"NATO’yu fiilen Karadeniz’e sokacak bir 'Truva Atı' tasarlanmaktadır. Montrö ile Rusya’ya Karadeniz’de sağlanan güvenceli konumun tasfiyesi hedeflenmektedir."

ABD’nin Karadeniz Tasarımları ve Türkiye 

Ukrayna savaşı sonrasında ABD’nin Karadeniz üzerindeki tasarımları tartışıldı. 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni çiğneme hedefleri, emekli diplomatlar, amiraller ve ilerici yazarlar tarafından eleştirildi. 

Bu konuda yeni kaynaklara ulaştım. Aktaralım, değerlendirelim.

'Karadeniz’de ABD stratejisi dağılıyor'

Ara-başlığı ABD’de yayımlanan Naked Capitalism sitesinde Conor Gallagher’in 18 Ağustos 2024 tarihli yazısından aktardım. Yazar, solcudur; aynı sitede daha önceki yazıları Türkiye-ABD ilişkilerini yakından izlediğini gösteriyor. 

ABD’nin Karadeniz yöresinde izlediği stratejiyi Gallagher şöyle özetlemiş: “Hazar Denizi’nden Adriyatik’e uzanan coğrafyanın Güney Kafkasya bölgesi Kuzey-Güney ve Doğu-Batı nakliye koridorlarının kesişme noktasıdır. ABD bu yüzden bu bölgedeki enerji ve eşya hareketlerini denetlemelidir. Temel hedef Rusya ve Çin’i dışlamak; ABD ve NATO’yu sokmaktır.”

Bu denetim, elbette Karadeniz havzasını da kapsayacaktır. Gallagher, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı James O’Brien ABD Senatosu’ndaki konuşmasını aktarıyor: 

“Karadeniz devletleri arasındaki işbirliğini derinleştirmek istiyoruz; ama kimi çevreler demokrasiye aykırı düşüyor; endişe uyandırıyor. Gürcistan gibi ülkelerde bizim gibi düşünen paydaşlarımızla çalışmalıyız; hükümetleri de Avro-Atlantik yörüngesine, demokrasiye yönlendirmeliyiz. Batı Balkanlar ve Moldova’yı Çin ile Rusya’nın habis etkilerinden arındıran bir yol haritası oluşturuyoruz. Bu çevrede bazı seçkinler AB ve NATO’ya katılmak için gerekli reformlardan kaçınıyorlar. Bunların yapılmasını elbirliği ile çalışarak sağlamalıyız.”

Bu ifadeler bir dizi “renkli devrimin” hedeflendiğini gösteriyor. Daha ne olsun? İşbirlikçilerinin ve “demokrasiye aykırı düşen çevrelerin” kimlikleri verilmiyor; o kadar…

Gürcistan’daki “pembe devrim” girişiminin ilk aşamalarını bu yakınlarda izlemiştik. Belli bir eşiği aşan dış finansman sağlayan dernek ve kuruluşları yabancı ajan olarak tanımlayan bir yasaya karşı ayaklanma başlatılmış; AB taraftarları resmî binaları işgal etmişti. Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşan Gürcü Lejyonu’ndan ülkeye dönenler bastırıldı; hükümet ödün vermedi. 

ABD Dışişleri bakan-yardımcısı ısrarcıdır: “Gürcistan hükümetinin bizim gibi düşünenlere devredilmesi, Avro-Atlantik yörüngesine yerleştirilmesi ve Karadeniz kıyısındaki derin liman inşası için Çin’le yapılan sözleşmenin iptali” Ekim’de yapılacak seçime ertelendi. 

Dışişleri Bakan-yardımcısı O’Brien, 15 Kasım’da Temsilciler Meclisi’ndeki bir konuşmasında Ermenistan’ın ABD için taşıdığı önemi vurguluyor: “Orta-Asya’yı Akdeniz’e bağlayan bir ticaret koridorunun inşası için istisnaî bir fırsatla karşı karşıyayız: Bu, ABD’nin katkısıyla Ermenistan’la Azerbaycan arasında imzalanacak barış anlaşması olabilir.”      

