1941 diyoruz, Akdeniz yangın yeridir. Herkes herkesle ya savaşmakta ya da savaşa katılmak için bilenmektedir. Cehennemi İkinci Büyük Savaşı’nın cephelerinden biridir Akdeniz.
25 Haziran 1941 sabahı “yedi buçuk metre tulünde, iki metre yirmi santim arzinde ve bir metre on santim derinliğinde bir cankurtaran filikası”, ölçüm bilgileri tam olarak böyle veriliyor, Karataş sahilinde karaya oturdu. Bütün bir gece azgın dalgalarla boğuşan filikadan savrulan yirmi sekiz kişinin köylüler tarafından bulunması ve yetkilileri haberdar etmeleri üzerine Hükümet harekete geçti. Gazeteler, Anadolu Ajansı’nın geçtiği bu haberi savaş koşullarının hassasiyeti nedeniyle olmalı ancak üç gün sonra manşete taşıyabildi.
Habere göre 21 deniz subayı,63 denizci erbaş, 68 denizci er ve20 Kara Harp Okulu öğrencisi ve 28 kişilik mürettebat ile neden orada olduğu hâlâ bilinmeyen bir İngiliz subayın da içinde bulunduğu Refah gemisi kıyıdan 40 mil kadar açıkta sancak tarafından yediği bir torpido marifetiyle patlamış ve gemi ikiye bölünerek dört saatin sonunda batmıştı. Karataş sahilinde köylüler tarafından bulunan 28 kişi pek “salim” olmasalar da iki yüz bir kişiden geriye sağ kalanlardı.
***
1941 yılının haziran ayının başında İngiltere Ankara’ya, Türk Hükümeti tarafından kendilerine çok önce sipariş edilmiş olan dört denizaltı ile dört uçak filosunun hazır olduğunu, teslimi için bir heyetin gönderilmesi gerektiğini Büyükelçileri vasıtasıyla iletir. Gidecek olan heyet Deniz Yarbay Zeki Işın komutasında oluşturulur. Güzel. Ancak iki sorun vardır. İlkin heyeti taşıyacak bir gemi bulunacak sonrasında da geminin izleyeceği rotanın tespiti gerekecektir.
Milli Savunma Bakanlığı, uygun bir gemi bulunması için Ulaştırma Bakanlığı’na yazar. Ulaştırma Bakanlığı da bula bula Refah’ı bulur. Refah Barzilay Vapurculuk Şirketi’ne ait teknik cihazları ve donanımı eksikli ihtiyar ve yorgun bir yük şilebidir. Karadeniz ile Marmara arasında kömür taşıyan bir yük şilebi. Yolcular için kamara bir yana yeter miktarda tuvaleti dahi yoktur. Açık denizlerde binlerce mil yol alması planlanan geminin hâli yazılanlara göre bu vaziyettedir.
Rota mı? 1941 diyoruz, Akdeniz yangın yeridir. Herkes herkesle ya savaşmakta ya da savaşa katılmak için bilenmektedir. Cehennemi İkinci Büyük Savaşı’nın cephelerinden biridir Akdeniz. Mihver ve Müttefik devletler denizin üstünde ve altında birbirlerine girip savaşa tutuştukları günlerden geçilmektedir. Türkiye… Türkiye İsmet Paşa’dır ve savaşa tutuşanlar Türkiye’yi cepheye sürmek için görülmemiş ölçüde baskı uygulamaktadır. Ne ki Paşa, evet, her sabah kalktığında “Nuh” demekte, ancak öğleye kalmadan “Peygamber” demeğe yanaşmamaktadır.
İsmet Paşa bir yandan İngiltere ve Fransa ile “Karşılıklı Yardım Antlaşması” imzalarken (19 Ekim 1939),öte yandan Almanya ile “Dostluk ve Saldırmazlık Paktı”na girmiş (18 Haziran 1941),bakar mısınız bir yandan da Sovyetler ile 1925 te imzalanan “ Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktı” na sadık kalacağını yenilemiştir. Sırası gelmişken Türkiye’nin Almanya ile yapmış olduğu antlaşmanın İngilizler tarafından pek de hoş karşılanmadığını buna rağmen baskı yaparak tamamen küstürmeyi de çıkarlarına aykırı bulduğunu ve bu nedenle antlaşmaya sessiz kaldığını ilave etmek gerekir. Milli Savunma Bakanlığı’nca düzenlenen heyeti İngiltere’ye götürecek olan Refah Şilebi böyle bir ortamda sefere hazırlanmaktadır. Akdeniz yangın yeridir. En güvenli rota Suriye kıyılarını takiben “ Mısır’ın Port Said Limanına demirlemek oradan da uçakla İngiltere’ye erişmektir. Ancak İngiliz Elçiliği zaman kaybı gerekçesiyle olmalı yolu uzatmadan Mersin’den hareketle Akdeniz’i biçip Port Said’e uzanan rotayı önerir ve Türk tarafına kabul ettirir.
