Şimdi geldiğimiz aşamada, 2025’e girerken, yeni olanaklar var. Yeni bir Cumhuriyet için mücadelede aynı hataları tekrarlamayacak bir toplumsal hareket yaratılabilir.
Bornova’da 99 okula din görevlisi atandığını duymuşsunuzdur. Türkiye’nin himayesinde kuluçkaya yatan cihatçıların Suriye’de yaptıklarını da izliyorsunuz. Bir karşı devrim sürecinde olduğumuza aklı başında hiç kimse karşı çıkmıyor.
Bu noktaya gelirken son 30 yılda öylesine olaylar yaşandı ki adeta toplumsal bir şok gerçekleşti, tam olarak neler olduğunu kavrayamadan izledik. Şimdi üzerinden zaman geçmişken tekrar dönüp yaşanan olayları değerlendirmek gerekiyor.
Yakın tarih içinde karşı devrim sürecine en önemli karşı çıkışlardan biri 2007 yılı içinde yaşanan Cumhuriyet Mitingleriydi. Bu mitingler Türkiye tarihinde o vakte kadar görülmeyen büyüklükteki kitleleri meydanlarda toplamayı başarmıştı. Ancak mitingleri düzenleyenlerin kısa bir süre içinde yenilgiye uğradığı görüldü. Bu yazıda bu yenilginin nedenlerini anlamaya çalışacağız.
Ahmet Sezer’in Cumhurbaşkanlığında görev süresi dolunca 2007’de Erdoğan veya AKP kadrolarından bir İslamcının (sonradan Abdullah Gül) adaylığı söz konusu olmuştu. Mitingler esas olarak bu olası gelişmeyi engellemeye ve Cumhuriyet’in laiklik ilkesine bağlı bir Cumhurbaşkanı seçilmesine odaklanıyordu.
İlk miting 14 Nisan 2007’de Ankara’da gerçekleştirildi. Bunu İstanbul’da Çağlayan, Manisa, Çanakkale mitingleri izledi ve son olarak 13 Mayıs’ta İzmir mitingi düzenlendi.
Mitingler Cumhuriyetçi bir ittifak ilişkisini yansıtıyordu: Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği gibi dernekler, başında Deniz Baykal’ın olduğu CHP, Perinçek’in İşçi Partisi gibi siyasi partiler, İstanbul Barosu gibi meslek kuruluşları ve DİSK gibi sendikalar.
Bu denli kitlesel destek almış mitinglere karşın sürecin mutlak bir yenilgiyle sonlandığı görüldü. Temmuz ayında yapılan genel seçimleri AKP %46,5 ile kazanırken, CHP’nin oyu %20,8’de kaldı. Hemen sonrasında Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Ancak süreç seçim yenilgisi ile kalmadı, AKP Cumhuriyet Mitinglerini düzenleyen ittifakı tamamen tasfiye etmek için harekete geçti. 2008’de açılan, Ergenekon Davaları adıyla anılan ve bugün Fettullahçı olduğu bilinen savcılarca yürütülen yargı sürecinde mitingleri düzenleyen hemen bütün bileşenler uydurma suçlarla yargılandılar, hapis cezalarına çarptırıldılar. Deniz Baykal ise yine malum çevrenin bir kaset operasyonuyla CHP Başkanlığından ve aktif siyasetten tasfiye edildi.
Hala devletin içinde Cumhuriyetçi kadrolar belki bir direnç oluşturuyordu ancak 2010 Anayasa Referandumu da AKP’nin istediği gibi sonuçlanınca devlet bu kadrolardan büyük ölçüde temizlendi.
Buraya kadar bilinen hikâyeyi kısaca hatırlatmış olduk. Ancak esas mesele aradan geçen 17 yıl sonra yenilginin nedenlerini anlamaya çalışmak.
Öncelikle mitingi düzenleyen ittifak sermaye sınıfına karşı değildi, hatta bir sınıf kavramına da sahip değildi. Sezgisel olarak bir sınıf kavramı varsa da bunu metafizik olarak kavrıyordu.
Oysa insanlığın son 250 yılda toplumu anlamak için geliştirdiği vazgeçilmez kavram sınıf kategorisidir. Örneğin, sermaye sınıfı denildiği zaman tek tek sermayedarlar anlaşılmaz, tümel tekilden farklıdır. Tabi ki aralarında görüş farklılıkları, rekabet, çıkar çelişkileri bulunur, ancak tarihsel bir anda çıkarları genellendiği zaman sınıfın politik vektörü ortaya çıkar.
