'Sadece yoksulların ve mazlumların değil, düzene biat etmiş ve ödüllendirilmiş kulların da yeni bir cumhuriyete ihtiyacı var. Onları bu ağır angaryadan kurtaracağız.'

Akepece istifa yolları

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan atandığı görevinden birkaç gün önce istifa etti. “İstifa etti” lafın gelişi, başka bir şey yaptı aslında. Yaptığının tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Karar, Resmî Gazete'de, “Görevinden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen Lütfi Elvan’dan boşalan Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Nureddin Nebati atanmıştır” denilerek duyuruldu.

Bu durumda iki olasılık var. Ya Lütfi Elvan’ın görev atanması bir tür cezaydı, af çıktı, azat edildi, kurtuldu. Ya da atanma da görevden alınma da iradesi dışında olan işlerdi. İradenin sahibinden ayrılmak için izin istedi, kabul görmüştür. Olasılıklar üzerinden ilerlememiz yasal mevzuatta “affını isteme” diye bir kavramın olmamasından. Bu yasal mevzuatın ötesinde gelişen veya geliştirilen “akepece” dilidir. Çıkışını ve maksadını anlamak için kazı yapma gereği var.

Resmî Gazete’ye atıf yaptık ama bildiğimiz istifanın tek taraflı bir eylem olduğudur. İstifa etmişsen etmişsin demektir. Ayrıca bir kabule ihtiyaç yoktur. İstifanın Resmî Gazete’de yayımlanması da şart değildir, bakan istifası kamuyu ilgilendirdiğinden bu eylem de kamuya Resmî Gazete aracılığıyla duyurulur. Yani istifa, Resmî Gazete’de yayımlandıktan sonra yürürlüğe giren işlerden değildir.  

Bundan daha “akepece” istifa yolları da var. Örnek, Lütfi Elvan’dan önce aynı koltukta oturan Damat Berat istifasını “İnstagram” hesabından duyurdu. Damat Berat “beni affedin” demedi yalnız, “Yaklaşık 5 yıldır sürdürdüğüm bakanlık görevime sağlık sorunlarım nedeniyle artık devam edememe kararı aldım” buyurdu. Buyurması, damat olmasından olabilir, bilemiyoruz. “Devam edememe kararı” da devlet geleneğimizin ilklerindendir.

***

Bu tuhaf Instagram istifası, yayımlanışından 27 saat sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. İletişim Başkanlığı tarafından yapılan kamuoyu duyurusunda “Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın görevden af talebi kabul edilmiştir” denildi ama ortalıkta bir “af talebi” değil “devam edememe kararı” vardı. Demek ki “devam edememe kararı”nı da “af talebi”ne çevirebiliyoruz, büyük imkandır.  

Fakat bu imkân riskleri de beraberinde getirmektedir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da “devam edememe kararı” almıştı, af talebine çevirdiler ve kabul etmediler. Koltuğunda hala çilesini doldurmaktadır. 

Sorunun aslı şu, yeni idare biçimimizde “hazine ve maliye” veya “iç işleri” gibi bir iş bölümü yoktur. Bunlar artık Saray’daki danışmanlar-vezirler- eliyle yürütülmektedir. Yani bakanlıklar devletimizin boş işlerindendir. Atamalar da haliyle bir tür ulufe dağıtma kalemindendir. Padişah verirse alırsınız, bırakmak isterseniz affınızı talep edersiniz. Biat ettiysen ve karşılığında ödüllendirildiysen o ödülden ancak affedilebilirsin. Öyle ortalıkta bırakıp gidemezsiniz, almaktan istifa edemezsiniz. Ödülden istifa mümkün değildir. 

Bildiğimiz şu; Damat Berat eski ayan Ahmet Davutoğlu ile yapılan pazarlık sonucunda o koltuğa oturtulmuştu. Damat Ferit’ten sonra ilk damat atamasıdır. “Devam edememe kararı” alınca yerine ancak affını isteyebilecek nitelikte daha düşük profilli Lütfi Elvan’ı oturttular. O da affını isteyince daha düşük profillisini buldular. Bulurlar, atarlar, affederler. Kapıkulu sistemidir, geri dönmüştür.

***

Muhalefete gelince, cılız bir iki itiraz oldu sisteme. Anayasa hukukçusu ve CHP vekili İbrahim Kaboğlu “af talebi”ni eleştirdi, “Anayasa’nın 104 ve 106'ncı maddelerinde 'af istemek ve af talebi kabul' kavramları olmadığı halde bunların Resmî Gazete’de kullanılması bile, Anayasa ve hukuk dışı keyfi yönetimin tescilidir” dedi. Kimsenin talebi olmadan bir kamu görevine getirilemeyeceğini vurgulayan İdare Hukuku Profesörü Metin Günday ise, “Eğer biri istemeden görevde tutuluyorsa bu durum angarya yasağına aykırıdır. Eğer atanmışsan kendi iradenle ayrılabilirsin. Bu, atamayı yapan iradenin kabulüne bağlı değildir” diye değerlendirdi olup biteni. 

