'AKP’nin son açılan patikadan geçip geçemeyeceğine dengeler değil, emekçilerin mücadelesi karar vermelidir. Gidecekse AKP’yi başkaları değil halk götürmelidir.'

AKP o patikaya sığar mı?

AKP bir kez daha önünde bir patika açıldığını görmüş bulunuyor. Neredeyse bir uluslararası konjonktür çocuğudur bu parti. Büyük sermayenin rüyalarını süsleyen neo-liberal dönüşümü, memlekete olsa olsa dinci gericilerin yedirebileceğini keşfeden emperyalizmdi ve operasyon için gerekli kaynak da dış sermaye akışından temin edildi. AKP’nin projelendirilişi ve 2002 seçimini izleyen cicim yıllarıydı…

Sonra emperyalizm Ortadoğu’da gözünü kararttığında maceraya kanat çırpmak için Osmanlıcılık fena bir dayanak olmadı. Yalnız fırtınalı havada rüzgârın yönü ikide bir değişiyordu. AKP, Türkiye’nin bu dünyada kimse tarafından feda edilemeyeceğini varsaydı ve her defasında bir başka limanda sığınak buldu. Washington olmazsa, Moskova. Tahran olmazsa, Tel Aviv… Bir kapı daralsa diğeri açıldı. 15 Temmuz’da Putin’in Erdoğan’a uzattığı el hatırlardadır.

Dış faktör Türkiye siyasetinde hep bile isteye parlatılmıştır. Tarih kısmı bir yana, yakın zamanlarda Avrupa Birliği rüyaları olmasa, kolay kolay imamlardan demokratik devrimcilik (!) türetilemez, Kürt, Alevi, hatta kadın dinamiklerinin umudu Erdoğan’a bağlanamazdı. Ne de olsa Batılıların demokratlığı bizim gericilerin demokratlığından daha fazla prim yapıyordu! Böyle olunca ülkenin mevcut durumunu, kurtulunması gereken bir kâbus olarak hissedenler de çıkışı dışarıda aramaya eğilim gösterirler. AKP söz konusu olduğunda bu beklenti defalarca karaya oturmuştur. Türkiye’de siyasi kriz süreçlerinin hükümetin çökmesi sonucunu bir türlü vermemesi bu açıdan da okunabilir.

2013 Haziran Direnişi bu kısır beklentilerin yerini halk hareketinin aldığı nadir örneklerden birini oluşturdu. İç dinamikten söz ediyorum; yani özünde sınıf mücadelesi. Yani bugünlerde yoksulluk ve yağma karşısında toplumun burnundan solur hale gelmesinde dışa vurulduğu gibi…

Şimdi AKP’nin önünde benzer bir dış kaynaklı patikanın açıldığını görmek durumundayız. 

Emperyalizm ve genel olarak dış güç odakları Türkiye’yi yönetmek açısından kimi tercih eder, dersiniz? “Ne Rusya’dan ne Ukrayna’dan vazgeçmeyiz” vecizi burjuva siyasetinde pragmatizm ve oportünizmin ilanı olabilir. Ama burjuva siyasetinde ilkenin lafı mı olur! Açıkçası Batı dünyasında savaş halindeki iki ülkenin görüşmelerine ev sahipliği yapabilecek bir ikinci ülke bulmak kolay değil. İlkesiz AKP bunu becerdiğinde Batı’nın da Doğu’nun da iltifatına mazhar olmaktadır. 

Burjuva muhalefeti ise Türkiye’de iktidar yolunun esasen Batı emperyalizminden geçtiğine dayanarak NATO’culukta tozu dumana katmayı seçti. Oysa Rusya karşısında dümeni Washington’a kırmanın haber değeri bulunmuyor! Türkiye kapitalizmi tarihsel olarak elbette Amerikan merkezli sistemin içindedir ve düzenin herhangi bir unsurunun bu çizgiyi ihlal etmesi konu dışıdır. Ama süreç yönetimi açısından düşünüldüğünde NATO’nun şu anda Ankara’dan NATO’culuk rekoru kırmasını beklediği sanılmamalıdır. Millet İttifakı öyle sanıyor veya AKP dengeciliği karşısında mecburen buraya çekiliyor. 

Pragmatizm-oportünizm hattının Ankara’ya Moskova nezdinde puan kazandıracağının farkında olan Erdoğan’ın, Dostoyevski’nin adını hayatında ilk kez ağzına aldığı muhtemelen doğru. Ancak Reis’in telaffuz gafının alay konusu edilmesi AKP’nin bir uluslararası krizi daha, kasaba tüccarı gibi de olsa yönetmeyi becerdiği gerçeğini unutturmamalıdır. Kaldı ki, dünya liderlerinin kalite düzeyi bizimkilerin aşağılık kompleksine kapılmalarını yersiz hale getirmektedir. Böyle dünyaya böyle Türkiye!

Türkiye tekelci sermayesi için de benzer bir akıl yürütme geçerli. Bizimkilerin ilkeli NATO’culuk adına memleketi aç bırakmaya, belki enerjisizlikle çökertmeye, daha önemlisi Rusya’da ve Ukrayna’daki şirketleri kapattırmaya, ihracat ve turizm gelirlerini dibe vurmaya koşan bir muhalefeti tercih edeceklerini düşünemeyiz. En CHP’ci sermaye grupları bile, muhtemelen, iyi ki diyorlardır, şu anda Millet İttifakı hükümet değil!

Ha, bir de iç kamuoyu var. Ne iktidar ne muhalefet toplumsal yargıları pek takmıyor, ama Türkiye’de Batı emperyalizmine, NATO’culara helal olsun diyecek bir halk hiç olmadı. Bugün de yok.

AKP’nin bu denge politikasıyla aradan sıyrılıp sıyrılamayacağını kısa süre içinde göreceğiz. Şu anda parasının değeri en fazla düşen tarafsız ülke olan Türkiye’nin, ekmeğine un bulamaz duruma gelmesi, yazın otellerin kapıya kilit vurması riski küçülmüş değil. Göreceğiz…

Bizim asıl görmek istediğimiz şeyse girişte işaret ettiğimiz. 

Türkiye halkı AKP’nin temsil ettiği kâbustan kurtulmalı, bu yağmanın, adaletsizliğin hesabı sorulabilmelidir. Emekçiler ve onları temsilen sol hareket gözünü dış faktöre çevirdiği ölçüde iktidar dar ve keskin virajlı patikalarda kendine yol açabilir. Daha doğru bir ifadeyle AKP iktidarının içinde bulunduğu yönetim zorluklarını emperyalist dengelerin içinde bulduğu bir patikaya dalarak bir kez daha aşmasının koşulu, solun dış faktörden medet ummasıdır. 

Bu olasılığı bertaraf etmek isteyen, emekçi halkın gücüne güvenmelidir. Bu güven görülmemiş bir emekçi örgütlenmesini kurmanın ve halkı ayağa kaldırmanın önkoşuludur. Türkiye’de, hele emeğe saldırının içinde bulunduğumuz son safhasında bu mümkündür. 

AKP’nin son açılan patikadan geçip geçemeyeceğine dengeler değil, emekçilerin mücadelesi karar vermelidir. Gidecekse AKP’yi başkaları değil halk götürmelidir.