İlkinin kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. Biliyoruz, yakındır, testisi de silinir gider. İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Özgürlük fikri bulaşıcıdır, yayılır.

Abdülgoogle’ın son günleri

Biliyorsunuz artık Abdülhamit kutsal, Vahdettin “Yıkılış Osmanlı”nın son kahramanı. Tayyiban rejiminin panteonunda, Yavuz Selim’i de dahil edersek, bunlar var. Adı geçen elemanlar, Osmanlı ailesinin en sofu tipleri aynı zamanda. Yavuz Selim, Şah İsmail korkusundan, halkını Sünnileştirmeye girişmişti. Alevi Anadolu köylüsünün kendisine ihanet edeceğine inanıyordu. Bugünkü tarikatlar düzeninde katkısı ve emeği var. Abdülhamit, çaresizliğinden İslamizme sarılmıştı, devleti çözülüyordu, bu yolla birleştireceğine inanıyordu. Vahdettin ise korkusundan ne yaptığını bilmez haldeydi. İhanetlerinin hesabını veremeyeceği için kaçtı, kendini İngiliz emperyalizminin kollarına attı. “Milliyetçi dinci” Tayyiban rejiminin onları seçmesinin, kendi açılarından, makul nedenleri var. 

Yalnız tabii, eldeki malzeme öyle parlatmaya çok müsait değildi. Kutsallık için bunlara yeni nitelikler atfetmek gerekiyordu. Ebubekir Sofuoğlu nam zat, profesördür, Abdülhamid için “Google'ı icat eden kişi” dedi, malum. Sözlerinde mantık arayacak halimiz yok, kafası hurafelerle şekillenmiş gerici güruh için tarih dediğin nedir ki nihayetinde? Eşeğe binemeyeni helikoptere bindirir, çölde yıldız sayanın eline cep telefonu tutuşturur, okuma yazması olmayana arama motoru icat ettirir. 

Oysa “Abdülgoogle” Han varlığını üç-beş gözü pek aydınımıza borçlu. Selefi Abdülaziz’i alaşağı ettiler ve tahtına Muratların beşincisi oturttular. Ancak Murat ruhlar alemindeydi ve Abdülhamit sıranın kendine geleceğini umarak meşrutiyet ilan etmeye pek hevesli görünüyordu, alıp sultan yaptılar. Kansız saray darbelerinden biridir. 1876’da, artık II. Abdülhamit dönemidir, Kanun-u Esasi ilan edildi. Namık Kemal’in, Ziya ve Mithat Paşa’nın başını çektiği Genç Osmanlıların başarısıdır. Aynı zamanda gericiliğin nev zuhur tarihine giriştir.

***

Abdülgoogle 1842 doğumlu. Kuşkulu bir tipti, tahsili yoktu ama pek kurnazdı. Bu sinsi saray oğlanı, güvensizlik saçmasına rağmen bir yolunu bulup Mithat Paşa’ya meşrutiyet yanlısı olduğu izlenimi vermeyi başarmıştı. Tahta çıktığı yıl ülkenin ilk anayasası ilan edildi. O artık yetkileri sınırlanmış bir padişahtı. Bunalımlı bir dönemine denk gelmişti iktidarı, Osmanlı toprakları her geçen gün etrafındaki güçler tarafından kemiriliyor, yiyip bitiriliyordu. Sinsi sultanın pek aldırdığı yoktu bu hale, gözü içerdeydi. İlk icraatı bir bahane bulup Mithat Paşa’yı vezirlikten azletmek ve anayasayı askıya almak oldu. Meclisi kapatmadı ama. Vekiller hiçbir iş yapmadan maaş almaya devam etti. İçeride böylece kısmi bir sessizlik sağlamış oldu.

