Marmara’nın görüntüsü ile 'Mavi Vatan'ı yaratanların acıklı görüntüsü bize bir öğüt veriyor sanki...

Akdeniz, Karadeniz, Marmara ara deniz

Birçoğumuzun çocukluğundan anımsayacağı bu tekerleme haftalardır aklımda. En çok da “ara deniz” bölümü. Arada kalmış bir deniz. Kapitalizmin dişlerinin arasında kalmış veya ayaklarının altında çiğnenmiş bir deniz. Bir süredir kıyılarında oturup, dizlerimizi dövdüğümüz deniz. Bilim insanlarına sorarsanız yıllarca can çekiştikten sonra artık yaşamayan deniz.

Şu sıra esas dertleri, bitmek tükenmek bilmeyen bir tefrikaya dönüşen mafya ifşaatının salladığı koltuklarını korumak olan muktedirlerin bile hakkında anlamlı anlamsız cümleler kurmak zorunda kaldıkları deniz. 

Arada kalmış olan salt Marmara değil ama. Bir de bir başka deniz ve onun arada bıraktıkları var. Daha büyük bir deniz de olsa yine de ara bir deniz, kimilerini iki arada bir derede bırakan deniz. Bize uygarlık adına öğretilen birçok şeyin ürediği, büyüdüğü deniz. Mare Nostrum. Akdeniz.

Akdeniz şimdilik kirlilikle değil de bir renk ve tehditle gündemimizde şu sıra.

Tehdit algısı salt askerlere özgü bir duygu değildir. Bununla birlikte, neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde orduların akılları tehdidi algılamaya ve imkân bulurlar ise yok etmeye odaklıdır. Bunun şiddeti ve seviyesi ülkelerin yapılarına ve coğrafi konumlarına göre değişiklik gösterir. Türkiye’nin silahlı kuvvetleri hepimizce bilinen sebeplerle bu konuda en ileri noktada bulunan ordular arasında sayılabilir.

Tehdit algısının nesnel bileşenleri olduğu kadar öznel bileşenleri de vardır. Tarihten gelen deneyimler bu algıyı keskinleştirebilir. Örneğin “Averof” ismini duyduğunda, Deniz Kuvvetleri’nin her kurmay subayı Ege adalarının elden çıkmasına neden olan Yunanistan savaş gemisini anımsayacak ve içinden “bir daha asla” diyecek şekilde yetiştirilmiştir. Averof’un macerasının ayrıntıları bu yazının konusu değildir ve merak edenler internetten araştırabilirler. Burada önemli nokta, Cumhuriyeti kuran kadrolar ve özellikle de onunu askeri kanadı bakımından kara ülkesinin etrafındaki denizlere egemen olmanın, açık denizlere çıkabilme gücünün bir “beka” sorunu olduğudur.

Görünen o ki, Deniz Kuvvetleri 60 yılı aşan NATO üyeliğine, aradan geçen zarfında enikonu güçlenen donanmaya karşın bu “olur da bir gün, Akdeniz’e çıkamayacak hale gelirsek” kaygısını hâlâ taşımaktadır. Yine NATO üyesi olan Yunanistan’la Ege özelinde yarım yüzyıldır devam eden itişme bu kaygıyı besleyen öznel bir bileşen niteliğindedir. Özneldir zira emperyalizmin iki NATO üyesinin denizde veya havada itişip kakışmasının kapsamlı bir savaşa dönüşmesine izin vermesi olasılığı yoktur. Diğer yandan bu tehdit algısının Türkiye ve Yunanistan tarafında devam etmesinin emperyalizm bakımından sayılmayacak çok faydası bulunur. Bunların en somut olanlarından biri, iki ülkenin emekçi halklarının alabildiğine sömürülmesinden elde edilen kaynakların düzenli olarak kapitalizmin başkentlerinin kasalarına aktarılmasını sağlayan silah alımlarıdır.

Tehdit algısının öznel sebeplerle köpürtülmesi bir ülkenin gücünü değil, güçsüzlüğünü berkitir. Karar alıcıları akılcılıktan uzaklaştırır, hataya iter, sonuçta kayıpları çoğaltır. Zihinlerimizi birkaç yıldır meşgul eden, ateşli tartışmalara neden olan “Mavi Vatan” kavramı bunun en güzel örneğidir.

