Bu topraklarda ezilen, hor görülen kim varsa bizdendir. İki bin yıldır saraylarına ve talanlarına direniyoruz. Kul olmuyoruz. O yüzden Cumhuriyetin ve laikliğin bu topraklarda derin tarihsel temelleri var. Osmanlı ise Müslüman olmuş Bizans’tır. Çok sevdikleri o deyimle 'yok hükmünde'dir, bizden değildir. Aç karnına imparatorluk düşü kuranlara hatırlatalım; dizi ile olmaz işler!

Aç karnına imparatorluk düşü

İslam’ın “Asrı Saadet” devri Ali’nin öldürülmesiyle sona erdi, dini bir devlet dinine dönüştüren Emevi hanedanlığı döneminden başlayarak “cihat” Türkleri de hedef almaya başladı. Araplar ile Türkler arasında 670-740 yılları arasında sert karşılaşmalar oldu. ”İpek Yolu” üzerine dizilmiş beyliklerin kontrolündeki Türk şehirleri cihat aşkıyla tutuşan Arap orduları için kolay hedefler halindeydi. Şehirler yağmaladılar, erkekleri katlettiler, kadınları köle ve cariye olarak sattılar. Türklerin İslamiyet’le ilk karşılaşmasıdır. 

Haliyle tepkileri farklı oldu. Hazar Türkleri kalabalık cihat orduları karşısında Müslümanlığı kabul etmek zorunda kaldı, Araplarla barış yaptı. Araplar bölgeden çekildikten sonra tereddütsüz eski dinlerine döndüler. Ancak bu, Arap baskısının sonu değildi. Bitip tükenmez saldırılar Hazarları o kadar yıldırmıştı ki sonunda çareyi Yahudiliği resmi devlet dini olarak kabul etmekte buldular. 

Büyük çoğunluğu ise Şamanizm’i terk edip İslamlaşmakta buldu kurtuluşu. Ayrıca Müslümanlığa geçmek beraberinde vergi muafiyeti gibi pek çok ayrıcalığı da getiriyordu. Köle Türklerden oluşan Arap birlikleri vardı artık. Haliyle Türklerin ilk “cihadı” mecburiyettendi. Sonra köle Türkler, orduyu kullanarak iktidar olmanın bir yolunu bulacaktı. Memluk Hanedanın temelleri böyle atıldı.

Abbasi devletinin son döneminde birliğini sağlamış Selçukluların dağılmasıyla Anadolu’ya sıkışmış aşiretler de yeniden beylikler döneminin içinde buldu kendini. “Osmanlı” onların içinden sıyrılıp geldi. “Kuruluş”ta beyliğin İslamiyet’le ilişkisi çok sancılı ve çok tartışmalıdır. Belli ki Bektaşilik olarak adlandırılan bir tür dinler sentezine ulaşmıştılar. Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa, İslamiyete olduğu kadar yakındılar. 

***

Bu durumda soruyu tekrar soralım: Osmanlıda “Osman” diye biri var mı gerçekten? Ya da şöyle soralım; kurucu padişah, İslamiyet’in ilk halifesinden birinin adına taşıyabilir mi? Elde sadece Bizans kaynakları var. Onlar da adını Osman değil “Ataman” olarak kayda geçiyor, “Ertuğrul” oğludur. Ataman’dan sonra Orhan, Murat ve Bayezit sırasıyla aşiretin yöneticisi oldular. Ortalıkta bir “taht” var mıydı, bilemiyoruz. İsimlerin tamamı Türkçedir. Konar-göçerlerdir, Orta Asya geleneklerine bağlıdırlar. Mesela Orhan’ın oğlu Süleyman, ölünce, atıyla birlikte gömülmüştür. Günlük hayatta veya öte dünyaya yolculukta İslami bir işaret yoktur. Kaldı ki “Osman”dan başka Arapça -İslami- bir isim de göremiyoruz. “Osman” bir sapmadır ve Osman’ı “Atman” yaptığımızda sapmayı açıklayabiliyoruz.