***
Refah Şilebi 16 Haziran sabahı İstanbul’dan demir alarak, Ankara’dan Toros Ekspresiyle gelecek olan heyeti almak üzere 21 Haziran günü Mersin Limanına demir atar. Böylesine uzun bir yolculuğa hazır olup olmadığı liman görevlileri tarafından incelenmeye alınır. Yazılanlardan öğreniyoruz, mürettebat ile birlikte toplam 201 kişiyi taşıyacak olan şilepte sadece 28 kişilik iki filika ve yine sadece mürettebat sayısı kadar can yeleği bulunmaktadır Berbat bir durum olmalı, şilepteki haberleşme cihazı olarak kullanılan telsiz, balıkçı teknelerinin erişim mesafesi seviyesinde ve elektrik sistemi ilkel olduğu gibi yedeklenmiş de değildir. Liman Müdürlüğü şilebin bu haliyle açılmasının riskli olacağını telefon marifetiyle Ankara’ya bildirir.
Ankara’da Mehmet Ali var. Denizcilik Müsteşarı Amiral Mehmet Ali Ülgen… Dinler ve kısa keser: “Aldığınız emri uygulayın!
Uygulanır. Refah Şilebi 28 mürettebat 172 yolcu ve tanıkların güvertede hep can yeleği ile dolaştığını ileri sürdükleri bir İngiliz subay olduğu halde Mersin Limanı’ndan demir alarak Akdeniz’e açılıyor. Yeterli sayıda ranza olmadığı için güvertede, köprü ve ambar kapaklarının üstünde ve filikaların içinde battaniyelere sarılıp, ölmeye yatmadan önce şarkılar söylediklerini de kazazedelerin yıllar sonra gazetecilere anlattıklarından öğreniyoruz. Ölüme gidiyorlar…
23 Haziran 1941 gecesi saat 23 civarında Refah Şilebi bordosuna yediği bir torpille patlayıp ortadan ikiye bölünürken filikalardan biri içinde uyuyanlarla birlikte havaya uçuyor. Patlamanın etkisiyle elektrik düzeneği ve telsizi kullanılamaz hale geliyor. Gemi Can pazarıdır. Patlamanın etkisiyle ilk elde ölenlere, kendilerini can havliyle denize atıp boğulanlar ve köpek balıklarının parçaladıkları da katılıyor. Sağ kalanlar da var. Bunların Karataş sahiline, içinde bulundukları filikayla savrulan 28 kişi ile son anda bir kamara kapısını sal yapıp karaya ulaşan iki kişi ile tahta parçalarına tutunarak kurtulan diğer iki kişiden ibaret olduğu anlaşılacaktır.
Facianın boyutu Milli Savunma Bakanı Saffet Arıkan’ın 1 Temmuz 1941 tarihinde yapmış olduğu açıklamayla birlikte gün yüzüne çıkıyor. Açıklamaya göre İngiliz subay dahil 169 can kaybı. Şimdi soru şu: Refah Şilebini kim batırdı?
Bu sorunun cevabı hâlâ bir muammadır. İngiltere… Fransa… İtalya…Almanya…Üstlenmezler. Her biri birini suçlar. Kazazedeler patlamadan sonra Fransız bayraklı iki kişilik bir uçağı geminin hemen üstünde dolandığını söylerken, başkaları İtalyan bir denizaltından torpilin atıldığını ileri sürer. Bir başka görüşe göre ise gemi limanda iken İtalyan su altı komandolarının yerleştirmiş oldukları zaman ayarlı bombanın patlatılmasıyla birlikte Refah önce ikiye bölünmüş ardından sulara gömülmüştür. Bir başka görüşe göre ise ki Hükümet buna inanma eğilimindedir “serseri bir mayının” çarpması sonucunda yani tamamen kaza eseri olarak bu felaket meydana gelmiştir.
