Solu silindi, sağ yanın üzerine yıkılıyor düzen. Bizim ise vazgeçmeyeceğimiz solcu işlerimiz var. Yani 18. yüzyıldan feyz almaya mecburuz!

18. yüzyıla dönüş

“Millet” modern zamanlarda “ulus” yerine ikame edilmeden önce “din” anlamına geliyordu. Osmanlı, Tanzimat döneminde reform yapıp azınlıkların kendi kendilerini yönetmesi düzenlemesi yapınca buna “millet sistemi” adını verdi. Burada “millet”ten kasıt farklı dini gruplardı. Bu hesapla Sünni çoğunluk da ayrı bir millet sayılıyordu. Kaldı ki başlangıçta ulusu dinden ayrı düşünmek mümkün değildi. Dinden dile geçiş ve böylelikle “millet”in laikleşmesi yakın zamanların işidir. Hâlâ Türk ile Müslümanı birbirine karıştırıyor oluşumuzda kavramların kökenindeki bu iç içelik var. 

Haliyle İslamcı siyasal hareketlerin de “millet” kavramı ile gelgitli bir ilişkisi var. Türkiye’deki en etkili İslamcı partinin kurucusu Necmettin Erbakan partisine “Milli Selamet Partisi” adını uygun görmüştü. Söylemlerine bakılacak olursa bu seçimde kelimenin laik anlamı etkili olmuştu. “Milli sanayi hamlesi” yapacaktı. Ama partinin amacından kuşkulananlar bu seçimle, dini amaçlı parti kurma yasağının delindiğini düşünüyorlardı. Aslı “Dini Kurtuluş” (Milli Selamet) Partisiydi. 
Milli Selamet Partisi silindi gitti. Eteklerinden gelenlerin bir kanadı iktidar, diğer kanadı küçük bir İslamcı parti olarak yaşamaya devam ediyor. Tabii büyük parçadan ayrılıp partileşenleri de bu toplama dahil etmeli. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu partileri de Erbakan’ın “milli” partisinin paltosundan çıktı. Hep birlikte “milli”dirler.

Şimdi bir kısmı, CHP’nin başını çektiği “millet ittifakı” içinde. Yalnız buradaki “millet”in de laik mi yoksa dinsel mi olduğunu bilemiyoruz. Söylemlerine bakıyoruz. Daha çok dinsel bir ittifak görünümündedir. Artık düzenin siyasal yelpazesinde laik-milliyetçi bir parti kalmamıştır. Hepsi birlikte öteki anlamda millidir. 

***

Bu toplama işlemine CHP itirazı geleceğini biliyorum. Ama Laik Cumhuriyetin kurucu partisi evrimini çoktan tamamladı. Bir burjuva hareketi olarak düzenin ihtiyaçları uyarınca tipik bir sağ partiye dönüştü. 

Bunu sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun sürekli sağa çeken, Fikri Sağlar’ın türban açıklaması üzerine yaptığına benzer düpedüz dinci açıklamaları nedeniyle söylemiyoruz. “Felsefesi” de öyledir. CHP artık her anlamda sağcı-dinci bir partidir. 

Turgay Develi dostumuz soL’daki “Atatürk'ün CHP'si mi Kemal Derviş'in CHP'si mi?” başlıklı yazısında etraflıca anlattı. Dediği şu; Ülkede bugün Kemal Derviş felsefesi ve ekonomi politikası yürürlüktedir. Derviş, iktidarın sürdürdüğü ekonomi politikalarının yaratıcısı olmasının yanında, CHP'nin de ekonomiye ilişkin politika perspektifinin sınırlarını çizmektedir. İncelenirse görülecektir ki, CHP yönetiminin ekonomi politikalarında Derviş'in çizgisinden milim sapma yoktur. Özetle, “Derviş felsefesi” iktidarın ve muhalefetin birleştirici paydasıdır. 

