Düzen özelin ve siyasal temsilcilerinin elinden alınmadıkça, kader plancılarından kurtulmadıkça afetler, ölümler eksik olmayacak.

Afet: Sermaye sınıfı ve stratejik yönetim modelinin çöküşü

Anayasa her ne kadar deprem coğrafyasında olan bir ülkede “yapıdüzen”den ve “deprem”den söz etmese de, “afet” sözcüğünü OHAL ilan edilebilecek durumlar arasında saysa da, “yaşam hakkı”, “yerleşme özgürlüğü”, “çevrenin korunması”, “konut hakkı” gibi maddelerinde sağlıklı, dengeli ve düzenli yerleşmeyi ve böyle bir çevrede konut ve yaşam hakkını güvence altına alıyor. Bu alanlarda devlete temel amaç ve görevler yüklüyor. 

Başta İmar Kanunu olmak üzere, onlarca kanun, KHK, CBK, bakanlar kurulu kararı, cumhurbaşkanı kararı, yönetmelik, yönerge, genelge, tebliğ gibi devasa bir mevzuat ordusuyla ve de yargı denetimi sonucu ortaya çıkan kararlarla devlet söz konusu alanda görevli, yetkili, sorumlu. Kamusal sorumluluk, özel kesimi ve yurttaşlara yüklenen ödevleri de kapsıyor.

Ancak, Anayasanın ekonomi politiği gereği özel mülkiyet, özel girişimcilik, sözleşme özgürlüğü, özelleştirme, kamu-özel işbirliği, sermaye egemenliği hep önde ve baskın.    

Biraz geriye giderek anlatalım. 1999 depreminin büyük can kaybı ve yıkımından sonra, İmar Kanununun yetersizliği ve bu Kanundaki belediye ve mücavir alan içinde belediyelerden, dışında valiliklerden oluşan ilgili idarelerin ve (o zamanki) Bayındırlık ve İskan Bakanlığının görev, yetki ve sorumluluk zaafları -bugünkü gibi- tartışılmaya başlandı. Formül hemen bulundu: Yapı denetim özel tüzel kişileri… Önce KHK, sonra Yapı Denetim Kanunu çıkarıldı.

Devlet kayıtlarında yer verilen o tarihteki itirafa bakalım.

"Yeryüzünün en aktif deprem kuşaklarından birisinin içerisinde bulunan toprakların % 96'sı farklı oranlarda deprem tehlikesine sahip olan ve nüfusunun % 98'i bu bölgelerde yaşayan ülkemizde, uzun yıllardır yürürlükte olan imar ve afetler mevzuatındaki çeşitli hükümlere rağmen uygulamada etkili bir yapı denetiminin sağlanamadığı açık bir gerçektir. Ülkemizde son 20 yıl içerisinde meydana gelen depremlerden sonra bu durumun olumsuz sonuçları açıklıkla görülmüş olmasına karşın, bu güne kadar yapı denetimi konusunda olumlu bir gelişme sağlanamamış, aksine hızlı nüfus artışı ve göçler, denetimsiz şehirleşme ve sanayileşme, yoğun kaçak yapılaşma ve sık sık başvurulan imar afları ülkemizdeki deprem ve diğer afet risklerini her geçen gün daha da artırmıştır.

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan depremler sonrasında meydana gelen can ve mal kayıpları, denetimsiz yerleşme ve yapılaşmaların yol açabilecekleri zararları bütün açıklığı ile yeniden gözler önüne sermiştir.

Ülkemizde yerleşme ve yapılaşmalara, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleri ile getirilen denetime ilgili idarelerce uyulmadığı, yapılan araştırmalarda proje denetimi aşamasında dahi projelerin % 91'inde tasarım, hesap ve çizim hataları olduğu, uygulamanın ise hiç denetlenmediği ve şantiyelerin % 90'ında yönetmelik ve standartlara aykırı beton döküldüğü ve beton mukavemet değerlerinin projesinde öngörülenden ortalama olarak % 40 daha az olduğu tesbit edilmiştir.

