İlkin eşkıya saklamaya meyilli ya da “ihtimal dahili” olan evler aranır. Ancak tek tek eşkıya aramak hem meşakkatli hem de Çerkes dediğin ya Ethemci ya da Anzavurcudur, eşkıyalık ise baba mesleğidir…

7 Mayıs 1923 Gönen – Manyas Çerkes Sürgünü Hadisesi

Mehmet Fetgerey Şöenu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Abhazya’dan Osmanlıya sürülen bir ailenin çocuğu. Eğitim hayatı İstanbul’da geçmiş. Tarih, sosyoloji ve spor üzerine yazılar yazan ilgi alanı hayli geniş bir Çerkes aydını. Beşiktaş spor kulübünün iki nolu kururcu üyesi. Ne kadar yazık, genç denebilecek bir yaşta, 41 yaşında, İstanbul’da Agopyan iş hanında çıkan bir yangında hayatını kaybediyor. Hakkında bildiklerimiz sınırlı ve ben bu bilgileri Doğan Erdinç ve Metin Bozkurt’un birlikte Türkçeleştirdikleri “Mehmet Fetgeri Şöenü, Tüm Esreleri” adını taşıyan kitaptan aktarmış oluyorum.

Kitapta Çerkeslerle ilgili çeşitli konuların işlendiği yazıların yanı sıra TBMM’ye hitaben yazılmış iki uzun “sunu” var. İki uzun makale…Ya da iki yakarış… Biri 22 Ağustos 1922, ikincisi aynı yılın 15 Kasım tarihini taşıyor. Belli ki pek seviyor “Yeşil balkondaki, beyaz masalsı kadın” Halide Edip Adıvar Hanım’ı, mektupların ilkini bu ünlü romancımıza da göndermiş, “Bu hıçkırıkları bilmem onunla taçlanmaya uygun bulacak mısınız” notu eşliğinde.
 
Çok güzel ve şöyle başlıyor:

“Duyuyoruz ki: Çerkesler göçürülüyor ve öldürülüyormuş. Ocakları söndürülüyor(muş)… Köylerin tüm varlıkları ‘Bırakılmış varlıklara’ katılıyormuş. Bu kötü söylentilerden anlaşılan çok acı şeylerdir. İnsanın ruhunda şimşekler çakan boralar koparmak için yeterli olacak kadar baştan çıkarıcı, gönül yakıcı şeylerdir.”

Mehmet Fetgerey “Bırakılmış mallar” diyor, “Emval-i metruke”… 1915 Ermeni tehciri henüz “hatıra” denilemeyecek kadar yakın ve “gönül yakıcıdır”. Fetgerey’in aklına düşen Deyr-i zor yollarında, arkalarında bıraktıkları ölüleriyle aç, sefil Ermeni kafileler olmalı.

***

Mürüvvetler köyünden başlanıyor.

Rastlantı mı? Elbette değil.

Şöyle; Yunan işgaliyle birlikte direnme kararı alan Çerkes Ethem Bey’in Kuvay-ı Seyyare’sinin savaşçı gücünün ağırlıklı olarak Güney Marmara bölgesi olduğu biliniyor. Ethem’in kendisinin de Bandırma’lı olduğu sır değil. 1921 yılı başında Ankara ile Ethem Bey arasındaki ittifakın bozulmasıyla çıkan çatışma Ethem Bey’in tasfiyesi ile sonuçlanacak iki yıla kalmadan da ülke toprakları işgal ordularından temizlenecektir. Galibin hışmından korkarak Yunan adalarına geçen, yöre halkından kimilerin Teşkilat-ı Mahsusa’nın eski başkanlarından Kuşçubaşı Eşref liderliğinde özellikle de Ege Adalarına sığınmış olan Çerkeslerin silahlı eğitimden geçirildiği ve bir ihtilal hazırlığı içinde oldukları istihbarını alan Ankara, bunların yöre halkı ile aralarındaki toplumsal bağı da hesaba katarak bu doğrultuda önlem alma yolunu tutturmuş, bölgede henüz tam olarak oluşmamış yönetim boşluğu nedeniyle yaygınlaşan sıradan eşkıya hareketlerini dahi Ethem Bey’le ilişkilendirmede bir sakınca görmemiştir.

