12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz olaylarını izleyen yıllarda yaşananlar göz önüne alınınca, 27 Mayıs’ın, bazı yanlışlıklarına karşın, bir devrim niteliğinde olduğu daha da belirginleşiyor.  

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz!

Silah zoruyla hükümetin devrilmesine darbe deniyor. Bu nedenle 38 subayın 27 Mayıs 1960 tarihinde seçimle gelmiş Demokrat Parti (DP) iktidarını devirmesi bir darbe oluyor. DP’nin kapatılıp üç DP’linin idam edilmesi ve 147 akademisyenin yargılanmadan meslekten çıkarılması gibi olumsuz gelişmeler 27 Mayıs harekatının darbe niteliğini artırıyor.  

Güç kullanarak hükümetin ya da kurumların daha iyi bir sisteme dönüştürülmesine ise devrim deniyor. Bu açıdan 27 Mayıs harekatı, toplumsal yaşamda oluşturduğu daha aydınlanmacı, laik, bilimsel, demokratik ve hukuksal düzen nedeniyle de bir devrim harekatına dönüşüyor. Devlet Planlama Teşkilatı ile TÜBİTAK’ın açılması, halkoylamasıyla kabul edilen 27 Mayıs Anayasası ile demokratik hakların geliştirilmesi ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) oluşturulması, 27 Mayıs harekatını bir devrime dönüştüren gelişmelerin/ dönüşümlerin başında geliyor. AYM’nin, 12 Eylül 2010’da Anayasa değişikliği gerçekleşip iktidarın yargıda kadrolaşmasına kadar, anayasal düzenin korunması ve toplum yararı açısından çok önemli kararlar aldığı biliniyor. Örneğin 1960 sonlarında açılmaya başlayan özel yüksekokulları AYM kapatıyor. 1973 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu’nda yer alan Yükseköğretim Kurulu’nun kurulmasıyla ilgili madde gibi, Anayasa’ya aykırı pek çok yasa ve yasa maddesini iptal etmiş bulunuyor.   

Ancak piyasacı ve gerici kesimler ile ABD’nin taşeronluğunu kabullenen anlayış sahipleri, 27 Mayıs harekatının toplumsal yaşama getirdiği açılımların neredeyse tümüne karşı çıkmıştır. 1965’te başbakan olan Süleyman Demirel, sık sık 27 Mayıs Anayasası’ndan yakınıp gerici oluşumları desteklemeye başlamıştır. Genelkurmay başkanı (16 Mart 1969-29 Ağustos 1972) Memduh Tağmaç, 15-16 Haziran 1970’teki büyük işçi direnişinden sonra “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi geçti” demiştir. Genelkurmay başkanlığından cumhurbaşkanlığına (28 Mart 1966- 28 Mart 1973) getirilmiş olan Cevdet Sunay, bağımsızlık yanlısı ve ABD karşıtı gençlere duyduğu tepkiyi, “Memleketin geleceği bunlara [ABD karşıtı 68 üniversite gençliğine] teslim edilemez. On yıl sonra bunlar işbaşına geçecekler, Ülkeyi perişan ederler... bunlara güvenemeyiz. Onun için laik okullara karşı imam hatip okullarını alternatif olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine bu okul mezunlarını yerleştireceğiz1” sözleriyle dile getirmiştir. 

Bu yakınmalardan kısa süre sonra, silahlı kuvvetler, 12 Mart 1971 tarihinde S. Demirel iktidarına karşı, Cumhurbaşkanı ile TBMM ve Cumhuriyet Senatosu başkanlarına muhtıra vermiştir. Hükümet ile meclisin anarşi ve kardeş kavgası ile sosyal ve ekonomik huzursuzluklara neden olduğunu ve durum düzeltilmezse müdahale edileceğini belirten muhtıra sonrasında, S. Demirel istifa etmiştir. Ancak bu muhtıra sonrasında kurulan hükümetler zamanında, anarşi ve kardeş kavgası ile sosyal ve ekonomik huzursuzluklar düzeleceğine çok daha kötüye gitmiştir. Bazı profesörler ve aydınlar tutuklanıp işkence görmüştür. Pek çok genç, (Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idam edilmesi gibi) hukuk dışı yollarla yok edilmiştir. Bazı kentlerde ilerici kesimlere yönelik katliamlar olmuştur. C. Sunay, ülkücülerin korunup yasa dışı eylemlerinden yakınanlara, “Onlar komünizme karşı mücadele eden çocuklar2” yanıtını vermiştir. 27 Mayıs devriminde gerçekleşen açılımlarda, S. Demirel’in istediği doğrultuda geriye dönüşler yaşanmıştır. Anayasa’nın bazı maddeleri değiştirilerek demokratik haklarla TRT ve üniversite gibi kurumların özerkliği kısıtlanmıştır.