Ermenistan’da iktidar Batı ittifakına yakındır. Azerbaycan’la anlaşma ticaret koridorunun Ermenistan’dan geçmesini sağlarsa Orta Asya-Akdeniz  ticaret kanalı da Amerikan kontrolünde olacaktır.  ABD, sadece bu ticaret koridorunun konumunda değil, bölgedeki zengin doğal gaz kaynaklarının kullanım ve tahsisinde de Rusya’nın dışlanmasına öncelik veriyor. Ne var ki, bölgede Ermenistan dışında ABD taleplerine teslim olan ülke yoktur.  Bu “uyumsuz” hükümetlerden sadece Gürcistan   açıkça hedeflenmektedir. 

Türkiye, hem Montrö sözleşmesinin kısıtlarını titizlikle uygulamakta; hem de TürkAkım Doğal Gaz Boru Hattı’nın kullanımında Rusya ve Türkiye’nin ortak çıkarlarını gözetmektedir. Bu yüzden, O’Brien’ın “demokrasiye aykırı düşen; hatalı tutumları endişe uyandıran” ülkeler grubuna girmektedir. En azından şimdilik, O’Brien’in pembe devrim senaryosunda adı geçmemektedir.

Atlantik Konseyi Türkiye’yi uyarıyor  

Türkiye’ye dönük açık uyarıları ABD Dışişleri Bakanlığı kaynaklarından değil, merkezi Washington’da olan Atlantik Konseyi’nden tespit ettim. Bu kuruluş, kendisini NATO’nun akıl hocası (“think-tank”) olarak tanımlamaktadır. Sitesinde 5 Temmuz 2024 tarihinde Yevgeniya Gaber imzası ile yayımlanan bir makalede Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılması ve BRICS üyeliğine başvurma niyetine değiniliyor ve bu “tehlikeli eğilimlere” dikkat çekiliyor. Makaleden aktaralım:

“Rusya ile ticaret ve enerji alanlarında işbirliği kısa dönemde yararlı olabilir. Fakat Türkiye artık anlamalıdır ki, ekonomik ve güvenlik çıkarları Çin ve Rusya gibi otokratik rejimlerle değil Batı ile uyumludur. İstikrarsız ve anti-demokratik ülkelerle iş yapmak ciddi jeopolitik riskler ve ağır ekonomik maliyetler içerir. Bir savaş ekonomisi olan Rusya ile iş yapmak, ikincil (talî) yaptırımlar söz konusu olduğunda fazla bir gelecek vaat etmez.”

İfadede yer alan sözü edilen “ikincil yaptırımlar” tehdidinin muhatabı elbette “sakıncalı Rusya” ile işbirliğine kalkışan Türkiye’dir. Atlantik Konseyi sitesindeki makalenin yazarı, Türkiye’yi sadece ABD’den gelebilecek olan yaptırımlarla tehdit etme pervasızlığını nereden buluyor? NATO değil; “sadece Amerika” diyorum; zira “yaptırımlar” olarak adlandırılan hukuk-dışı uygulamaları dünyaya yayan ABD’dir. Washington’daki Center for Economic and Policy Research (CEPR), ABD’nin dünya çapında yaygınlaştırdığı yaptırımların ülkelere dağılımını, içeriklerini yakından izlemektedir. Son tespitlerine göre, “düşük gelirli ülkelerin  yüzde 60’ına, ağır insanî sonuçlar içeren  ABD yaptırımları uygulanmaktadır” (CEPR, “Sanctions Watch”, Temmuz 2024).