Yüreği meşrutiyet için atanlar yenilmişti. Abdülgoogle, Mithat Paşanın yargılanmasını da “yeni rejimi”ni kurmak için bir basamak olarak kullandı. Yıldız’da özel bir saray mahkemesi kurdurdu. Uyduruk suçlamalarla idamına ferman verdi. Adım adım ilerlemiş, paşanın arkasının boş olduğunu görmüştü. Anılarında durumu şöyle not edecekti: "Mithat Paşa, bilgisi ve olgunluğuyla halk üzerinde daha etkili olduğu halde onu Avrupa’ya sürdüğüm zaman kaç adam sesini çıkardı?” İdama mahkûm edilen Paşa Taif’e sürüldü. Orada mahpusta gün sayarken saraydan gelen talimatla öldürüldü. Birinci istibdat rejimi böyle kuruldu. 

“Şanlı Plevne direnişi” türü “kahramanlıklar” onun zamanının keşfidir. Hep yeniliyor, hep kaybediyorduk ama kahramanca direniyorduk. Bu kahramanlıklar yüzünden Rus Ordusu Tuna’yı geçip İstanbul önüne kadar ilerlemişti. Ülkesi adım adım işgal edilirken sinsi sultanın yaptığı tek şey Ruslara daha fazla ilerlememeleri için yalvarmaktan ibaretti. Krizi fırsata çevirmeyi de ihmal etmedi, Rus ordusunun ilerleyişini bahane ederek Mebusan Meclisi'ne kilit vurmayı başardı. Bütün suçlarının sorumluluğunu Mithat Paşa’nın ve meclisin omuzlarına yükleyip, bu sayede tek adam yönetimi için kapıyı sonuna kadar aralamıştı. O bunlarla uğraşırken batıda sınırları Ege’de biten bir Bulgaristan kurulmuştu. Doğu’da Batum, Kars ve Ardahan Rusların eline geçmişti. İstanbul elden gitmediyse Rusların ilerlemesinden rahatsız olan Avrupalı güçlerin müdahalesi nedeniyleydi. 

Fakat okullar kaynıyordu, ordu rahatsızdı. Abdülgoogle, ülke perişanlık içindeyken Yıldız Sarayı'nda devşirmelerden oluşturduğu korumalarının sağladığı güvenli ortamda keyif çatıyordu. Muhaliflere karşı acımasız bir hafiye ağı kurmuştu. Topraklarına yaydığı zulmünü yol, köprü, okul inşaatlarıyla örtmeye çalıştı. Tabii bugün tanık olduğumuz gibi bunları sınırsız bir borçlanma ile yapıyordu. O kadar borçlandı ve istikrarsızlık o kadar arttı ki alacaklılar yeni borçlar vermeden önce eskilerinin ödeneceği yolunda garanti istedi. 1882’de bu amaçla Duyun-u Umumiye İdaresi, bir tür Varlık Fonu, kuruldu. İdare görünüşte “milli”ydi ama gelirlerine ne yapacağına alacaklıları karar veriyordu. Pul, tuz, ipek, balıkçılık ve benzeri sektörlerden gelen vergiler, hatta bazı özerk vilayetlerin vergileri doğrudan borca yatırılacaktı. Böylece Abdülgoogle devletinin bir kısmını alacaklıların yönetimine terk etmişti. 

***

1908’de bu karanlık birdenbire dağıldı. Rusya’dan, İran’dan esen devrim rüzgârı despotun kapısını tıklatıyordu. Köşeye sıkışan sultan 30 yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koyacağını ilan etti. II. Meşrutiyetimizdir. 

Taraftarları 1909 Nisanı'nda “padişahım çok yaşa”, “şeriat isteriz” nidalarıyla ayaklandı. Rumeli’deki Hareket Ordusu koştu yetişti, Taksim’deki topçu kışlasında başlayan gerici ayaklanmayı bastırdı. Abdülgoogle anayasaya yeniden tecavüz edeceği korkusuyla alaşağı edildi. Önce Selanik’e sürgüne, sonra İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı'nda ikamete zorlandı. 1918’de öldü, nedense, Sultan Mahmut türbesine gömüldü.