Dolayısıyla 12 Mart 1971 günü yapılan darbe, aynı zamanda 27 Mayıs devrimine karşı nitelikte bir darbeye dönüşmüştür. 

Silahlı kuvvetler, 12 Eylül 1980 tarihinde de, 12 Mart Muhtırasına benzer bir gerekçeyle bu kez doğrudan devlet yönetimine el koyarak darbe yapmıştır. Bu darbe sonrasında; 

  • Yüzbinlerce insan tutuklanmış, binlerce insan işkenceden geçirilmiş, pek çok insan işkenceden ölmüş ya da sakat kalmıştır. Meclis, partiler ve ilerici kuruluşlar kapatılmıştır. 95’i akademisyen 5.000 kadar devlet memuru, tüm kazanılmış hakları ellerinden alınarak meslekten çıkarılmıştır. 
  • S. Demirel-Turgut Özal’ın hazırladığı piyasacı-doğa ve emekçi düşmanı- 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının işleyebilmesi için demokrasiye, laikliğe ve bilimselliğe boş verip piyasalaşmaya-emperyalist sömürüye karşı çıkmayacak gençlerin yetiştirilmesi için Türk-İslam sentezi anlayışına önem verilmiştir. 
  • 27 Mayıs Anayasası yerine yukardaki amacı kolaylaştıracak piyasacı ve gerici bir anayasa hazırlanmıştır.

12 Eylül darbesiyle, 12 Mart’ın yapamadığı geri dönüşümler gerçekleştirilip 27 Mayıs 1960 devrimi ile yaygınlaşan laiklik, bağımsızlık, yurtseverlik ve ABD karşıtlığı gibi değerlere büyük darbe vurulmuştur. Dolayısıyla 12 Eylül Darbesi de, aynı zamanda 27 Mayıs devrimine karşı nitelikte bir darbe olmuştur. 

Bir kısım subay, jandarma ve polis gibi silahlı güçlerle hakim ve savcı gibi sivil güçler-Fetöcü yapılanma-15 Temmuz 2016 tarihinde bir darbe girişiminde bulunmuştur. Bu darbe girişimi, herhalde dünyada eşi benzeri olmayan bir girişim olmuştur: Darbe girişimi, nasıl oluyorsa hiçbir hükümet yetkilisini tutuklamadan, TRT’den okunan bildiriyle ve mesai bitiminde en işlek yolları tanklarla kapatıp halkı galeyana getirerek başlamıştır. 27 Mayıs devriminin yeşerttiği aydınlanmacı değerlerini yitirmemiş subaylar sayesinde de darbe girişimi önlenmiştir. Ancak Fetöcülerin bu girişimi yarım kalmışsa da, AKP, bu girişimi kullanarak ilan ettiği OHAL ile bir sivil darbe yapmıştır: Askeri okullar kapatılmış, 5 bin kadar akademisyen ve 100 binin üstünde çoğu öğretmen, subay, hakim, polis, … meslekten atılmıştır. Barış bildirisini imzaladıkları için üniversiteden atılan akademisyenler, AYM tarafından suçsuz bulundukları halde, görevlerine iade edilmemiştir. Toplumsal yaşam, 27 Mayıs devrimi ile oluşan düzenin tam da tersi olan bir düzenin içine sıkıştırılmıştır. Toplumsal yaşamın en önemli bileşenleri olan hukuk, eğitim, sağlık, ekonomi ve ulaşım gibi kamusal hizmet sistemleri ile TRT ve YÖK gibi devlet kurumları, yurttaş ve toplum için değil AKP için hizmet vermeye başlamıştır. 

Dolayısıyla 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz olaylarını izleyen yıllarda yaşananlar göz önüne alınınca, 27 Mayıs’ın, bazı yanlışlıklarına karşın, bir devrim niteliğinde olduğu daha da belirginleşiyor.  

[email protected]