Bu araştırmalar ve yaşanan son depremler, 3194 sayılı Kanunda yapım işlerinde rol alan teknik uygulama sorumlusunun (fenni mesul); yapı projelerini ve uygulamalarını denetlemekle sorumlu olan belediyeler ve valiliklerin; uygulamayı hiç denetleyemediklerini bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur.

Ülkemizdeki yapı denetim sistemi ve yapım aşamasında görev alan fenni mesullerin sorumluluklarını yeniden düzenlemek ve kağıt üzerinde denetlenmiş gibi görülen, ancak hemen hemen hiç denetlenmeyen yapıların teknik uygulama sorumlusu fenni mesullere verilecek cezalar ile ilgili yeni bir kanuni düzenleme getirmek zorunda olmuştur.”

Sorunu çözmek üzere, sağlam yapılar yaparak olası afetlerde can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla yapıların; imar planına, fen, sanat, sağlık ve çevre koşullarına, jeolojiye  uygun, kaliteli ve dayanıklı yapılması için yeni bir “proje ve yapı denetimi” sistemine geçildi. Mevcut denetim sistemi içine ortaklarının tamamı mimar ve mühendislerden oluşan, “İdare”ye karşı sorumlu özel tüzel kişi yapı denetim kuruluşları eklendi.

2000’lerden sonra, 2012’de Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu bu mevzuata eklendi. Hem kuzu kurda teslim edildi, hem de imar aflarından vazgeçilmedi.     

Sistemin amacına ulaşıp ulaşmadığı Van, İzmir, Elazığ ve 6 Şubat depremleriyle ne yazık ki test edildi. “Denetim mi, rant siyaseti ve yeni kazanç kapıları mı” sorusunun karşılığında amaca ulaşan denetim yok. 

Neoliberalizmin “şirket formuyla devlet yönetimi modeli” olan “stratejik yönetim”in,  GZFT (güçlü ve zayıf yönler, fırsat ve tehditler) analizinin kamuya yerleştirilmesiyle,  özelleştirmeyle yetinmeyen düzen, devleti de özel gibi, şirket gibi dönüştürmeye, ticarileştirmeye, piyasalaştırmaya başladı. 

Yönetimde ve hukukta liberalleşme, sermayenin kamu içindeki temsilinin yaygınlaştırılması, olağan dönemlerde ve afet dönemlerinde hem planlama ve eşgüdüme, hem de hızlı ve etkin müdahaleye göz yumulmasına neden oldu.  

Şirketleşmeye, holdingleşmeye kadar büyüyen toplu konut müteahhitleri, küçük ve ortaları da büyüttü, taşeronları çoğalttı. Yerleşme ve yapılaşma; mülkiyetinden müteahhidine ve inşaatına, yapı denetiminden kira ve satış piyasasına kadar devasa bir sermaye ağına teslim edildi. Afet coğrafyası büyük fırsat olarak görüldü. İmar aflarından, “yık-yap”cılıktan, kentsel dönüşümden, özel yapı denetiminden, piyasalaştırılan yerleşme ve yapılaşmadan afet yönetiminin etkilenmemesi düşünülemezdi.       

AFAD yönetimine geçiş, Türkiye’de devletin piyasalaştırılmasının, ticarileştirilmesinin, şirketleştirilmesinin, kapitalizmin devleti olmasının, Batı kaynaklı stratejik yönetime geçişinin, en temel kamusal hizmetin GZFT analizi içinde boğulup kalmasının tipik örneklerinden biri. 

Kağıt üzerinde parlatılan yıldızlarla sunulan AFAD, 6 Şubat depremlerinden sonraki afetin altında kalırken merkezi planlama ve yönetimin, kamuculuğun reddi üzerine kurulu piyasacı ve gerici yönetimin de çöküşünü kanıtladı. 

Kapitalizm enkaz altında siyasal temsilcileriyle birlikte. Ancak onlar enkaz kaldırma işinden bile kazanç sağlayacak kadar cüretkar, fırsatçı. Devamında da bilimi yine sümen altına atıp yeniden yapılaşma adı altında zenginleşmeye devam edecekler. Kapitalizmin meşruiyeti için her şey yapılabilir…

Düzen özelin ve siyasal temsilcilerinin elinden alınmadıkça, kader plancılarından kurtulmadıkça afetler, ölümler eksik olmayacak.