'Bu emperyalist saldırganlık karşısında her ulusun emekçi sınıfları örgütlü gücünü ve uluslararası dayanışmasını artırmak zorunda. Herkes kendi cephesine…'

ABD emperyalizminin savaşa çekme taktiği

Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan olayın bölgesel bir rekabet ve hırsın ürünü olmadığını, dünyayı sarmalayan emperyalist düzenin içindeki keskin rekabetin sonucu geliştiğini yazıyoruz uzun süredir. Güçlenen kapitalist ülke eski hegemonyayı tanımıyor, yeniden dünyanın pay edilmesini isterken giderek büyüyen bir gerilim yaşanıyor. 

Bu köşede uzun süredir, Çin ve Rusya ittifakının (kendi içlerinde yaşadıkları sorunlara rağmen) Batı emperyalizmini Asya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Güney ve Orta Amerika’da nasıl gerilettiği ve fay hatları döşediğini inceledik.

Emperyalist hırslarla donanmış bir devletin iyisi, kötüsü olmaz. Daha doğrusu işçi sınıfı siyaseti bunlar arasında taraf tutmaz ve aksine aralarındaki savaşa varabilen rekabetin yarattığı açılıp kapanan zayıf halkalar coğrafyasında devrimini arar.

Bu genel doğruya karşın emperyalist devletlerin tarihinde faz farkları bulunur, yani daha önce dünyaya gelmiş ve serpilip hegemonyasını sürmüş devletlerin hileye, komplolara ve savaş kışkırtıcılığına dayanan insan kanı içtikleri bir tarihleri vardır. Bu nedenle ABD ve İngiltere’nin yanında örneğin Çin ve Rusya dünya halklarına karşı işlenmiş suçlar sicilinde daha temiz bir görüntü vermektedirler.

Emperyalist devletler diğer devletlerin nasıl tuzağa çekilebileceğini, nasıl ülkelerin savaşa sürüklenebileceğini, zehirli piyon fedasının gereklerini yüz yılı aşkın bir süre içinde deneyerek öğrenirler.

Bir örnek vermek gerekirse, Irak devleti Kuveyt’i işgal etme niyetini ABD’ye açtığında ABD’nin sanki buna kayıtsız kalacakmış gibi bir tavır sergilediği çok iyi belgelenmiştir. İşgalin başlaması ile ABD’nin 1990’ların başında Irak’a nasıl çullandığını biliyoruz.

Ama bizim bugünü açıklarken bakmamız gereken tarihsel olayların başlıcası 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın ABD tarafından nasıl savaşa sürüklendiğidir.

Japonya 19. yüzyılın ikinci yarısında feodalizmden kapitalizme geçmiş, güçlü bir devlet idaresinde hızla kapitalistleşmiş, 20. yüzyılın başlarında askeri sanayisi ve ordusu ile Pasifik’te emperyalist bir güç olarak belirmiştir.

O dönemdeki durumu bazı açılardan bugünün Çin’ini andırmaktadır. Büyük sanayisi ile Japonya dev bir petrol ve metal tüketicisi ve yurtdışına hammadde bağımlısıydı. Aynı şekilde sanayi ürünlerine geniş dünya pazarları gerekliydi.

Pasifik’te emperyalist bir güç olarak bulunan ABD Japonya’nın yeniden paylaşım talebini görür ve hazırlık yapar. Japonya’nın petrole ulaşımını ambargo uygulayarak engelleyen ABD Japonya’yı köşeye sıkıştırır, -hiç kulağa yabancı gelmiyor- mal varlıklarına el koyar. Japonya sadece stokladığı 3 yıl yetecek petrol rezerviyle kalır. 

Savaş kaçınılmaz hale gelir, ABD Japonya’dan gelen barışçıl müzakere isteklerini geri çevirir. İlk saldırının Japonya’dan gelmesini ve bunu en az hasarla atlatmayı beklerler.

Çaresiz kalan Japonya 1941’de Hawaii Adası’nda bulunan Pearl Harbor’daki ABD’nin Pasifik Donanmasına saldırır. Saldırıda ölen 2000’den fazla ABD askeri ABD’li siyasiler tarafından yem olarak kullanılmış, ABD istediğini elde ederek Japonya’yı kaybedeceği bir savaşa çekmiştir. ABD halkı ve dünya kamuoyunda saldırgan bir Japonya ve ABD’nin meşru savunması resmi çizilmiştir. 

Bu gözle tekrar Ukrayna’ya bakabiliriz. 2014’teki Batı emperyalizmi yapımı “renkli” darbe ile rejim değiştirilmiş, neo -Naziler Batı tarafından finanse edilmiştir. Donbass’ta barışı koruyan Minsk Anlaşması ihlal edilmiş, Batı’nın yönlendirmesi ile hemen hemen bütün Ukrayna Ordusu faşist milis taburlarıyla birlikte Donbass’a yığılmıştır. Rusya’nın Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmamasına ilişkin istediği garanti NATO tarafından geri çevrilmiş, Ukrayna milyarlarca dolarlık bir silah deposuna dönüştürülmüştür.

Görüldüğü gibi Rusya Ukrayna’ya ABD’nin yönettiği bir süreçte müdahale etmek zorunda kalmıştır. Şimdi Batı emperyalizmi kendisi doğrudan savaşa girmeden Ukrayna’yı Rusya için bir Afganistan’a çevirme amacına çok yaklaşmış gözüküyor. Hâlâ silah sevkiyatı sürüyor, dünyanın her yerinden neo - Nazi, cihatçı, özel kuvvetlerde eğitim görmüş paralı askerleri Ukrayna’ya gönderiyorlar.

Şimdi Rusya batıda bir belaya bulaştırılmışken dikkatimizi Tayvan üzerinden gerçekleştirecekleri savaş kışkırtmasına çevirmeliyiz.

Çin’in milli meselesi olan Tayvan sorununun aynı zamanda en zayıf ve kontrolsüz yanını oluşturduğu biliniyor

Bu nedenle ABD de buradan işliyor. Geçen hafta bir ABD güdümlü füze destroyeri Tayvan Boğazı’ndan geçti. Hemen sonra başkanlığını eski ABD Genel Kurmay Başkanı’nın yaptığı üst düzey bir güvenlik-savunma heyeti Tayvan’ı ziyaret etti. Her iki olay da Çin tarafından şiddetle protesto edildi ve bunun tehlikeli bir kışkırtma olduğu açıklandı. Ancak ABD hızla adayı silahlandırmayı ve bölgedeki müttefik ilişkileri ile Çin’i kuşatmayı sürdürüyor.

Bu arada çok uzaklardaki ve Pasifikte ABD ile davranan Avustralya’dan Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapıldığını bir dipnot olarak söyleyelim.

Çin ve Rusya’nın Japonya’ya benzemediği söylenebilir. Şüphesiz, ama bu farklılıkları başka bir yazıya bırakalım.

Biz şimdi kendi işimize bakalım, bu emperyalist saldırganlık karşısında her ulusun emekçi sınıfları örgütlü gücünü ve uluslararası dayanışmasını artırmak zorunda. 

Herkes kendi cephesine…