ında Suriye yolunda MİT tırlarının durdurulmasına geldi mi bilmiyorum. Orada da aynı mekanizma çalışmıştı. Komşu ülkede cihatçı ayaklanmanın çıkartılmasında, içeride “komşuya da demokrasi lazım geldiğinin” ekranlarda ve üniversitelerde anlatılmasında Gülenciler başroldeydi. Ama sonra silah taşıyan araçlara jandarma eliyle müdahale edilmesini organize edenler de onlardı. 

Sağcılık akıl almaz bir ikiyüzlülüktür. Yaşadığımız toplumsal çürümenin her noktasında Gülenciler iş görmüştür. 

*    *    *

AKP-Cemaat koalisyonuyla inşa edilen bu suç yapılanmasının istikrarlı sürmesiyse çok zordu. Bunca yükün kazasız belasız taşınabilmesi için iktidarda tam bir tekleşme gerekirdi. Karşıdevrim yapılmış, kurumsallık ve hukuksallık tasfiye edilmiş, sömürünün ve yozlaşmanın, kuralsızlık ve ahlaksızlığın sınırları kaldırılmış, denetim ve sorgulama yolları kapanmıştı. Bu sürecin artık bir koalisyonla yönetilmesi mümkün değildi.  

İktidarın iki kanadı olarak Erdoğancılar ile Gülencilerin çatışması kaçınılmazdı. Ancak zamanlama politik bir bağlamdan çıkmalıydı. Tam da AKP Yeni-Osmanlıcılığı tekelci sermayenin yayılmacı özlemleriyle bütünleştirmiş, emperyalist hiyerarşide yeni bir konumlanışın peşine düşmüştü. Yeni Türkiye geleneksel Amerikan jandarmalığından sıyrılmak istiyordu. Tayyip Erdoğan’ın dengecilikte rekorlar kırıp durmasına bir Amerikan ayarı verilmeliydi.

Serbest piyasa planlamaya gelmez; kapitalistler kâr oranının yüksek olduğu yere körce koştuktan sonra oranların dibe vurmasına ağlarlar. Kapitalizm akılcı değil aptalcadır. Burjuva siyaseti de öyledir. 

Emperyalist merkezlerce arkadan ittirilen, borusunu dilediğince öttürmesi teşvik edilen AKP Türkiye’si, bir noktadan sonra yerli-milli lafına angaje oldu. Kabının ötesine taşan büyük sermaye geri dönmek istemiyordu. Atlantik’e demirliydiler, ama siyasette denge ustası AKP’den memnunlardı. Amerikan ayarı Fethullahçıların misyonu oldu. Çıngar bu noktada koptu.

Silahlar patladı, hakaretler havada uçuştu, köprüler yıkıldı. Fetö tasfiyesinden sonra mahkemeler yargıçsız, ordu komutansız, polis müdürsüz, akademi kadrosuz kalacaktı neredeyse! Kolay olmadı. Geldik bugüne…

*    *    *

Gülen’in öldüğü gün TRT radyo haberlerinde bir gelenek daha bozuldu. Dinleyen bilir; bültenlerde spikerin kendini tanıtmasından sonraki cümlenin “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip…” diye başlaması kuraldır. O gün Cumhurbaşkanı sözcüğü toptan geri çekildi! Muhtemelen iki ismin peş peşe geçmesinin eski ittifakı hatırlatıp küfürleri davet etmesinden kaçınılmak istenmiştir. 

Ama birkaç gün sonra bile Erdoğan’ın rahatlamadığı anlaşılıyor. Küfür dolu bir konuşma, “Türkiye’ye ihanet edenlerin akıbetinin ne olacağı böylece görülmüştür” sözleriyle bitirilince, sonuç o kadar da ağır olmuyor. Şeriatçı ve Amerikancı bir karşıdevrimci ileri yaşında ABD’de, bir eli yağda bir eli balda, itibarlı ve zengin bir konuk olarak sürdürdüğü yaşamından eceliyle, nereye uzandığı kestirilemeyen bir siyasal ve örgütsel ağın şefi olarak ayrılmış bulunuyor. 

Cumhurbaşkanı ne demek istedi, anlaşılmıyor; ama görülen şey, en ağır sicile sahip olan alçakların bile hesap vermeden gitme konforuna sahip olabildikleridir. Dini imanı para olan bu karanlık figürlerde bir vatan duygusunun izini aramaksa beyhudedir…

Bitirirken benim de bu ölüm vesilesiyle kendimize bir dileğim olacak. 

Dilerim, diğer Cumhuriyet yıkıcılarına, insanlık ve emek düşmanlarına, ülkemize bir sömürgeymişçesine kıymakta olan yağmacılara Gülen’in ölürken sahip olduğu konforu tattırmayız. 

Tattırmayacağız!