Trump’ı yargılayan eyalet mahkemelerinden ikisi, 2024 seçiminde “adaylığa ehliyet sorusunu” ABD Yüksek Mahkemesi’ne taşıdı. Konu görüşülüp sonuçlanmadan Başkanlık seçimi sonuçlandı.

ABD’de başkanlık seçimi ve Trump üzerine

ABD’de Başkanlık seçiminin sonuçları artık biliniyor. Meraklılar için bazı ayrıntıları, sayıları da ekleyelim.

Başkanlık seçiminin aşamaları; sonuçlar…

ABD Anayasası’na göre Başkanlık, ülke tümünde kullanılan oyların doğrudan sayımı sonunda belirlenmez. Seçim iki derecelidir. 5 Kasım 2024 seçiminde her eyalette partilerin aldığı oylar, 538 ikinci seçmeni belirledi. “Electoral College” yani “Seçmenler Kurulu”, 17 Aralık’ta eyalet başkentlerinde toplanacak. Toplantılarda Seçmenler Kurulu’na her eyaletten katılan delegeler (ve temsil ettikleri aday) belgelenecek.

Sonraki günlerde eyalet tutanakları Washington’a iletilecek; Senato ve Temsilciler Meclisi’nin 6 Ocak 2025 tarihindeki ortak (Kongre) toplantısında en az 270 oyu sağladığı belirlenen adayın Başkanlığı kesinleşecektir. (4 yıl önceki seçimi kaybeden Trump’ın taraftarlarıyla birlikte Kongre’yi basarak yapmaya kalkıştığı “darbe girişimi” bu aşamada gerçekleşmişti.)

5 Kasım’ı izleyen haftada seçim sayımı büyük ölçüde tamamlandı; Donald Trump’ın “Seçmenler Kurulu”nda 312 oy kazandığı belirlendi. Kamala Harris yenilgiyi açıkça kabul etti. ABD’deki toplam oyların iki aday arasındaki dağılımı da belli oldu. 147,9 milyon geçerli oyun dökümünde Trump, rakibinden 3,1 milyon daha fazla oy aldı. Bazı ABD seçimlerinde Seçmenler Kurulu oylarıyla Başkanlığı kazanan aday, toplam oylarda azınlığa düşmüştür. Son örnek, 2000’dedir: Cumhuriyetçi George W. Bush seçimi kazanmıştır; ama toplam oyların dağılımında Demokrat rakibi Al Gore’un gerisinde kalarak…

Başkanlık seçimiyle eş-zamanlı olarak Senato’nun üçte biri, Temsilciler Meclisi’nin tümü yenilendi; ikisinde de Cumhuriyetçi Parti’nin çoğunluğu kesinleşti. Trump’ın Başkanlık dönemi, Kongre ile uyumlu başlayacaktır.

'Katıksız, çok tehlikeli bir faşist…'

Washington Post’ta Ishaan Tharoor, bir önceki Genel Kurmay Başkanı General Mark A. Milley’in Trump hakkındaki bir değerlendirmesini aktarıyor: “Bu ülkede en tehlikeli kişi Donald Trump’tır; kimse onunla yarışamaz. Katıksız bir faşist olduğunu sonunda fark ettim” (4 Aralık 2024).

ABD Solu’nda Trump için “faşist” tespitini yapanlar çoğunluktadır. Başucunda Mein Kampf bulundurduğu, Nazi generallerinden hayranlıkla söz ettiği haberleştirilmişti. Trump için, ABD’deki “tehlikeli azınlıklar” Latin Amerika ve Karaib kökenli göçmenlerdir. Son seçim kampanyasında yasa-dışı yüzbinlerce göçmeni sınır-dışı edeceğini de vaat etti.

Faşist ideolojide “sakıncalı ötekiler” ırkçılığa dönüşür. Trump da Nazilerin “saf ırk” arayışından etkilenmiştir. Son kampanyada göçmenlerin “kötü gen, bozuk kan” taşıdıklarını ileri sürdü. TV’de Harris’le tartışırken tümüyle uydurma bir iddiaya kalkıştı: “Haitili yasa-dışı göçmenler, köpek ve kedileri, evcil hayvanlarımızı yemektedir” (BBC, 15 Eylül 2024).