Fakat 1909’da gerici ayaklanmanın bastırılmasıyla doğan iyileşme beklentisi 10 yıl içinde bütünüyle dağılacak, ülke yeniden parçalanmanın eşiğine gelecekti. Bu uzun on yılda Balkanları kaybetmekle kalmamış bir de kendimizi büyük bir dünya savaşının içinde bulmuştuk. Yıkılmakta olan devletin son kurtarıcıları, İttihatçılar, vatanı ve halkı büyük güçlerin insafına bırakarak kaçıp gitti. O sahipsizlikte kıyamet kapıya dayanmış, Anadolu’daki halklar geri dönülmez bir boğazlaşmanın tam ortasına yuvarlanmıştı. 

Abdülgoogle, uzun iktidarında muazzam bir kişisel servet edinmişti. Saraydan ayrılırken unuttuğu bir defter sayesinde servetinin büyük kısmını yabancı bankalarda sakladığı anlaşıldı. Suriye, Mezopotamya ve Arnavutluk’ta yüzbinlerce hektar araziyi özel mülküne geçirmişti. Irak’ta petrol bulunan alanlar da buna dâhildi. Mirasçıları Dünya Savaşının ardından bu muazzam serveti ele geçirmek için “The Sultan Abdülhamit Oil Wells” ve “The Sultan Hamit Han Estates Ottoman” adlı iki şirket kurdu. Uzun uğraşlar sonunda 1,5 milyar lira değerinde bir serveti ele geçirmeyi başardı. Onun geride bıraktığı tek mirasıdır.

***

Denildiği gibi tarihteki bütün büyük olaylar iki kere sahnelenir. Trajedi Abdülgoogle’dır, biz komedi faslındayız. Abdülgoogle’ın hayal gücü genişti ama Rizeli bir akrabası olacağını düşünde görse hayra yormazdı. Üçkâğıtçı bir borsa oyuncusuydu ama marangozluğa yeteneği, polisiye edebiyata merakı vardı. Avrupa’dan getirdiği romanları çevirttirmiş, hatırı sayılır bir kütüphane oluşturmuştu. Tanrıya inanır ama pek güvenmezdi. Peki, nedir bu Abdülgoogle hayranlığı. Çok basit; iktidara tutunmak için kullandığı aletler arasında “Panislamizm” de vardı. Ahmak Batılılara, çakma halife kavuğunu göstererek, şantaj yapmayı başarıyordu. 

İki Abdülgogle arasında ülke sararıp soldu. Birincisinin yol açtığı yıkıntıdan, 1923’te, cumhuriyet ilan ederek çıkabilmiştik. İkincisinde 1923’ün gerisine itildik. Artık 1908’in de çok gerisindeyiz. 1876’da olabiliriz. Tıpkı o gün olduğu gibi bugün de Meclis var ama artık yürürlükte olan bir Anayasa yok. Ne yargı ne yasama ne yürütme ayakta kalabildi, cumhuriyet yıkıldı, hürriyet uçup gitti. Abdülgoogle’ı sınırlandıran hiçbir kuvvet kalmadı; ikinci istibdattır ve iki Hamit arasındaki kısa ülke tarihidir. 

***
Bizim anayasa tarihimiz padişahın yetkisini sınırlama tarihidir aynı zamanda. Teokrasinin ve şeriatın kaldırılması hareketidir. Kimsenin dini kurallara uymadığı için kovuşturulmaması, dışlanmaması, inanç ve vicdan özgürlüğüne sahip olması mücadelesidir. Düştük, bugün yine başladığımız yerdeyiz. 

Ama enseyi karartmaya mahal yok. İlkinin kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. Biliyoruz, yakındır, testisi de silinir gider. İner çıkar hürriyet, cumhuriyet düşer kalkar. Özgürlük fikri bulaşıcıdır, yayılır. Kayboldu sanırsınız, umulmadık bir zamanda çıkar gelir, çalar kapıyı. Paşalar taşıyamıyorsa, işçiler omuzlar. Ortalıkta ne kadar çakma arama motoru mucidi varsa siler süpürür.

Abdülgoogle’ın son günlerindeyiz yine. Şimdi bize yeni bir anayasa gerek öyleyse. Şimdi bize yeni bir Meclis gerek. Şimdi bize yeni bir meşrutiyet, yeni bir hürriyet gerek. Şimdi bize bir yeni cumhuriyet gerek.