Demek ki 40 yılı aşmış dostluğumuz. Ziya Gökalp Caddesi’ni dikine kesen İnkılap sokağın başında Fransız Kültür’ün hemen yanında, ünlüdür, Körfez Lokantası vardı.

Abdullah Nefes

“Kimi zaman bir kitabın kapağını açar açmaz kanatlanıverirler. Kimi zaman da geçmişin çoğunluk sevinçle biriktirdiğimiz “anlarını” dondurup sakladığımız albümlerde rastlarsınız onlara. Çantamızda bir şeyler aranırken nicedir sıkışıp kaldığı köşeden hiç umulmadık bir anda çıkar ve göz göze geldiğiniz de olur onlarla. Ya da not defterinizin arasından kayıverir kucağınıza. Onlar bizden önce göçenlerin suretleridir yakamıza taktığımız…”

11 Ağustos 2012’de soL’da yazdığım yazıya böyle başlamışım. Baktım yazının üstünden on yıl geçmiş. On yıl içinde nice dostumu, yoldaşımı, sevdiklerimi uğurladım bu dünyadan, suretleri yakamda…

Yazıyı okumuş Abdullah. Beni aramıştı telefonla. Tam olarak söylediklerini hatırlayamıyorsam da, yazıyla ilgili üç beş söz ettikten sonra nicedir görüşemiyoruz demişti, bir akşam buluşalım da birimiz birimizin suretini henüz yakasına takmamışken bir iki kadeh içelim, yeşil eriğin vakti geçmek üzere.

1980 ya da 81 olmalı tanışmamız. Demek ki 40 yılı aşmış dostluğumuz. Ziya Gökalp Caddesi’ni dikine kesen İnkılap sokağın başında Fransız Kültür’ün hemen yanında, ünlüdür, Körfez Lokantası vardı. Körfez’in tam karşısında o zamanlar Türk Dil Kurumu Başkanı Ömer Asım Aksoy’a ait olup ölümünden sonra yıkılıp yeniden yapılacak olan eski bir apartmanın giriş katının altında, sokaktan üç dört basamakla inilen geniş camekânlı dükkânı Hitit Kitabevi adıyla Muammer Uygur çalıştırırdı. Kısa süreli olarak girdiğim cezaevinden yenice çıkmıştım, işsizdim, Hitit’e vakit öldürmek için sıkça gidip gelirdim. Kimler gelmezdi ki, hatırladıklarım arasında şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ressam Duran Karaca, tiyatrocu yazar M. Sadık Aslankara, oyuncu Nusret Çetinel, Tuncer Delikanlı ve Abdullah Nefes.

Dostluğumuz Hitit’le başlar ama tanışıklığımız daha eskiye dayanır. 1975 ya da 76 olmalı Abdullah, Ankara Dağıtım’ın sahibi ve yöneticisi… Yanlış mı hatırlıyorum, Ziya Gökalp Caddesi’nden Koleje doğru giderken, sağda, koleje yakın sokaklardan birinin caddeye yakın ucunda olmalıydı Ankara Dağıtım. Kısa süreliğine gittiğim memleketim Maraş’tan, henüz dönmüştüm. Maraş’a gittiğimde bir arkadaşımla öylesine uğradığımız Ozan kitabevinin konuşkan ve gayet sevimli genç sahibi altımıza kürsü tabir edilir birer tabure çektikten sonra çay söyleyip,  solcu kitabevi işletmenin güçlüklerinden, yayın evleri ve dağıtım evlerinin yavaşlığından bahisle yaklaşık iki saatlik yarenliğin sonunda Ankara’ya döneceğimi öğrenince, Maraş ağzıyla, Ede, Ankara Dağıtım sana çok sapa gelmiyorsa, gözünün yağını yiyim, bir uğrasan, listede yazılı kitapları bana gönderebilir mi ricasının  eşliğinde  kitap listesi ile  bedellerini gönderdiğine dair posta alındı belgesinin fotokopisini önüme sürmüştü. Eh, Ziya Gökalp yolumun üstü, iki üç gün sonra olmalı, Ankara Dağıtımda Abdullah’ın odasındaydım. Listeye, posta havale alındısına baktıktan sonra çalışanlardan birini çağırdı. Kısa bir süre sonra durum anlaşılmıştı. Kitaplar Mardin’de aynı adı taşıyan bir kitabevine gönderilmişti. Gösterdi, çok gülmüştük,  alıcı adresi olarak “Kahraman Mardin” yazılıydı. İşin tuhafı kitapların Kahraman Mardin’li Ozan tarafından da teslim alınmış olmasıydı! Yani Abdullah’la dostluğa dönüşmeden önceki tanışıklığımız böyle “güleç yüzlü” bir hikâye ile başlamıştır. Hitit’te karşılaşmamız ve 40 yıl sürecek dostluğumuz dediğim gibi 80’li yılların başına sarkacaktır.

Şairdir, yazardır, yayıncıdır, sanat ve kültür hayatımızın hep bir yerlerinde yer alarak tükenmeyen bir enerji ve iştahla ürünler vermiştir. 16 yaşından beri şairdir. Edebiyat dünyamızın bilinen belli başlı dergilerinde şiirleri yayımlanmakla kalmamış birçok dergi ve yayınevinin kuruluşunda da yer alarak çok genç yaştan itibaren sorumluluklar üstlenmiştir. Sırasıyla Türkiye İşçi Partisi’nin yayın organı olan, yazı kurulu başkanlığını Sadun Aren’in yapmış olduğu Sosyal Adalet Dergisinin yazı işleri müdürü olduğunda henüz 23 yaşındadır. Sosyal Adalet Dergisi’nin kapatılmasının hemen ardından Ataol Behramoğlu ile Dönüşüm Dergisini çıkaracaktır. 1968’de ise dergiciliğinin yanına bir yayıncılığı ekleyecek Ser Yayınlarını kuracak,  Ankara Sinematek Derneği’nin de başkanlığını üstlenecektir.

