Piyasalaştırma karşısında kamusal ve devrimci bir alan inşa edilebilir mi? Yoksa kâr için değil, iyiyi, güzeli, doğruyu aramak, bulmak ve paylaşmak için uğraşmak düpedüz salaklık mıdır?

Ah, fon olmasa ne yapardık!

Bu düzenin işleyişi bu… Yok, yok, “kanun gereği çoğu faaliyet gayrimeşru birtakım kaynaklarla yürütülüyor” demek istemiyorum. Ama daha kötüsünü kast ediyorum: Düzen bütün faaliyetlerin kâr amacına endekslenmesini dayatıyor!

Kapitalizmin bu mantığı her alanda egemen kılması, tabii adı geçen üretim tarzı egemen hale geldiği an gerçekleşmiyor. Çok sayıda geleneğin, direncin, özgünlüğün devreye girmemesi düşünülemez, ve sömürünün kapitalist biçimine kolay kolay teslim olunmayabilir. Şimdi çoğunlukla geçmişte kaldı, ama eğitim bir zamanlar her düzeyde ücretsiz bir kamu hizmetiydi. Neo-liberal çağda bu tür eski dönem yüklerini sırtından atamayan kapitalist ülkeler rekabette geri düşüyor tabii…

Gazetecilik etiği de eski dönemden kalmadır. Modern kitle haberciliği diyebileceğimiz tarihsel ilerlemeye, kapitalizm el koymuş ve “haber”i bir ticari mal haline getirmiştir. Etik buna karşı hem bir dirençtir, hem de uyum enstrümanıdır. Kitleleri para için satılan bir metanın temiz ve yararlı olduğuna ikna etmek gerekir ne de olsa. 

Başka ve gerçekten de ahlaklı bir hayatsa hep sürmektedir. İlle babadan kalma bir rant geliri olmasa da geçimini başka biçimde sağlayan birileri müzik çalmaya, tiyatro yapmaya, kitap yazmaya devam edebiliyorlar. Mahallede bir küçük sahaf da olabilir. Çevresini aydınlatmaya hevesli bir emekli öğretmen oturuyor olabilir üst katta. Karşı evin bahçesinde komşu çocuklara yazlık sinema tattıranlar da çıkabilir. Hep birlikte metalaşmaya, her şeyin parayla ölçülmesine karşı direnmektedirler. 

Bu direnişin tekel mekanizmalarıyla karşılaştırıldığında ihmal edilebilir bir hacim dolduracağını düşünüyor olabilirsiniz. Eee, eninde sonunda egemenlerden ve egemen olmayanlardan söz ettiğimize göre bir yere kadar haklı çıkmaya yazgılısınız, diyebilirim. 

Peki, direniş, sekiz saat işgücünü sattıktan sonra provaya koşan tiyatrocudan, babadan kalma dükkânı çalıştıran sahaftan veya “az buçuk reklam geliriyle dönsün”den başka dileği olmayan, zaten yedi kapıdan kovulmuş dürüst gazetecinin emeğiyle kurduğu web sayfası gibi örneklerden ibaret olmayabilir mi? Piyasalaştırma karşısında kamusal ve devrimci bir alan inşa edilebilir mi? Yoksa kâr için değil, iyiyi, güzeli, doğruyu aramak, bulmak ve paylaşmak için uğraşmak düpedüz salaklık mıdır?

Geçtiğimiz günlerde aslında bu soru tartışıldı. Bir medya tekelinde ombudsman ilan edilmiş biri, AKP’nin çitle çevirdiği alanın dışında nefes alıp vermek isteyen iyi niyetli bir okur, “dünyayı kurtarmak bana mı düştü” diye hissettiği anlaşılan birtakım muhalifler, hep bir ağızdan basında fonsuz bir hayat düşünülemeyeceğini savundular. Az önceki soruya verebilecekleri iki yanıt vardı: Bir; “ah, keşke olsa, ama ne mümkün.” İki; “evet salaklıktır.”

Bu yanlış yanıtlar sömürü düzeninin alternatifsiz olduğunun ilanıdır. Fon olmasa, daha doğrusu fonsuz bir arayışı tercih ettiğimizde ne yaparız? 

Bir: Organize olmak anlamında örgütleniriz. Haber üretmenin finansmanı bir gereklilik olmaya devam eder. Ama haberi metalaştırmak ve iyi fiyatla satmak yerine örgütlülüğümüzle ortaya çıkartacağımız kaynaktan sağlamaya bakarız bu finansmanı.

İki: Yani dayanışırız. İyiye, güzele, doğruya aç insanları bir araya getiririz. Bir araya geliriz. İç dünyasında rekabet olmayan bir ilişki biçimi yaratırız. 

Üç: Çoğalmak, yayılmak, güçlenmek anlamında örgütleniriz. Düzenle uzlaşmamak için direnenleri çoğaltırız. 

Dört: Organize olabilmek, dayanışmak, örgütlenmek için, haber veya başka şey, her ne üretiyor ve paylaşıyorsak, bunları düzeni değiştirme mücadelesinin parçası haline getiririz.

Etik mi? İşte ancak böyle var olabilir. 

Mümkün müdür? Elbette, devrimcilerin hep yaptığı budur.