***

Sürgün, cumhuriyet kadrolarının Osmanlıdan devraldığı “seçmecilik” gibi zaman yitirici usulleri lüzumsuz addeden toplu cezalandırma biçimlerinden biridir. Bu biliniyor. Bunun yanı sıra tehlikeli olarak kodlananların bulundukları coğrafyadan seyreltilip asimile etmenin yollarından biridir sürgün. Tabii buna bir de, bu usulün itaatsiz unsurlara gözdağı vermek gibi mükemmel bir sonucu olduğunu ilave etmek gerekiyor.

***

1922 yılının Aralık ayında, günümüzde Manyas’a bağlı Boğazlayan mahallesi olarak bilinen Mürüvvetler köyü, Çerkesçe adıyla Çizemuğ Hable, sürgüne tabi tutulan ilk Çerkes köyüdür. Yirmi beş kişilik çetesiyle Manyas’ı basan Çerkes Takığ Şevket’in Mürüvvetli köyünden olması, üstüne üstlük Şevket’in Ethem Bey’in eski birlik komutanlarından biri ve yakın dostu olduğu ihbarının alınması zaten Ethem Bey’e karşı karşı pek hassas olan Ankara’yı, bu hassasiyet Ethem’in ölümüne kadar sürgit devam edecektir, harekete geçirir. Mehmet Fetgeri meclise arz ettiği “sunu”sunda Takığ Şevket’in çetesinde sadece altı Çerkesin yer aldığını belirterek bundan ötürü bütün bir köyün cezalandırılmasının haksızlık olduğunu ileri sürerek “vicdan arayışına” girişir.

Mürüvvetler köyünün göçertilmesinden sonra 1923’ün Mayıs ayına kadar beklenir. Ne ses, ne soluk... Ankara, sessizliği “zora rıza” anlamında değerlendirmiş olmalı ki bu defa yapılacak işlemin yasal çerçevesini çizmek için, “kılıf” diyoruz, bir “Sürgün Kararnamesi” çıkarırken yanı sıra sürgün edilecek kırk üç köyü tek tek belirler. İlk elde on üç köy seçilir. Bu, Aralık 1922 Mürüvvetler sürgünüyle birlikte on dört anlamına gelmektedir.

Kararnamenin ilanının ardından yayımlanan genelgede önümüze bir de “gizli cemiyet” düşer.

***

1922 yılının Aralık ayında Marmara bölgesinde faaliyette bulunan “Kel Aziz Çetesi”yle jandarmalar arasında çıkan çatışmada öldürülen bir eşkıyanın azık torbasında bulunan “Anadolu İhtilal Komitesi” imzalı bir bildiri, bizi bu gizli cemiyetin varlığından haberdar eder. Bu bildiri o günlerde Yunan adalarında Ankara’ya karşı faaliyette bulunan Kuşçubaşı Eşref’e bağlanır. Kurulan bağlantı doğal olarak Ankara’yı Almanya’da tedavi için hastanede yatmakta olan Çerkes Ethem Bey’e kadar götürür. Çerkes Ankara’nın kâbusudur!

***

Genelge cami kapılarına asılarak duyuruluyor. Köylüler, Mehmet Fetgeri gün belirterek tarihlemiş, 2 Mayıs 1923 Çarşamba günü sabah namazı için gittikleri camilerde kapılara asılmış genelgeyi okuyorlar:

1. Anadolu İhtilal Cemiyeti’nin gönderdiği soygunculardan her hangi birinin bir köyde barındığı, beslendiği haber alındığında o köy Anadolu içlerine dağıtılacaktır.

2. Sözü geçen kişilerin köyde gizlendikleri birliklerce öğrenilip çatışmaya girildiğinde köyün yanmasına neden olunduğunda birlikler kesinlikle sorumlu olmayacak bu sorumluluk köylerin olacaktır.

3. Bu gibi kişilerin saklandıkları yerleri bildirilenler ya da yakalanmalarına kolaylaştıranlara 200 lira ödül verilecektir.