Bir yandan gerçekten tümüyle içdeniz niteliği taşıyan Marmara’yı zehirli ve sümüksü bir “AKlığa” büründürürken, diğer yandan ülke haritasının çevresindeki suları “paint-brush” ile maviye boyamanın ve kendi topraklarında kapitalizmin her geçen gün şiddetlenen saldırısı sonucu yoksullaştırılmış, açlık sınırına itilmiş kitleleri “Mavi Vatan” sloganlarıyla sarhoş etmeye kalkışmanın, yurtseverlikle de, ulusal çıkarla da bağdaşır yönünü bulmak güçtür. 

Bir kere şunu yineleyelim. Vatan, yurt veya ülke diye tanımladığımız alan klasik ve kabul görmüş tanıma göre sınırlarınız içindeki topraklar ve karasuların toplamından ibarettir. Kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge kavramlarıyla tarif edilen alanlar bu alana dahil edilmez zira vatan dediğimiz alandan farklı olarak bunlar üzerindeki egemenlik haklarınız sınırlıdır. Örneğin Marmara Denizi'ne karşı hesap verme kaygısı taşımadan ve kaygısızca işlediğiniz suçları bu alanda aynı rahatlıkla işleyemezsiniz. Somutlaştıralım: “Derin deniz kolektörü” adını verdiğiniz ve Marmara’yı bir lağım çukuruna dönüştüren cinayet tekniğini, Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge olarak tanımladığınız alanda, yani karasularınızın ötesinde kullanırsanız, uluslararası planda hesap vermek zorunda kalabilirsiniz. 

“Mavi Vatan” söyleminin zaafları bununla da sınırlı değildir. İddiaya temel oluşturan Münhasır Ekonomik Bölge kavramı Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesine dayanır. Bu konuları benden çok daha iyi bilen Aydın Sezer ve Selim Kuneralp gibi uzman ve diplomatların da altını ısrarla çizdikleri gibi, aynı sözleşme, içinde yerleşim bulunan adaların da kıtalar kadar deniz alanına sahip olduklarını varsaymakta ancak Türkiye’nin “Mavi Vatan” tezi örnekse Kıbrıs, Rodos ve Girit yokmuş gibi yapmaktadır. Deyim yerindeyse Türkiye aynı ayetin içindeki “Namaza yaklaşmayın” ifadesini benimseyip “sarhoş iken...” kısmını yok saymaktadır.

Bunlar meselenin teknik görünen kısımları. Bir de işin politik dram bölümü var. Meslek hayatım boyunca birçok subay tanıdım. Özellikle Kıbrıs bağlamında Deniz Kuvvetleri kurmaylarıyla çalıştım. Şimdi “Mavi Vatan” diyenlerden birkaçını tanıma fırsatım oldu. Aralarında kendi dünya görüşleri ve ölçüleri içinde yurtsever olmadığını düşündüğüm hiç kimseye rastlamadım. Kaldı ki, o insanlardan kimileri yurtsever oldukları için sümüklü vaiz çetesinin hedefi oldular. Ağır haksızlığa uğradılar ama ne yazık ki çetenin suç ortağının kim olduğunu hatırda tutmak istemediler. O yüzden bir sonraki paragrafı biraz da içim burularak yazdığımı itiraf etmek zorundayım. İspanyol solculara atfedilen bir söz var ya hani “Sınıf savaşını göz ardı eden çevrecilik, bahçıvanlıktır” diye. Aynı şekilde sınıf olgusunu dikkate almayan yurtseverliğin de akıldışı bir ırkçılık veya en iyi ihtimalle ağır bir hüsranla sonuçlandığını söylemek yanlış olmaz.

Tek önceliği iktidarda kalmak olan her yönüyle çürümüş bir rejimin katarına, büyük olasılıkla yurtseverlik duygularıyla ve “belki yönünü değiştirim” düşüncesiyle tutunmanın size en az iki zararı dokunabilir. Bunlardan birincisi, katarın vardığı noktadan hiç mi hiç memnun kalmayabilirsiniz. İkincisi daha o hedefe dahi varmadan yolun en sevimsiz bölümlerinden birinde katardan bir uçuruma fırlatılabilirsiniz.

Marmara’nın görüntüsü ile “Mavi Vatan”ı yaratanların acıklı görüntüsü bize bir öğüt veriyor sanki: Bu ülkenin topraklarını ve sularını renklere boyamaya kalkışmak yerine “Büyük İnsanlık”la buluşturmak, insana, denize ve toprağa değer veren bir sosyalizme kavuşturmak, renkleri seçmeyi ise birkaç milyon yıldır bizi kucaklayan doğaya bırakmak zorundayız.