“Ottoman Empire”, Atamanlı Aşireti, Müslüman Arapların kılıç artıklarıdır. Arapların dinine direnmeyi başardılar. Sonra Moğol fırtınasına yakalandılar ve Orta Asya’dan Küçük Asya’ya doğru kaçtılar. Rum ülkesinin uçlarında kendilerine sığınaklar buldular. Ancak yeni düşman artık Bizans’tı ve dini başkaydı. Düşmanın karşısında tutunma, direnme ihtiyacı vardı, Orta Asya geleneklerinden öte “tek tanrılı” yeni bir dine ihtiyaç doğması kaçınılmazdı. İlk medrese Bursa’da bu ihtiyaçla kuruldu. Bursa’nın ele geçirilmesi konar göçerlikten şehirleşmeye geçişin de başlangıcıdır. Şehirde din bir imkân haline gelmişti.  
Konar-göçerlerin şehirlerde ortaya çıkan yeni inanca direndiğini biliyoruz. Taht ile halk arasındaki ilk kavga budur. 
Ataman’ın etrafındaki “Abdal Musa” veya “Geyikli Baba” gibi Bektaşi figürlerin devri kapanıyordu, kavuklu sofuların zamanı geliyordu. Osmanlı, dini, Emevi ve Abbasiler gibi bir devlet dinine dönüştürdü. Düzen oturdukça bir İslami başlangıç ihtiyacı doğdu. Atman’ı böyle Osman yaptılar. “Kuruluş” gerçekte büyük bir uydurmadır…

***

Mevlâna Celalettin-i Rumi, Romalı veya Rum Mevlâna demektir. Bizans’ın eteklerindeyseniz Rumi sayılırsınız. Konstantinapol’ü fethederek Rum İmparatorluğuna son veren Fatih Mehmet de Rumi’ydi. İstanbul’a bir Rumi İmparator adayı olarak girdi. Atamanlı Devleti Rumi’dir, Bizans uzantısıdır. Zamanla şehirleştiler ve medrese düzenine geçtiler. Hıristiyanlığa göre daha tanıdık İslam’ı devlet ideolojisi olarak benimsediler. Kaldı ki Sünni İslam ile Hıristiyan Ortodoksluğu birbirine çok benzer. 

Uçlardan gelip merkeze yerleştiler. Sonra uçlarda kalanlara ve kalmakta ısrar edenlerle düşman oldular. Tarihçi Mesut Uyar’ın deyişiyle Göçebe Türklere ve Kürtlere bir sorun olarak bakmaya başladılar. Etrak (göçebe Türk) ve Ekrat (göçebe Kürt) düşmanlığının başlangıcıdır...

Göçebeler vergi vermede ve askere alınmada ayak diretiyorlardı. Onları kontrol ve disiplin altına almak zordu. Çoğu çapulcuydu, şehirleri yağmalayarak geçimlerini sağlıyorlardı. Bir de “devlet dinine” mukavemet ediyorlardı. Pagan Anadolu halkının Bizans dinine direnmesine benzer şekilde, göçebe Anadolu halkı da Saray dinine direnecekti. Anadolu’nun uzun Pagan-Alevi direnişidir.

Geldiler Rum ülkesine yerleştiler. Göçebelere, Etrak ve Ekrat, düşman oldular. Halbuki göçebelik Türklüğün esasıdır. Osmanlı yerleşmişti, esasında Rumi’dir.

***

Pazarlı, Çoban, Hamid, Orhan, Ali, Melik, Savcı; bunlar Osman’ın erkek çocuklarıdır. Süleyman, Murad, İbrahim, Halil, Kasım, Orhan’ın çocuklarıdır. Murat’ın erkek çocukları Yakup, Bayezid, Savcı ve İbrahim’dir. Bayezid ise çocuklarına Musa, Süleyman, Mustafa, İsa, Mehmet, Ertuğrul ve Kasım’ı uygun görmüştür. Tam bir Anadolu inançlar sentezidir. Fakat “Bayezid” ismi bu senteze rağmen açıklamaya muhtaçtır. Kim, hangi sebeple oğluna “Bayezit”, “Yezit’in Babası” ismini uygun görebilir ki?

Sonuçta “Yezit’in Babası”nın son zamanında “fetret devri” başladı. Devlet dağıldı. Süleyman Edirne’de, İsa Bursa’da, Mehmet Amasya’da, Musa Balıkesir’de padişahlığını ilan etti.