Belli ki mitingi düzenleyen ittifak sermaye sınıfına genel olarak karşı değildi, sınıfın bazı üyelerini laik bazılarını laiklik karşıtı olarak görüyordu. Oysa Türkiye sermaye sınıfı sanayi ve banka sermayesinin bütünleştiği, emperyalizmle işbirliğini ilke edindiği bir aşamaya ulaşmıştı ve tekelci sermaye özellikleri gösteriyordu. AKP iktidarı onlara bir bütün olarak yeni bir sermaye birikim döneminin kapısını açıyordu. Kamu mallarının yağmasına dayanan bu sermaye birikimi sermaye sınıfının temel hareket vektörü haline gelmişti.
Cumhuriyeti kuran ve laikliği ilke edinen burjuvazi ile 2007’deki burjuvazi arasında dağlar kadar fark vardı ve bu tedrici değişim algılanamıyordu. Mitinglerde sermaye karşıtı tek bir slogan atılmamıştı, temel talep laikliğin rejimin bir ilkesi olarak korunmasıydı. Oysa sermaye sınıfı kendi yaşam tarzından bağımsız olarak yağmayı meşrulaştıran emekçi halkın dini inançlarının siyasi suistimalini çoktan benimsemişti. AKP onların tercihiydi.
İkinci yenilgi nedenini ise tutarlı olmayan bir anti-emperyalizmde aramalıyız. ABD ve AB emperyalizminin ulus devleti çözeceği iddiası mitinglere yansımıştı, hatta devletin içinde bir kliğin geliştirdiği bir savunma refleksiydi. Mitinglerde “Bağımsız Türkiye” sloganı duyuluyordu. Ancak sermaye sınıfına karşı olmadan bu sloganın altını doldurmak da mümkün değildi. Sermaye sınıfının o yıllardaki vektörü emperyalist ülkelerle bütünleşmeyi öngörüyordu. Gerçekten Türkiye bu yıllarda büyük bir dış yatırım alırken Türkiye sermaye sınıfı yurtdışına hızla açıldı. Yine mitinglerde NATO karşıtlığına hiç değinilmiyordu, sanki Cumhuriyet NATO ile birlikte doğmuştu ve NATO üyeliği Cumhuriyet’in hiç değişmeyecek bir niteliğiydi.
Son olarak, mitinglerin Türkiye emekçi sınıfları ile ittifak geliştiremediğini söylemeliyiz. Mitinglere katılanlar hala Türkiye’nin önemli bir birikimini oluşturuyorlar ve yeni bir Cumhuriyet’in kurulmasında rol oynama kapasitesine sahipler. Ancak çoğunlukla kendilerini Türkiye emekçi sınıfları içinde değil, sahte bir kavram olan ve tüketim standartlarına bağlı olarak tanımlanan “orta sınıfların” içinde görüyorlardı. Devletli olan kesimleri ise zaten anti-komünist bir gelenekten geliyordu.
Ayrıca Cumhuriyet aydın ve seküler alışkanlıkları olan bir toplumsal tabaka yaratmıştı ama sermaye düzeninin oluşturduğu toplumsal eşitsizlikler dini propagandaya karşı korunmasız geniş bir emekçi kesime neden olmuştu. AKP’nin topladığı % 50’ye yaklaşan oy buralardan geliyordu.
Ve mitinglere katılan kesimlerin sonuna kadar mücadele edecek halinin olmadığı da görüldü, kendini emekçi sınıfların içinde görmeyenlerin hep bir konformizmi olmuştu ve bu tavır örgütsüzlüğü marifet saymaktaydı.
Şimdi geldiğimiz aşamada, 2025’e girerken, yeni olanaklar var. Yeni bir Cumhuriyet için mücadelede aynı hataları tekrarlamayacak bir toplumsal hareket yaratılabilir.
Sermaye düzenine ve emperyalizme karşı tutarlı olan bir karşıtlık, emekçi sınıfların örgütlüğünde ve aydınlanmasında laiklik mücadelesinin görülmesi, emekçi sınıflar ve onların siyasi temsilcileri ile birlikte mücadeleyi yüklenme…
Bugün Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi bu anlayışı temsil ediyor.