Donald Trump’ın, kişisel özellikleri “faşist” nitelemesini doğrulamaktadır. Kadın düşmanlığı, aşırı eril tutkuları, “uçkuru gevşek” vukuatının genel-geçer ahlak normlarıyla uyumsuzluğu malûmdur.

Ishaan Tharoor’a göre “Trump-türü faşizm”, Nazi örneğinden önce Erdoğan, Modi ve Orban gibi günümüzün aşırı-sağcı “popülist” liderleriyle karşılaştırılmalıdır: “Bunlar, sadece kendilerinin halkı temsil ettiğini düşünürler; siyasal rakiplerini ihanetle, gayri meşru olarak suçlarlar; azınlıklara nefreti kışkırtırlar.”

Donald Trump çevresinin bu doğrultuda hazırlıkları bilinmekteydi. Sağcı Heritage Foundation’un hazırladığı Project 2025, yüksek bürokraside ideolojik bir arınma ve kadrolaşma tasarlamaktadır. Trump’ın America First Policy Institute (AFPI) kurumunu yeğlediği; bu grubun sadece kadrolaşmayı değil, ikinci dönemin yasal, kurumsal hazırlıklarını da tasarladığı açıklandı (New York Times, 24 Ekim 2024).

Bu hazırlıklar uygulanırsa ABD, bir faşist Başkan tarafından yönetilmenin ötesine geçecek; “faşist bir rejimin inşası” fiilen başlayacaktır.

Trump’ın ruh sağlığı, ceza davaları…

Trump’ın ilk başkanlık döneminde “yalancılığı” hızla dikkat çekti. Washington Post, “Trump’ın konuşma ve demeçlerindeki yalanları saymaya” başladı; sayı 20,000’i geçince son verdi.

“Marazî” özellikler içeren bu yalancılık ve sistematik tutarsızlıklar yerleşik Beyaz Saray bürokrasisine rağmen nasıl sürdürülebildi? Olgularla istekleri, hayalleri ayırt edemeyen bir psikolojik bozukluk akla geliyor. Benzer “tuhaflıklar” çoğaldıkça Başkan’ın ruh sağlığı üzerinde kuşkular, iddialar yaygınlaştı. Uzmanlar uyarı bildirileri, makaleler yayımladı.

En önemlisi, 27 psikiyatr ve psikoloğun makalelerini içeren, Tehlikeli Bir Vaka: Donald Trump başlıklı, 84 sayfalık kitaptır (St Martin’s Press). Önsöz’de şu gerekçe yer alıyordu: “Donald Trump’ın ve psikolojisinin bu ülke için tehlike oluşturduğunu anladık ve bunu belirtmemizin bir görev olduğunu düşündük” (AlterNet, 1 Eylül 2017).

Zaman içinde bu özgün Başkan’a ABD toplumu uyum sağladı; dört yıllık bir aradan sonra aynı mevkiyi devralmasını uygun gördü. Ne var ki, Başkanlık için gereken yasal koşullar neredeyse gerçekleşmeyecekti.

Donald Trump çok sayıda mahkemede davalı olarak yargılanmaktadır. Sahtekârlık, vergi borçları, şantaj konulular bir yana, en azından üç ağır ceza davasında Trump sanıktır. 5 Kasım öncesinde mahkûm olsaydı, Yüksek Mahkeme Trump’ın Başkanlık adaylığını engelleyebilecekti.

Birincisi, Georgia Eyaleti’nin 2020 Başkanlık seçim sonucunu baskı yoluyla Trump lehine değiştirme teşebbüsüdür. Savcılığın 98 sayfalık iddianamesi Eyalet Mahkemesi’nce kabul edilmiş; duruşmalar başlamış; sonuçlanamadan Başkanlık seçimi yapılmıştır.

İkinci suçlama, Beyaz Saray’da korunması gereken “Gizli” nitelikli resmî belgelerin Trump’ın özel malikânesine taşınmasından kaynaklanıyor. Suç ortakları ile birlikte Florida Yüksek Mahkemesi’nde yargılanmaktadır.