Atlantik Konseyi yazarı pervasızlığında bir adım daha atıyor ve bugüne kadar Montrö Sözleşmesi’ni titizlikle uygulayan AKP iktidarını, Sözleşme’yi etkisiz kılma doğrultusunda yönlendirmeye kalkışıyor: Ukrayna savaşının Karadeniz’e yayılması sonrasında “Ocak 2024’te Türkiye’nin Bulgaristan ve Romanya ile birlikte kurduğu Karadeniz Mayın Tarama Görev Gücü sürekli bir devriyeye dönüştürülmeli ve Rusya’nın Karadeniz’deki yasa-dışı faaliyetlerini engellemelidir. Karadeniz’de Türkiye, Romanya ve Bulgaristan arasındaki işbirliğine ileride Ukrayna da katılırsa, karasularında Rusya’nın sahte bayrak operasyonları engellenebilir ve bu ülkelerin Kuzey-Batı Karadeniz’deki varlıkları korunabilir.” 

Atlantik Konseyi yazarına hatırlatılmalı ki “Karadeniz’e özgü temel “yasa”, bir uluslararası hukuk belgesi olan 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Anlaşıldığına göre, NATO’yu fiilen Karadeniz’e sokacak bir “Truva Atı” tasarlanmaktadır. Montrö ile Rusya’ya Karadeniz’de sağlanan güvenceli konumun tasfiyesi hedeflenmektedir. İktidardaki parti kim olursa olsun Türkiye’nin sessiz kalması beklenemez. 

Karşı cepheden farklı sesler: 'Hegemonik Zorbalık' eleştirisi

Atlantik Konseyi’ndeki makale, Türkiye’nin ŞİÖ ilişkisi ve BRICS’e katılma niyetini NATO ittifakı ile “uyumsuzluk” örnekleri olarak gösteriyor. 

Gerçekten de ŞİÖ/BRICS topluluklarının “karşı cepheyi” temsil ettiği söylenebilir. Bu blokun kurucularından gelen farklı bir söylemi örnek alabiliriz. Çin Komünist Partisi Politbüro üyesi ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, önümüzdeki dönemde hükümetinin izleyeceği dış politika ilkelerini açıkladı (Tracking Peoples Daily, 13 Ağustos 2024). 

Wang Yi’ye göre uluslararası ilişkilerde artan huzursuzluklar ve yerel çatışmalar, öncelikle ABD’nin “hegemonik zorbalığından, yükselen güçleri baskı altında tutmasından” kaynaklanmalıdır. Bu tehditlere karşı Çin, “dış ilişkilerde uluslararası hukukun ve BM sisteminin üstünlüğünü savunacaktır.” ABD ise, bir süreden beri dış ilişkilerinde “kurallar dayalı bir uluslararası sistemi” savunmaktadır; ama bu esrarengiz kuralları açıklamaktan ısrarla kaçınmaktadır. 

Çin ise uluslararası ilişkilerde, “Barışçıl Birlikte Yaşamanın Beş İlkesi’ni izleyecek; yaptırımlara, dış müdahalelere ve uzun-kollu yargıya karşı direnmeyi güçlendirecektir.” 

“Uzun kollu yargı”, ABD’nin yaygınlaştırdığı bir uygulamadır. ABD mahkemeleri, sadece kendi mevzuatında yer alan bir “suç” için yabancıları yargılayabilir; cezalandırabilir… Yaptırımların bir bölümü de bu zorbalık yönteminden oluşur. Örneğin ABD yönetimi, Afganistan Merkez Bankası’nın rezervlerine el koymuş ve tümünü 11 Eylül 2001 saldırısı ile bağlantılı bir tazminat davasının “teminatı olarak” dondurmuştur. “Uzun kollu yargı”, böylece, New York’tan Kâbil’e uzanmıştır.

ABD’nin Karadeniz’deki tehlikeli önceliklerine, yöntemlerine yukarıda değindim. Wang Yi’nin vurguladığı “hegemonik zorbalık” eğilimlerini açıkça içermektedir. 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ise, dünyanın bu tehlikeli coğrafyasını II’nci Dünya Harbi koşullarında dahi güvencede tutmuştur. 

Değerini bilelim. Savunalım; koruyalım…