'ABD ve İngiltere’de kontrol edemedikleri bir sınıf hareketi yükseliyor. 1980-2000 aralığında işçileri kötünün iyisi olarak ikna edebildikleri düzeni bugün allayıp pullayıp satmaları imkansızlaşıyor.'

ABD'nin asalaklaşması, nereye kadar?

Rus devlet yetkilileri ABD’nin hızla borçlanması nedeniyle borcunu ödeyemez hale gelebileceğini iddia ettiler ve bunu pandemi sırasında 6 trilyon dolar kadar paranın basılmasıyla ilişkilendirdiler. Hadi bu iddia, ABD ve Rusya arasında vekiller üzerinden yürüyen savaşın ideolojik kısmına ait olsun, geçen sene ABD Hazine Bakanı da ABD’nin tarihte ilk kez temerrüde düşebileceği uyarısında bulunmuştu.

Aşağıdaki grafik bize ABD dış borcunun 2015’ten bu yana ikiye katlandığını ve 30 trilyon doları geçtiğini gösteriyor. Bu miktar ABD için bir şey değil demeyin, ABD yıllık ulusal gelirinin yüzde 130’una ulaşan bir borçtan bahsediyoruz. 

Geri ödeme krizine girer mi, tahmin etmek kolay değil, ama bu veri ABD sermayesinin önemli bir asalaklaşma kriteri olarak ele alınabilir.

Grafik bize 2012 yılından bu yana giderek artan ABD ulusal borcunun 2020’den itibaren roket hızıyla yükseldiğini ve 30 trilyon Doları geçtiğini gösteriyor. Şu anki borcu ABD’nin ulusal gelirinin yüzde 130’una yaklaşmış durumda. Bu oran 2019’da, sadece üç sene önce, yüzde 107 kadardı.

Peki, bu borcu kimden alıyorlar, diye sorabiliriz. ABD hazine tahvili olarak 8 trilyona yakın bir borç yurt dışından sağlanmış ve bunun önemli bir kısmı Çin ve Japonya tarafından alınmış. Aşağıdaki grafikte Çin ve Japonya’nın sağladığı borç miktarının değişimi görülüyor.

Grafikte kırmızı çizgi Çin’in, mor çizgi Japonya’nın ABD’ye verdiği borcun 2015-2021 aralığındaki değişimini gösteriyor. Çin’in elinde tuttuğu 2015’teki  1 trilyon 300 milyarlık ABD tahvilinin miktarının azalmaya başladığı ve 1 trilyon Doların altına indiği izleniyor.

Borcun otuzda birine denk düşen bu miktar bize Çin aniden tahvilleri satsa ABD’nin çok sarsılmayacağını veya ABD bu paraya el koysa Çin’in muhtemelen çok fazla etkilenmeyeceğini gösteriyor.

Ancak bu ilişki günümüz emperyalizmini daha iyi anlamak için bir fırsat veriyor.

Birincisi; ABD’yi finanse eden Çin’in herhangi bir devrimci misyonu olmadığı gibi, daha adil bir dünya da yaratamayacağını gösteriyor. Bu noktada ABD yaklaşık bu bir trilyon dolar ile ne yapar diye sormak gerekir.

ABD aldığı borçla, nükleer silah cephaneliğini yeniler, donanmasını ayakta tutar, Ukrayna’ya silah gönderir. Son bilgilere göre ABD Ukrayna’ya çok pahalı olan ve 40 km’de 2 metre hatayla isabet eden Ekskalibur füzelerini gizlice göndermiş ve boşalan cephaneliği için 7 milyar dolara ihtiyacı varmış.

ABD başka ne yapar bu borç para ile? Kazakistan’dan Kırgızistan’a, Nijerya’dan Mozambik’e darbe ve renkli devrim girişimlerini başlatır, cihatçı çeteleri finanse eder. İşçi sınıfı önderlerini takip etmek üzere FBI ajanlarının maaşlarını öder.

Ama ABD halkının gereksinimi olan kamu yatırımları için kullanmaz. Geçen gün Mississipi Valisi halka mikrop kapmamak için duşta ağızlarını açmamalarını önermiş. Korku filmi gibi! ABD uzun süredir özellikle yoksul halkın yaşadığı bölgelerde temiz su temininden, elektrik hizmetlerine kadar altyapı yatırımlarını savsaklıyor.

İkincisi, ABD Hazine tahvillerine yatırılan bu kadar para kapitalizmin yapısal krizine bir kez daha işaret ediyor. Getirisi çok az olan bu tahvillerde biriken bunca para bir reel yatırıma dönüşmeden duruyor. Oysa 1 trilyon dolarla, şu anda açlıktan kırılan Yemen, Afganistan, Somali gibi halkların gıda güvenliği sorunu kalıcı olarak çözülebilirdi, iklim değişikliğine karşı ciddi araştırma ve yatırım yapılabilir veya bir sonraki pandemi için dünyaya eşit şekilde yayılmış aşı üretme istasyonları kurulabilirdi.

ABD neden bu kadar borçlanıyor diye ayrıca sorabiliriz. Bu sorunun kapsamlı bir yanıtı bu köşeye sığmayacaktır, ama önemli bir nedeni burada vurgulayabiliriz.

Emperyalizmin başat ülkesi olmak için başlıca koşullardan biri ücretli emeğin sömürüsüne dayanarak dünya üretiminin büyük bir yüzdesini sağlamaktır. ABD uzun bir süredir, hizmetlerin dışında meta üretiminde çok gerilemiş gözüküyor. ABD sermayesi ucuz ve kuralsız çalıştırılan emek gücünün peşinde koşarak reel üretimi yurtdışına taşıdı. Bu da asalaklaşmanın başka bir vehçesini oluşturuyor.

Bu meseleyi anlamanın bir yolu ABD’nin dış ticaret açığına göz atmaktır. ABD 2021’de 845 milyar Dolar dış ticaret açığı vermiş. Aşağıdaki grafikte sadece Çin’e karşı verdiği ticaret açığının değişimi izleniyor.

ABD ve Çin arasında 1985’te sıfır olan ticaret açığının 32 yıl içinde nasıl büyüdüğü izleniyor. Trump dönemindeki ticaret savaşları ile bir miktar azalan bu açık tekrar büyüyerek bugünlerde 355 milyar Dolar civarında seyrediyor.

Grafikte görüldüğü gibi 1985’te sıfır olan ticaret açığı Çin lehine büyüyerek giderek artıyor ve tüm ticaret savaşları sonrası günümüzde 355 milyar dolar civarında seyrediyor.

Tekrar ABD emperyalist sistem içinde büyük hacimde meta üretir hale gelebilir mi? 

Bu gerçekleştirilebilir değil, çünkü ABD işçi sınıfını bir kez daha düşük ücretlere ikna etmek giderek zorlaşıyor. Bu köşede ABD işçi sınıfı hareketinin nasıl ivmelendiğine geçenlerde değinmiştik. Daha yeni veriler ABD halkının yüzde 70’inin sendikal mücadeleye olumlu baktığına işaret ediyor.

İngiltere’de bir Margaret Thatcher olmaya heveslenen yeni başbakan Liz Truss, neo-liberalizmin bu ikinci sahnesinde ancak bir palyaço olabildiği görecek.

ABD ve İngiltere’de kontrol edemedikleri bir sınıf hareketi yükseliyor.

1980-2000 aralığında işçileri kötünün iyisi olarak ikna edebildikleri düzeni bugün allayıp pullayıp satmaları imkansızlaşıyor.

Her asalaklığın bir sonu var!