Sonra 12 Mart 1971 diyoruz. Faşist diktatörlüktür. İsrail Başkonsolosu Elrom’un kaçırılmasının ardından “av mevsimi” başlayacaktır. Türkiye İşçi Partisi kapatılıp Behice Boran tutuklanırken, üniversite profesörlerinden sanatçılara varıncaya kadar solcu ya da sol eğilimli birçok insan gözaltına alınarak yargılanacak, cezaevine atılacaktı. Abdullah Nefes bunlardan biridir.

Önce Ankara Mamak ve Ulucanlar cezaevlerinde tutulduktan sonra, 1974 affına kadar kalacağı Adana cezaevine gönderilecektir. Kelepçe arkadaşı Can Yücel’dir. Anlatırdı Abdullah, ilkin dergilerde sonrasında “Sürgün” adıyla kitap olarak yayımlanacak olan öyküleri cezaevi işidir. Abdullah Nefes ve Can Yücel, burada kaldıkları sürede, kendi demesidir, çokça şiir, öykü ve görüşmecilerin getirdiği üzüm başta olmak üzere hemen her türlü meyveden fevkalade güzel ve bolca şarap üretmişlerdir.

1974’te dışardadır. Dergicilik ve yayıncılık kanına işlemiştir. Duramaz 1975’te Ankara Dağıtım’ı, Ser Yayınları ve Ser Matbaası’nı kurar. Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Ekim Dersleri, Faşizm Üzerine Dersler, Vietnam Sosyalist Devimi, Kültür ve İhtilal Üzerine, Gençlik Üzerine gibi çok sayıda kitabı Türkçeye kazandırır. Aralarında Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin de yer aldığı,  68’liler vakfı, 68’liler Derneği, Barış Derneği, Edebiyatçılar Derneği, İnsan Hakları Derneği gibi dernek ve kültür kurumlarında kurucu, yönetici ya da üye olarak görev alırken, 1978’de “Sosyalizm- Teori ve Pratik Dergisi’nin kurucuları arasında bulunacaktır. 1989’da Ekim Yayınlarını kuracaktır. Bu arada Türkiye Yazarlar Sendikasının Ankara Temsilciliğini de yürütecektir.

Biz onu Ataol Behramoğlu’nun demesiyle; “içli, dramatik, duygu dolu ve bilgece” söylenmiş şiirleriyle tanırız, doğrudur da ancak bana göre onun aynı zamanda çok iyi bir öykücü olduğu gözden kaçmaktadır. Şiirlerinin yanında biraz gölgede bırakılmış gibi duran  “Sürgün” kitabında geçen öykülerin  her biri özgün, şiirleri kadar inceliklerle yüklü,  sarsıcı ve  has öykülerdir. Kitaba da adını veren “Sürgün” öyküsünün kahramanı Abdullah’ın kendisidir. Ankara’dan Adana cezaevine üç jandarma eşliğinde götürülüşünün hikâyesini anlatır:

Kelepçelidir… gecedir… Önündeki koltukta iki, yanındaki koltukta bir jandarma oturmaktadır. Keskin bir kavun kokusuyla uyanır sürgün. Arka koltukta oturan yaşlı kadın kavun kesmiştir. Görür sürgünün uyandığını, buruş buruş bir el uzanır arkadan sürgüne, “Yavrum döndürme başını. Bulurum ben seni…” “ Anam” der sürgün içinden. Başka bir şey demez. Yaşlı kadın lokma lokma uzatırken sürgünün ağzına kavunu, diğer eliyle de başını okşamaktadır… Sürgün Abdullah’tır. Bunu bana evine gittiğim bir akşam üstü yeşil erik eşliğinde rakı içerken anlatmıştır. Eşi Zeynep şahidimdir.

Sosyalist devrimcidir Abdullah. Genç denebilecek bir yaşta, 20’li yaşların başında Türkiye İşçi Partisi’nde başladığı onurlu yürüyüşünü Türkiye Komünist Partisi’nin bir üyesi olarak sürdürdü.

***

“Birden başlıyor pusu sevdanın
Birden kesmiyor göğü kırlangıçlar
Birden kırılmıyor dal
Birden olmuyor hiçbir şey, birden
Kan kokuyor gömleğimin yakası
İrin ve apse, insan kokuyor
Orada göz yok, kaş yok, aşk yok
Orada renk yok, ses bile yok
Birden olmuyor hiçbir şey, birden.
Kızın bana, küfredin ve asın
Çünkü birden başlıyor ölümün sesi
Anasız kalan bir çocuğun
Gözlerini gözünüze koyun
Deyin ki hepimiz masumuz
Birden başlıyor uçurum dostlar
Birden öldürüyor çaresizliğim
Birden…”

20 Nisan 2021’de aramızdan ayrıldı Abdullah Nefes… Yoldaşım ve kadim dostum… Yakasına parti rozetini ben takmıştım. Şimdi benim yakamda fotoğrafı…