Genelgenin özü birinci maddedir. Uygulanmaya konulması için fazla beklenmez. İlkin eşkıya saklamaya meyilli ya da “ihtimal dahili” olan evler aranır. Ancak tek tek eşkıya aramak hem meşakkatli hem de Çerkes dediğin ya Ethemci ya da Anzavurcudur, eşkıyalık ise baba mesleğidir… Kolay olur. Ankara , suçlu/suçsuz ayrımı yapmak gibi zaman yitirici tuhaflığı boşlayıp işi “toptan”a bağlar. 7 Mayıs’ta köylülere “hazırlanın” emrini verir. Böylelikle Aralık ayında sürgüne tabi tutulan Mürüvvetler köyüne kırk üç köy daha ilave edilmiş olur.

***

İlk elden 28 Mayıs’tan 21 Haziran’a kadar Gönen’e bağlı beş, Manyas’a bağlı sekiz köy ahalisi,yediden yetmişe Yunanistan’da kurulan ve Ege adalarında faaliyette bulunan “Anadolu İhtilal Cemiyeti” adını taşıyan terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgütle “iltisaklı” görülerek cezalandırma yoluna gidiliyor. Hakkında bildiklerimiz pek sınırlı, Tarık Zafer Tunaya’nın Türkiye’de Siyasal Partiler çalışmasında sadece üç-beş cümle ve kuşkuyla bahsettiği, varlığı bile hayli tartışmalı olan bu meçhul örgüt, Ethem Bey’le “iltisaklı” görülür. Sürgün nedenlerinden biridir.

***

On dört köy, çoluk çocuk yetişkin 775 haneden 3775 kişi, bu sayıları Mehmet Fetgeri veriyor, öküz arabalarına yükleyebildikleri eşyalarıyla Anadolu’nun dört bir yanına dağıtılmak üzere jandarma kuşatması altında Bandırma’nın “kırında” toplanıyorlar. Fetgeri, Bandırma için “ölümün ağzı” diyor. Bir de hikâyesi var. Hikâyenin kahramanı Birinci Dünya Savaşı’nda şehit düşmüş bir Çerkes teğmenin dul kalmış Türk karısına dair. Fetgeri şöyle yazıyor:

“…Eşi Rumelili bir Türk kadını, öksüz yavrusu ile uzunca bir süre önce kocasının ailesine sığınmış birlikte yaşamı şenlendiriyorlardı. Ne zaman ki göçürme başlamış şehit ailesi de sel önüne düşmüş bir kum tanesi gibi sürükleniyor… Kadıncağız başvuruyor, haykırıyor, çığlık atıyor. ‘Yahu ben Türk’üm’ diyor. Ve bunu nüfus cüzdanı ile kanıtlıyor…” Kanıtlayınca da muafiyeti hak ediyor ama, soy babadan yürüyor. 13 yaşındaki kızı sürgün listesine dahil ediliyor.

Sevkiyat “Bandırma’nın Kırı”ndan başlıyor. Hayvan vagonlarına balık istifi bindirilen köylüler ancak trenden indiklerinde öğrenebiliyorlar nereye iskân edildiklerini: Malatya, Kayseri, Sivas, Ulukışla, Niğde, Van...

***

Öte yandan tebligatı alan diğer otuz köy alelacele bağını, bahçesini, tarlasını, hayvanlarını yok pahasına satmış, yorganını yatağını dürmüş sürgün vaktini beklerken Lozan Antlaşması’ndaki “umumi af” protokolü imdatlarına yetişir. sürgün cezası affa uğramıştır. Ne ki bütün varlıklarını ele güne kaptıran köylüler Fetgeri’nin demesiyle; “5800 nüfus, kendilerinden önce göçürülenlerle aynı yoksulluğa düşmüş, dilenciliğe mahkum olmuştur.”

***

“Umumi af” ilk sürgünleri de kapsamaktadır. Dönüş başlar. Uzun uğraşlar sonunda köylerine erişebilenler, bu defa “suyun öte yakasından” gelip, bıraktıkları evlere yerleştirilmiş olanlarla, kendi benzerleri başka göçmenlerle karşı karşıya gelirler. Bundan sonrası iki halkın uzun yıllar sürecek mal mülk çekişmelerinin hikayesidir.

Kaynaklar:

-Mehmet Fetgeri Şöenü, Tüm Eserleri, çeviren; Doğan Erdiç-Metin Bozkurt, Kafdav Yayınları, Ankara, 2007
-Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986