Üçüncü davada, 6 Ocak 2021’deki Kongre işgali nedeniyle darbe tertipçisi olarak suçlanmıştır.

Trump’ı yargılayan eyalet mahkemelerinden ikisi, 2024 seçiminde “adaylığa ehliyet sorusunu” ABD Yüksek Mahkemesi’ne taşıdı. Konu görüşülüp sonuçlanmadan Başkanlık seçimi sonuçlandı.

Donald Trump mahkûm olsaydı, 2025’e Beyaz Saray’da değil, Federal cezaevlerinden birinde girecekti. Avukatları, federal ve eyalet aşamalı ABD Ceza Hukuku’nun olanaklarını sonuna kadar kullandı.

Trump’ın 'meziyetleri'

Trump’ın seçilmesini mümkün ve haklı kılan meziyetleri yok mu? ABD Solu da bu soruyu, tartışıyor. “Kamala Harris’in zaaflarını” da dikkate alan birkaç yazıya değinelim.

Birisi Matt Karp’a aittir (JACOBIN, 6 Kasım 2024). Yazar, seçim kampanyasında Harris’in “demokrasi, kürtaj, kişisel kimlik hakları, Trump’ın ABD kurumlarına dönük tehdidi üzerinde odaklandığını, maddi güçlüklerle ilgilenmediğini” tespit ediyor. Son iki seçimde sınıfsal oy dağılımın Trump lehine dönüştüğünü açıklıyor.

Emekçi sınıfların en kalabalık, yoksul katmanlarında Trump lehine belirgin bir kayma gözlenmektedir. Trump 2016’dan bu yana ABD işçi sınıfının iki temel sıkıntısını “istihdam Çin’e taşınıyor; göçmenler ücretleri düşürüyor” tespitleriyle sahiplendi; bunları küreselleşme karşıtı politikalarına da taşıdı. Karp’a göre bu tutum, ABD’nin “rust belt” (“kapanan, paslanan fabrikalar”) yörelerinin geleneksel işçi sınıfının dışındakileri de etkilemiş; örneğin Güney’in yoksul siyah nüfusunda karşılık bulmuştur.

Harris’in liberal değerlere odaklanmasını, sol eğilimli Amerikalı iktisatçı David P. Goldman, “Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyan, savaş, enflasyon ve züppeliktir” başlığı altında eleştiriyor. (Asia Times, 6 Kasım 2024). Burada “züppelik” sözcüğünü İngilizce “wokeism” karşılığı olarak kullandım. “Değerlere odaklanan siyasal yönelişleri” kasteden eleştirel bir terim… Goldman iki örnek vurguluyor: 2016 seçiminde Hillary Clinton, Trump taraftarlarını “ayak takımı” olarak; bu seçimde de Biden “çöplük” ifadesi ile küçümsemişti. Bu tutum Kamala Harris’e de zarar vermiş olabilir.

Goldman’ın “seçmenleri etkileyen savaş” vurgulamasının uzantıları daha önemlidir. Ona göre Trump’ın oylarının artmasında Orta Doğu’daki “bitmez tükenmez savaşlara karşı olması” ve “iktidara gelir gelmez Ukrayna’ya barış getireceği” vaadi etkili olmuştur. Amerikan kamuoyu Gazze’deki insanlık-dışı soykırımı, videolarda canlı olarak izledi. Ölçüsüz ABD desteğinde Başkan Yardımcısı Harris’in suç ortaklığını gözledi. Harris bu desteği kampanyasında da sürdürecektir.

Savaş ve barış ikileminde adayların tutumunu mercek altına alan Patrick Lawrence, “Oy-vermeyen Birisinin Notları” başlıklı bir yazı yayımladı (Scheer Post, 9 Kasım 2011). Sadece iki adayın kampanya sırasındaki farklılıklarını değil, yeni başkanlık döneminde Trump’ın izlemesi beklenen seçenekler üzerinde gerçekçi öngörülerde bulunuyor.

ABD’nin tetiklemekte olduğu bir nükleer savaş tehdidi altındayız. Yeni başkanın tutumu hayatîdir. İleride diğer katkılarla birlikte aktarmak, değerlendirmek istiyorum.