Yağmur çiseliyor,

korkarak

yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

beyaz ve çıplak murted ayaklarının

Islak ve karanlık toprağın üstünde konuşması gibi.

Adı Tuncel Kurtiz idi…

Beyoğlu İstiklal caddesinin Tünel tarafında Kumbaracı sokaktan girip kendinizi aşağıya doğru saldığınızda 2. sokaktan ilk sağa çıkıştaki caminin hemen yanı başında dört katlı bir apartmanın 2. katında bir evdi.

Önce demir sürgülü dış kapı dükkân kepengini açar gibi açılır, ardından yazılmamış bir şiir gibi yaşanmışlığın tüm izlerini koklayacağınız ahşap kapıdan içeri girilir, boş olan ilk koltuğa oturulur oturulmaz şarapla birlikte müzik açılır ve zaman içinde yolculuk başlardı.

Bu her defasında böyle oldu.

Yaşadıklarını, hayatın ve insanın değişmesi için gökyüzüne ‘küçücük mavi bir leke gibi fırlatan’ bir adamın sığınağıdır burası.

Yer gök kitap, yer gök fotoğraf, yer gök afiş, yer gök müzik.

Latin Amerika’dan Avrupa’nın tüm ülkelerine, uzak doğudan Asya ve Rusya topraklarına kadar, insana yapılan yolculuklarından süzülerek sadeleştirilmiş sevinçli bir çocuk bahçesi gibi.

Her yer aşk, her yer sevinç, her yer şarkı, her yer resim, her yer heykel, her yer sinema, her yer tiyatro.

Küçük renkli kutuların, sararmış zarfların içinde büyük hüzünler, büyük umutlar, büyük kavgalar saklı.

İlk yudum şarabın bir esrikliği vardır, müzikle birlikte akar gider yüreğin orta yerine, şiirlere eşlik eden çello ya da derin iniltilerle kıvranan bir keman sesiyse, çiçeklenmiş anılar gelir bağdaş kurar yanı başınıza.

Söz çoğalır, her fotoğraf bir film öyküsüdür ve anlatılan her anı filmi çekilememiş karelerin sızıntısı, her afiş bir tiyatro sahnesidir, her yazı bir şiir kalıntısı, her kitap bedene giydirilmiş aşk, her şarkı zamanın kahreden çığlığı.

Birden koca çınar yerinden kalkar, masanın üstündeki kitapların arasında kendine yer açar ve Reyent’in çellosuna iniltilerle bağırır.

“Bu göl İznik gölüdür.

Durgundur.

Karanlıktır.

Derindir.

Bir kuyu suyu gibi içindedir dağların.”

Destan büyür çoğalır, Bedreddin olur gelir selam verir aşk ile.

Başka bir şafakta Cahit Irgat olur yüreğinize vurur demir kapıların ağır zincirlerini, Neruda olur mavi sulara yolcular sizi. Brecht, Nâzım olur yeşertir aklınızı.

“Tek sorunumuz var tek sorunumuz, emekçilerin ve sosyalistlerin aynı pınardan su içmelerini sağlayamazsak yazık olacak. Acıları sevinçlere dönüştürmenin başka yolunu bilen varsa söylesin, yoksa sussun sonsuza kadar”

Bu adam, bu her yanı hüzün dolu bu güzelim dünyada mevsimlerin birbirleriyle kucaklaştıkları zamanların tutsağıydı bir de papatyaların ve rengârenk kırların, hep dağların düzlüklerinden ıslık çaldı hayata.

Adı Tuncel Kurtiz di.

Şimdi bir zeytin ormanının yamacında çiçekli toprağa karışmış upuzun yatıyor.

Yine ıslık çalıyor hayata, duyan yok.

Başucuna elimi sürüp bağırıyorum, yeşile durmuş zeytin taneleri tanık, duyuyordur inanıyorum.

“Yağmur çiseliyor,

korkarak

yavaş sesle

bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,

beyaz ve çıplak murted ayaklarının

Islak ve karanlık toprağın üstünde konuşması gibi.”

[email protected]