Ne AKP yıkıldı ne de yeri yerinden oynatacak sesler çıktı. Hatta 1 Kasım 2015’de “kusura bakma AKP, seni üzdük, al sana 258 yerine 317 koltuk” denildiği gibi, 2018’de de başkanlı rejime geçildi.

AKP içi seslerden umulan medet?

AKP iktidarından “yola devam” sesleriyle “uyarı” sesleri birlikte yükseliyor. Yola devama partileştirilmiş devlet içinde yargı da destek veriyor. İstanbul Sözleşmesini uygulamadan kaldıran CB kararının iptal istemini reddeden Danıştay kararı bu desteklerden sonuncusu oldu.

“Hukuk devleti kanun devletinin altında eziliyor” tartışmaları yapılırken kanun devleti de CB kararnameleri/kararları ve polis devleti altında ezilmeye başladı. Danıştay, Sözleşme yerine geçecek olanı “İnsan hakları Eylem Planı var” diyerek AKP olarak işaret ediyor;  AKP’nin siyasal ve ideolojik gidişatı, kadına ve çocuğa bakışı yerinde demeye getiriyor.

Muhalefet siyasi iktidar içi uyarı seslerine ya da durum saptamalarına ellerini ovuşturarak bakıyor. Eleştirileri boşlukta kalmıyor, iktidar içinden de destek buluyor diye ve iktidardaki çatlak sesler kendi iktidarlarının yolunu açıyor diye mutlu oluyor.

AKP döneminde bu tür, muhalefete medet olacak durumlar sıklıkla yaşandı.

17-25 Aralık 2013 süreci bunlardan biriydi. Hem de rüşvet, yolsuzluk, kara para aklama, ihaleye fesat karıştırma, evrakta sahtecilik gibi ciddi başlıklarla.

Devamında, ABD’nin gayet siyasi Erdoğan ile gayet ekonomik Gülen birlikteliği olarak tanımladığı ortaklık içindeki kapışma geldi. Cemaat medyasını izleyenler, çoğaldı.

Ardından 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonucu ortaklığın bir ayağı yıkıldı. Bir kesiminin -yanında da birçok AKP karşıtının- cezalandırıldığı, bir kesimininse AKP içine monte edildiği, pazarlıklarla sürdürülen ve hâlâ devam eden süreç.

Araya açık olmaması, çalışmaması gereken tarikat ve cemaatlerin kendi içlerindeki ve aralarındaki çekişmeler girdi.

7 Haziran 2015 seçimlerinde Mecliste salt çoğunluğu alamayan AKP’yi ve AKP içinden çıkıp “bir konuşursam yer yerinden oynar” diyenleri de unutmayalım.   

Ne AKP yıkıldı ne de yeri yerinden oynatacak sesler çıktı. Hatta 1 Kasım 2015’de “kusura bakma AKP, seni üzdük, al sana 258 yerine 317 koltuk” denildiği gibi, 2018’de de başkanlı rejime geçildi. Haziran Direnişi intikamı da yargı destekli olarak hâlâ sürüyor.

Yoksulluk, pahalılık, açlık, barınamama, işsizlik, bunalım, hak gaspı, kuralsızlık, kurumsuzluk, denetimsizlik, baskı, sömürü…

Burjuva düzeninin devamını, kapitalizmi savunarak muhalefet yaptıklarını, iktidarı istediklerini söyleyenler yönetimde “tek adam rejimi”, ekonomide “beşli çete” diye adlandırdıklarını hedef alırken iktidarın ekonomi politikasından ayrı düşünmüyorlar.

Biraz daha geriye gidersek, 1980’ledeki uzun ANAP dönemi sonunda, 1990’larda da benzer durum yaşandı.

Yanılsama, oyalama, kandırma… Reform, onarım, kurallaştırma, kurumlaştırma…  Liberalizm, neoliberalizm, neofaşizm, siyasal İslam… Ne denirse densin sömürü düzeni sürüyor.

Sonuçta:

Hırsızlık, soygun, vurgun, talan, yağma, baskı, şiddet, istismar, cinayet, katliam… Sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik… Her ne yapılıyorsa, düzenin kurallarıyla olursa legal ve meşru; düzeni sarsıcı, yıkıcı olursa, hukuksal olsa bile suç.

Sermaye sınıfı, devleti ve hukuku da arkasına alarak, istediğini yaparsa legal ve meşru; emekçiler hak aramaya girişirse sakın ha...

Tarikat ve cemaatler propaganda yapar, yürürse ses yok; öğrenciler, esnaf, sanatçılar, aydınlar, gazeteciler, memurlar, işçiler yürürse yasak.

İktidar seçimi kazanırsa adaletli, muhalefet kazanmaya kalkışırsa adaletsiz.

İktidarın çatırdayan seslerinden medet umanların, “kendi içlerinde yıkılacak” diye sevinenlerin nöbet değişikliğinde çatlakları bile sıvayamadığı, sermaye sınıfının isteklerini karşılama ve emperyalistlerle dost olma yarışına girdiği, önünde sonunda emekçilerin üzerine çullandığı görünen, bilinen gerçek.

AKP de 2002’de bir nöbet değişikliğiyle kuruldu, iktidar oldu. Bir yandan anayasa değişiklikleri ve yasalarla, AKP hukuku yaratarak darbe yaptı, diğer yandan hukuksuzluğu ya da çifte hukuku uyguladı.

Çalışma hukuku sil baştan yapılırken, çalışanların hak gaspları hukuka yazılırken çıkmayan ya da cılız çıkıp yol kesemeyen seslerle milyonlarca işsize, ücret oyununa, esnek ve güvencesiz çalışmaya, sömürüye nasıl dur denilecek?

Elektrik üretim, iletim ve dağıtımı özelleştirilirken çıkmayan seslerle fatura soygununa nasıl engel olunacak?

Sümerbank ve Etibanktan rafinerilere, şekerden demir çelik ve çimentoya, tarımdan sanayiye kamuculuk ve kamusal kaynaklar özele peşkeş çekilirken; eğitim ve sağlık dinsele ve özele teslim edilirken; devlet piyasalaştırılırken, laiklik yok edilirken çıkmayan seslerle “güçlendirilmiş parlamenter rejim”e geçilip ne, nasıl çözümlenecek?

NATO sevdalılarıyla nasıl bağımsızlık getirilecek?

Sınıflar, sınıflı toplumu savunanlarla mı; sömürü, sömürücü düzen yanlılarıyla mı yok olacak?

Ne diyor Nazım: “İşte ben komünistim bu sorulara karşılık verdiğim için”.

İşte bunun için “yıkılacaklar tabii” diyoruz.

İşte bunun için “yıkmak tek başına çözüm değil” diyoruz.

İşte bunun için kapitalizmi, emperyalizmi, ırkçılığı, dinsel gericiliği, laiklik ve aydınlanma düşmanlığını, komünizm karşıtlığını emekçilerin sömürüye karşı savaşımlarında bütünsel olarak karşımıza alıyoruz.

İşte bunun için “düzen içi iyileştirmeler çözüm değil” diyoruz.

İşte bunun için “sosyalist iktidar” diyor ve içini ilmek ilmek dolduruyoruz.