Facianın duyulmasının ardından Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, usûldur, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlıklarına başsağlığı mesajı iletir ardından da Ulaştırma Bakanı Cevdet Kerim İncedayı ile Milli Savunma Bakanı Saffet Arıkan’ın “muhakeme edilmek üzere teşrii masuniyetlerinin (dokunulmazlıklarının) kaldırılmasını” talep eder.
İlkin CHP Grubunda tartışma açılır.
“Biz görevimizi yapmazsak millet bizi taşlar” Bu Antalya Milletvekili Rasih Kaplan’dır.
Başbakan Refik Saydam kürsüye gelerek sözleriyle bazı milletvekillerini güldürürken bazılarını hayli öfkelendirir:
“Ne yaptı ki, ulus bizi taşlayacak…”
Refik Şevket öfkelenenlerdendir:
“Ülkenin en seçkin bir topluluğunu Refah gibi çürük bir tekneye bindirerek kurban etmek ihmal değil midir? Bundan sizin vicdanınız sızlamıyor mu? Bu olay bütün milletin vicdanını sızlatan bir olaydır, bundan vicdanı sızlamayacak olan ancak hayvandır.”
Burada kullanılan “hayvan” sözcüğü ortalığı karıştırır zira sanki Başbakana söylenir gibidir. Hatibi kınamak için birileri sıra kapaklarına vururken başka birileri de ayaklarını sertçe yere vurarak patırtılı gösteride bulunurlar. Nice sonra ortalık yatışır bu defa Afyon Milletvekili Berç Türker söz alır ve “biz ne yaptık ki” diyen Başbakana yapılanları anlatır:
“… Fakat asıl mesele; bendenizi bu kürsüyü muallaya getiren nokta şudur; Bizim mücehhez, yeni vapurlarımız varken nasıl olurda sinyor Barzilay’in bir şilebi tutuluyor. Ve onun içine bizim en güzide çocuklarımız konuyor. Nasıl oluyor da bu sinyor Barzilay’in ‘in külüstür şilebi ile Akdeniz’den Mısır’a kadar seyahate müsaade ediliyor(…) Sinyor Barzilay’in külüstür teknesi ile en güzide çocuklarımız cehennemi bir gölden Mısır’a kadar nasıl gönderiliyor. Bu meydana çıkmalı. Bendeniz bunun için kürsüye geldim. Ve tekrar ediyorum mazbata kabul edilsin ve tahkikat yapılsın istirhamım budur.”
Uzun tartışmaların sonunda iki bakan görevlerinden istifa eder. Bu defa konu Meclise taşınır ve Bakanlar aklanır.
Ardından Ankara Milletvekili Aka Gündüz’ün “Yüksek Reisliğe” hitaben vermiş olduğu “takrir” okunur. Kısa ve şöyledir:
“Şehitlerin hatıralarına hürmet için 5 dakika ayakta sükût edilmesini teklif ederim.”
Eller kalkar. Beş dakika sükût edilir. İkinci dereceden yöneticiler için açılan dava ise 1944’de kadar sürer. Sonrasında kazadan kurtulanlardan biri dahi tanık kürsüsüne çağrılmadan sen sağ ben selamet dava kapanır. Mahkeme kararı kayıtlara şöyle geçer:
“Geminin dışarıdan gelen bir etki ile infilak ettiği bu yüzden battığı, gemide mevcuda yetecek kadar kurtarma alet ve vasıtaları olmadığı, ancak bunların bulundurulmayışının kasıtlı olmaması yüzünde, sanıkların beraatına karar verilmiştir.”
Şehitler için beş dakika sükût edildi demiştik ya, tam olarak öyle değil. İngiliz subayı hariç 200’den geriye kalan 168 kişinin şehit olarak kabul edilmesi için on yıl beklenecek ancak 27 Haziran 1951’de çıkartılan bir kanunla ölenler şehit defterine kaydedilecektir.
Şehit maaşı mı?
Bunun için de 1960 yılı beklenecektir.
Mersin’de hemen deniz kenarında büyükçe bir park vardır. Atatürk Parkı. Bu parkta hemen göze çarpacak ölçülerde görkemli taş/mermer bir anıt yükselir. Yapım tarihi olarak 1972 gösterilir. Anıtın alt kısmındaki levhada 168 isim yazılıdır. Hâlâ muammadır!