Demek ki devletin yeni dili olan akepece anayasaya da aykırıdır. Yurttaşlığı ve tabii özgür iradeyi yok saymaktadır. “Angaryayı”, kulluğu, geri getirmektedir. İstifa eden yurttaştır, affını isteyen kuldur, tebaadır. 

Bu “yeni” Kapıkulu sisteminin dediği şu; cumhuriyet yıkılmış ve yerine nevzuhur bir sultanlık idaresi ihdas edilmiştir. Bu rejimde sultan tek ve tartışmasız otorite olduğu için, bürokratların kaderi de o otoritenin iradesine bağlıdır. İster atamayı emreder ister azleder. Dolayısıyla ne atama emri ne azil kararı reddedilemez. Atanan ancak görevden affını ister veya görevden affedilir. 

Adını koyalım, “Türk usulü başkanlık sistemi” dedikleri sultanlığın, padişahlığın geri getirilmesidir. Buna göre Tayyip Erdoğan devletin ve devlet partisinin başı olarak anayasanın ve yasaların üstünde bir sultandır, padişahtır. Bu pozisyonu itibariyle istediğini görev uygun görür, istediğini görmez. Atadıklarının ve azlettiklerinin hiçbir yetkisi, hiçbir gücü yoktur. Yetkisi ve gücü olmayanın istifa etmesi mümkün değildir.  

Peki bu durumda sultan gerçekten sultan mıdır? Koca ülkeyi yöneten, her şeye hükmeden, denildiği gibi, tek otorite veya tek irade midir? Sultanın yetkisi ve gücü var mıdır demek istiyorum. Bu da imkânsız işlerdendir. Sultanların, Fatih Mehmet gibi pek muktedir görünenlerin bile, büyük güçlerin elinde oyuncak olduğunu biliyoruz. Oyundur ve oyuncaktır ancak oyunun ve oyuncakların böyle görünmesine ihtiyaçları vardır. Atamızın sözüdür, kral “mülk benim” derken gerçekte mülk sahibinin kral olduğunu ilan etmektedir. Mülkün sahibi kimse gerçek kral da odur.

***

Akepece’yi çözmek için kazı yapmaya devam ediyoruz. Sinan Çuluk’un “Tarih” dergisinin Aralık 2020 tarihli sayısında yayımlanan makalesi “Osmanlılarda istifa ve incelikli stratejiler” başlığını taşıyor. Çuluk, makalesine, “İlk ve klasik Osmanlı devrinde ancak vefat, azil veya ‘siyaseten katl’ ile görevden ayrılan üst düzey bürokratlar, Tanzimat’tan sonra istifa (Arapça ‘afv’ kelimesinden) mekanizmasını türlü şekillerde kullanmışlardı” diye başlıyor. Demek akapecenin bu kavramı da Osmanlı referanslıdır. 

Cumhuriyette ise “afv” yoktur. Cumhuriyet devrinde istifa mektuplarının çoğunda “istifa” kelimesinin kullanılmasından kaçınılarak “çekiliyorum, ayrılıyorum, görevimi bırakıyorum” gibi daha yumuşak kelimelerin tercih edildiği görülür. Çuluk’un makalesinden aktarıyorum; “Günümüzdeki algıya göre ise istifa tek taraflı bir olgudur ve kişinin iradesine bağlıdır. Devletin kamu personelini ‘affetmesinden’ söz edilemez. 657 sayılı ‘Devlet Memurları Kanunu’ da memurlara ‘görevden çekilme’ olarak tanımladığı istifa hakkını vermektedir. Olağanüstü hâl, seferberlik, savaş hâli ve genel hayatı olumsuz etkileyen afetlerde istifa hakkına sınırlama getirilmesi de aynı kanunda zikredilir… Özel kanunlarıyla sınırlanan stratejik noktalardaki ve millî güvenlik ile ilgili personellerin dışında, devletin istifa talebini kabul etmemesi mümkün değildir.”

Yani Cumhuriyette afv olmadığı gibi Osmanlıda da istifa yoktur. Azil bir yoldur, ‘siyaset katl’ mümkündür, bunlar olmazsa af da imkan dahilindedir. 

***

Kapıkulu sistemi gibi dili de eğlencelidir. Yeniçeriler sistemde önemli yer tutar, kapıyı onlar bekler. Topçular ve arabacıları ağır yükleri çeker. Lağımcılar ve sakalar ıslak işlere bakar. Sağ Ulufeciler ve Sol Ulufeciler genellikle saray kapısındaki kuyruklarda görülür, padişahı eteklerler, sistemi överler. Saray matbuatında Sağ Garipler ve Sol Garipler vardır, yazmaktan çok padişahın sancağını taşırlar. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar esas olan kulluktur. 

Sadece yoksulların ve mazlumların değil, düzene biat etmiş ve ödüllendirilmiş kulların da yeni bir cumhuriyete ihtiyacı var. Onları bu ağır angaryadan kurtaracağız. Kulluktan kurtulmaları, başı dik birer yurttaş olarak özgürce yaşamaları ve istifa edebilmeleri için cumhuriyet şart!