'Nereye akarım, kime akarım, nasıl akarım' diye düşünmeden önce neyin üstünde 'akıldığı'nın, nereye su taşındığının, hangi halkaların birbirine bağlandığının ayrımına varılmalıdır.

Akışkanlar siyaseti

Mühendisliğin en eski dallarından biridir “akışkanlar mekaniği”.

“Akışkan”ın ortama ve zamana göre nasıl hareket ettiğini, edebileceğini çözümleyebilmek kolay değildir. Akışkanlar mekaniği, farklı hesaplama yöntemlerine bugün dahi yenilerinin eklenmeye devam edildiği bir büyük mühendislik dalıdır.

Zevklidir ama mühendislik öğrencisinin belasıdır çünkü karmaşıktır. Halbuki mühendislik böyle bir şeydir zaten: Karmaşaya nasıl bakılacağının ipucunu verir, karmaşayı işe yarar kılar, fırsata çevirir ve karmaşada yol almanın anahtarını sunar.

Peki siyasete bir akışkanlar mekaniği muamelesi yapmak mümkün mü?

Düzen siyasetinin zaten böyle çalıştığını söylemek mümkün. “Yeni seçim yasası” gündeme düşer düşmez başladılar hemen: Muhalefetin hangi partiden nasıl seçime girmesi gerektiğiyle ilgili farklı fanteziler ortalığa saçılıverdi. Bazı cin fikirliler Erdoğan’ın yenilmesi için bütün muhalefeti “at”ın üzerine oturtmaya kararlı bile.

Bugün böyle yarın başka türlü hareket etme, vekil transfer etme, başkasının partisinden aday olma, farklı partilerden yeni parti yaratma,“farklı ve yeni hesaplama yöntemleri” icat etme düzen siyasetinin olmazsa olmazı.

Düzen siyaseti, seçim simyacılığı…

Düzen siyaseti, sonu olmayan seçim manevralarına halkın nasıl uyum sağlayacağına ilişkin çözümlerin üretildiği bir büyük mühendislik dalı.

Düzen siyaseti bir “akışkanlar siyaseti” olarak bunun gereğinin yerine getirildiği mecra.

Oysaki siyaset mühendislik değildir. Siyasette mühendisliğe yer vardır ancak siyasetin nasıl “akacağı” matematiksel denklemlerle, sayısal modellerle anlaşılamaz. Dahası, siyasete mühendislikle bakanlar son tahlilde yanılmaya mahkumdurlar.

Öyleyse, nasıl oluyor da akışkanlar siyaseti bugünün dünyasında bir gerçeklik kazanabiliyor? Nasıl oldu da akışkanlık bir çözüm gibi önümüze koyulabildi? Ne oldu da mühendislik iş yapar hale gelebildi.

Bu soruların yanıtlarını düzen siyasetinin içerisinde bulamayız. 

Çünkü sorun düzen siyasetinin, bu yöntemlerin nasıl meşruluk kazandığında bitiyor. Normalde döneklik, ahlaksızlık, aptallık olarak görülebilecek şeyler bir nedenden dolayı akıllılık, işbilirlik, kıvraklık yani kısacası “siyasetçilik” olarak kabul görüyor.

Kabul görüyor çünkü düzen siyasetine bu alan düzen dışı siyaset tarafından açılıyor. 

Düzen dışı siyasetten kasıt siyaset yapmamak, bu karmaşık sorunlarla uğraşmamak değil. Aksine, siyasetin hakkını vermek; siyasetin içine düştüğü bu açmazı onu kırmak için kullanmak. 

Bu ancak devrimci siyasetle olur.

Halbuki sorun tam da devrimci siyaset ile düzen siyaseti arasındaki geçişkenlikten kaynaklanıyor.

“Sol”un taşıyıcısı olması gereken devrimci siyasetin söz konusu “akışkanlık”tan etkilenmediğini söyleyebiliyor muyuz? 

Solda bir bölmenin kafası vekil transferiyle, parlamento cambazlığıyla çalışmıyor mu?

Öyle çalışıyor ki “yeni seçim yasası” denilen şey panik yaratabiliyor. Böyle bir bölme var ki düzen siyaseti kendini meşru kılabiliyor. Çünkü mühendislik her yerde geçer akçe olmuş.

Bu her zaman böyledir. Sağın ikna edemediği, normalde gayrimeşru olması gerektiği koşullarda ona hayat öpücüğü sunan şey işte sol ile yaratılan bu geçişkenliktir. Ve bu geçişkenlik kendi kendine oluşmaz. Her zaman bazı unsurlar, bazı karakterler, bazı partiler sorumluluk üstlenir.

Bilerek ve bilmeyerek ama fark etmez.

Sol düzen siyaseti ile halk arasında “irtibat komisyonu” olmaktan çıkmadığı sürece bu böyle devam eder.

“Siyaset neden bu kadar sağcılaştı” diye soruyorsak bir oturup düşünelim.

Düzen siyasetinin enstrümanlarıyla siyaset yapmayı alışkanlık haline getirenler koşullar değiştiğinde boşa düşmekle kalmıyorlar; kendileriyle birlikte boşa çıkan alanı da sağın doldurmasına hizmet etmiş oluyorlar.

Bunun da bir “mekaniği” var…

Fransa’da devrim farklı partilerin altındaki toprağı sarstığında onları hareket etmeye de zorlamıştı. Dünün radikal solcusu bugünün ortalamacısına, dünün demokratı bugünün kralcısına, dünün düzen isteyeni ise bugünün yıkıcısına, karşı-devrimcisine dönüşmüştü. 

Rusya’da da devrim bir benzerini yaparken bir bölüm devrimci kendisini önce demokrat olarak sonra da karşı-devrimin sınırları içerisinde bulmuştu.

Akışkanlar siyaseti mi?

Aslında asıl mesele sağ ile soldan anlaşılanın akışkanlığa kavuşması değildi. Asıl mesele sağdan sola uzanan uzun zincirin nasıl oluştuğundaydı. Her aktör burada bir halka olmuş, sorumluluk üstlenmişti.

Bugün zincire halka olanlar, siyasetin sağcılaşmasında, düzen siyasetinin meşruluk kazanmasında sorumluluk üstlenmiş oldular.

İki devrimde de zinciri uygun zamanda doğru noktadan kıranlar devrimi başarıya taşımıştı.

Benzeri bugün için de geçerlidir: “Nereye akarım, kime akarım, nasıl akarım” diye düşünmeden önce neyin üstünde “akıldığı”nın, nereye su taşındığının, hangi halkaların birbirine bağlandığının ayrımına varılmalıdır.