Sonra Mehmet ile Musa aralarında anlaştı, İsa’yı bertaraf etti. Mehmet, İsa’yı hallettikten sonra Musa’yı Edirne’ye Süleyman’ın üzerine gönderdi. Musa, Süleyman’ı yenerek Edirne’yi ele geçirdi, kendini padişah ilan etti. Mehmet koştu geldi, Musa’yı da bertaraf etti. İsa, Musa, Süleyman kaybetmiş, Mehmet kazanmıştı. Bir bakıma Osmanlı’nın kısa İslamlaşma tarihidir…

***

“Mhmt” versiyonlarını -Muhammet / Mehmet, Mahmut- bir yana bırakırsak Saraydaki isimlerin Araplaşması 18. yüzyılda başlar. I. Abdülhamit’i başlangıç sayabiliriz. Tuhaf, sonraki “Abd”ların tamamı “Gavur Padişah” II. Mahmut’un çocuklarıdır. İmparatorluk büyük sorunlarla boğuşuyordu ve sahipleri “abd”, “kul” olmayı uygun görmüşlerdi. Yıkılırken İslamiyet’e sığınmışlardır.

“Abd”ların babası Mahmut büyük bir reformcuydu. Devletini ve tebaasını modernleştirmek istiyordu. Ancak dinine de pek bağlıydı. Yeniçerileri topa tutarken bu ocağın en önemli bileşeni olan Bektaşiliği de karşısına almıştı. Yıllarca Bektaşileri kovalattı, cezalandırdı. Onları devletten ve ordudan uzaklaştırıp yerine başka tarikatları yerleştirmeye çalıştı. “Gavurluğu” Bektaşi uydurmasıdır. Ama Bektaşilerin gevşek dinli olduğu inancı da onun tarafından icat edilmişti. Bektaşi fıkralarının kaynağı Gavur Padişahla Bektaşilerin iç savaşıdır. 

Mahmut’un büyük oğlu Abdülmecid, Abd-ül-hamit’lerin birincisinden sonra tahta oturan ilk “Abd”dır. Adının hilafına Avrupalı bir prens gibi yetiştirilmişti. Fransızcası iyiydi, Avrupa neşriyatını yakından takip ederdi. Adı ile kişiliği uyumsuzdur. Çocuklarından Murat, Mehmet Reşat, Mehmet Vahdettin ve II. Abdülhamid tahta çıkmayı başardı. Kardeşi Abdülaziz de alafranga musikiye, Batı resim sanatına yatkındı. II. Abdülhamit dahil Mahmut’un bütün çocukları dedelerinin gavurluğundan hiç ödün vermediler, reformcu padişahlar oldular. Müslümanlıkları çaresizliklerindendir. Başka bir yönetme biçimi bulamadılar, kulları yönetmek için, abd, kul göründüler.

***

Bizans yıkıldı. Yıkılırken dine sığınmıştı. Osmanlı yıkıldı, yıkılırken dine sığındı. Cumhuriyeti yıktılar, yıkarken dine sığındılar. 

***

Halkın ise başka bir tarihi var. Moğolların hışmından kaçıp Anadolu’ya gelen Orta Asyalıların sayısı 1 milyon civarındaydı. Göç dalgalarının vurduğu Anadolu’da yerleşik 5 milyon insan vardı. Yani “Horasan erenleri” Türkleri değil, Rumları ve Ermenileri “Müslüman” yaptı. Zamanla gelenler yerlilerle karıştı ve kaynaştı. Anadolu halkı, bu kültürel karmaşanın bir verimidir.

Yani Rumlar ve Ermenilerle akrabalığımız var ama sanılanın tersine Atilla ile yok. Cengiz Han can düşmanımız ama Gazi Evrenos ile yoldaşlığımız var. Sokrat ve Thales ile akrabayız ama “uyduruk Osman” düşmanımızdır. Özetle halkımız bütün Anadolu uygarlıklarının mirasçısıdır. Bu topraklarda ezilen, hor görülen kim varsa bizdendir. İki bin yıldır saraylarına ve talanlarına direniyoruz. Kul olmuyoruz. O yüzden Cumhuriyetin ve laikliğin bu topraklarda derin tarihsel temelleri var.
Osmanlı ise Müslüman olmuş Bizans’tır. Çok sevdikleri o deyimle “yok hükmünde”dir, bizden değildir. 

Aç karnına imparatorluk düşü kuranlara hatırlatalım; dizi ile olmaz işler!