Laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitim sistemine işlerlik kazandırmadan, halk egemenliği ve yurttaşlık gibi kişiyi ve toplumu özgürleştirici değerlerin benimsenip yaygınlaşması kolay olmayacaktır.
Osmanlı subayı olarak yedi düvelde savaşan Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı sonunda ülke işgal edilince, askerlikten ayrılıp halk egemenliğini sağlamak üzere TBMM’yi açarak emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını başlatmıştır. Halk egemenliğinin bir gereği olarak;
- İşgalcileri kovalayıp ülkenin bağımsızlığını sağlamıştır (pek çok geri kalmış ülkeye bağımsızlık kazanmaları konusunda örnek olmuştur).
- Saltanata-iktidarın babadan oğula geçmesine- son vermiştir.
- 29 Ekim 1923’te, halkın kendi iradesi ile ülkeyi yönetecek kişileri seçeceği Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
- Ülkede yaşayanların kendi iradesine sahip çıkabilmesi ve tebaa ya da ümmetin bir parçası olmaması için, kısaca "fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür" yurttaş olması için, öğretim birliğini sağlayıp laik ve bilimsel eğitim sistemini getirmiştir.
- Karma eğitimi ve devlet okullarında parasız eğitimi başlatmıştır.
- Fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür öğrenci yetiştirecek öğretmen okullarını açmıştır.
- Darülfünunu üniversiteye dönüştürmüştür.
- Değişik inançta olan insanların yaşadığı ülkede, bir inancın diğerleri üzerinde baskı kurmaması ve bir inancın devlet yönetiminde belirleyici olmaması için Hilafete son vermiştir.
- Diğer ülkelerle barış içinde yaşamayı yeğleyip "yurtta barış dünyada barış" anlayışının öncüsü olmuştur.
- Ülke insanının iradesine ipotek konmaması, inanç ve emek üzerinden sömürülmemesi için tarikatları kapatıp yasaklamıştır.
- Ülkede yaşayanlar arasında eşitliği ve adaleti sağlamak amacıyla, mecelle yerine medeni kanunu ve uygar ülkelerin hukuk sistemini uygulamaya koymuştur.
- Laiklik ilkesini Anayasal güvence altına almıştır.
- Yurttaşların birbiriyle rahatlıkla iletişim kurup duygu ve ülkü birliğinin oluşturulmasını kolaylaştırması için, harf devrimiyle ülkede en yaygın olarak kullanılan Türkçenin, Arapça ve Farsçanın sultasından kurtarılıp kolayca okunup yazılmasını sağlamıştır.
- Kadınların seçme ve seçilme hakkını tanımıştır.
- 15 yılda Avrupa’nın "hasta adamı" olan Osmanlı ülkesini, dünyanın en saygın ülkelerinden biri haline dönüştürmüştür.
Bu dönüşümlerin ne anlama geldiğinin ayrımında olan halkın büyük çoğunluğu, Atatürk öldüğünde yas tutmuştur. Peki! 29 Ekim 1923’ün 101’inci yılında halk egemenliği açısından ülke ne durumdadır?
- “Keşke Yunan işgalinde kalsaydık” diyenler var!
- Egemenliğin halkta olmasını istemeyenler var!
- Atatürk’e hakaret edilmesine sevinenler var!
- Cumhuriyetin yıkılmasını, hilafetin ilanını, ümmet olmayı, padişahlığı, Osmanlıcayı yeğleyenler var
- Çocuğu ve kadını neredeyse ikinci sınıf insan olarak görenler var!
- Toplumsal cinsiyet anlayışının güvencesi olan ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına, gericiler kadar sevinen kadınlar var!
- Bazı gerici erkekler gibi, çok eşliliği savunan kadınlar da var!
- Şeyhini, şıhını, tarikat liderini her koşulda memnun etmek için ne yapacağını şaşıranlar var!
- Tarikatlar ve tarikatlaşma ile tarikat üyelerinin çeşitli yollardan sömürülmesi almış başını gidiyor! Tarikatların zenginleşmesinin nedenini kimse sorgulamıyor!
- ABD’ye defol diyenlere, laikliği ve/ya da insan haklarını savunanlara, gericiler, faşistler ve de kolluk kuvvetleri saldırıyor!
- Atatürk’ün kurduğu CHP ise, neyi, ne zaman ve nasıl savunacağını bir türlü beceremiyor! Çoğu kez tutum ve davranışıyla, Köy Enstitülerinin temel niteliğini bozması ve Diyanet Akademisine onay vermesi gibi, “Ne halk egemenliği, egemenlik Allah’ındır, Allah’ın” diyenlere yardımcı oluyor.
- “Atatürk’e söz söyletmeyiz” diyen MHP, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarıyla birlikte hareket edebiliyor!
- Bu arada toplumun yarısı, 16 Nisan 2017 tarihli halkoylamasında, halk egemenliği yerine tek adamın egemenliğine oy vermiş bulunuyor!
Yukarıda özetlenen gelişmeler, ne yazık ki toplumda halk egemenliğinin, yurttaş olmanın ve özetle Cumhuriyet rejiminin toplumumuza getirdiği açılımların ayrımında olmayanların az olmadığını gösteriyor. Bu kesimlerin varlığını, Kurtuluş Savaşının kazanılması nedeniyle ve/ ya da Cumhuriyetin kurulmasıyla ayrıcalıklarını kaybedenlere bağlamak yeterince açıklayıcı olmuyor.
Sorunun kaynağının, öncelikle halk egemenliği, laiklik, bilimsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi değerleri topluma yeterince kazandıramayan eğitim sistemi olduğu görülüyor. Cumhuriyet Gazetesi’nde 14 Mayıs 1996 yazdığım bir makalede, “Sistem, çevresinde ateş çemberi yaratarak kendisini akrebe dönüştürmekte; giderek ateş çemberini daraltmaktadır” demişim. "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" ve "Öğretmenlik Meslek Kanunu", "fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür" değil "dininin ve kininin davacısı olacak" gençler yetiştirilmesi için getirilmiştir. Ne yazık ki egemenliğin halkta olduğu bilincinde yurttaş yetiştirmek üzere yapılandırılmış olan eğitim sistemi, bu iki uygulamayı devreye sokarak ateş çemberini iyice daraltıp kendi kendini yok etmiştir.
Bundan böyle laik, bilimsel, kamusal ve parasız eğitim sistemine işlerlik kazandırmadan, halk egemenliği ve yurttaşlık gibi kişiyi ve toplumu özgürleştirici değerlerin benimsenip yaygınlaşması kolay olmayacaktır.