Böylelikle “milliliğe” eşlik eden ikinci özelliğe ulaşıyoruz. Bir siyasi parti dinci ise aynı zamanda piyasacıdır. Dinci ve piyasacı ise mutlaka sağcıdır. CHP her anlamda bu özellikleri içinde barındırmaktadır. Birlikte topluyoruz. Böylelikle düzen siyasetinde bir toplama erişmiş oluyoruz. 

***

Sağ ve sol kavramlarını 18. yüzyılın son çeyreğindeki Büyük Fransız Devrimine borçluyuz. Monarşinin alaşağı edilmesiyle oluşturulan parlamentoda parlamento başkanının sağında oturanlar monarşist, muhafazakâr, aristokrat eski rejim yanlılarından oluşuyordu. Karşıdevrimciler güruhudur. Monarşiye karşı olan devrimciler ise başkanın solunda toplanmışlardı. Soldakiler, eşitlik, özgürlük, kardeşlik istiyorlardı. Bunun için eski sınıfların ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak ve eşit yurttaşlar toplumu kurmak gerekliydi. Sağcılar ise, toplumsal hiyerarşiyi sahipleniyorlar, toplumsal eşitsizliği destekliyorlardı. Onlara göre eşitsizlik bir toplumsal yasaydı. Kökeninde, ulusal, ırksal, dinsel veya kültürel nedenler vardı. Hiçbiri nedeniyle olmazsa piyasa ekonomisinin kuralları gereği eşitsizlik ortaya çıkıyordu. Eşitsizlik doğaldı, yaratıcıydı. Ayrımın esasıdır.   

Ancak henüz bu gerici gerzekliklerin doğal karşılanacağı bir ortam oluşmamıştı. Haliyle Paris yoksulları bu tür lakırdıları edenleri giyotine yollamakta pek istekliydi. Eşitliği ve özgürlüğü bu sinsi sülüklerden korumak gerekiyordu. Jakoben Saint-Just, "hürriyetin diktatörlüğünü istiyoruz" diye haykırıyordu sağ kanatta oturanların gözünün içine bakarak. Haklıydı. Sultanın istibdadını yıkmak için hürriyetin istibdadını kurmak gerekir. Zalimin zulmünden kurtulmak için mazlumu diktatör yapmak gerekir. 

Şaşırtıcıdır ama gerekçesi çok sağlamdır. Kral yurttaş olursa, yurttaş da kral olur. Ve kralı yurttaş yapmak için yurttaşı kral ilan etmek gerekir. Buna kısaca “devrim” diyoruz. 

Devrimi çoktan tarihe karıştı ama yarattığı sağ ve sol kavramları ayakta. Tarihle birlikte ilerleyerek kendisini yeniden üretmeyi sürdürüyor. Sol, o ilk devrimden bu yana değişmeyen siyasi ve sosyal yönelimlerin, kavramların ve sloganların taşıyıcısı. Haliyle sağın monarşi yandaşlığına karşı sol cumhuriyetçi; sağın dinciliğine karşı sol laik. 18. yüzyılın dehası ve mirasıdır. Bu anlamda hâlâ başladığımız yerdeyiz…

***

Gerekçelerini açmaya devam ediyoruz. Fransız Devrimi öngünlerinde Kilise “Ancien Régime”in en güçlü destekçisiydi. Saray ve aristokrasi ile birlikte bir üst sınıf oluşturuyorlardı. Geniş toprakları ellerinde tutuyorlar ve yoksul köylüler karşısında toprak sahibi olarak bulunuyorlardı. Bu nedenle parlamentonun sağında oturanlar kurumsal dinin bu güç ve otoritesinin de korunmasını istiyorlardı. Demek ki dincilik de sağcılığın fıtratındandır. 

İdeolojik arka planını hatırlayalım; Kant tanrıyı tahtından indirmişti. Robespierre bu fikre dayanarak kralı tahtından indirdi. Cumhuriyet hareketi 18. yüzyılda ayrımsız bir taht devirme işi olarak başladı. 14. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette’in bıraktığı boşlukta yeşerdi cumhuriyet. Kral varsa, kraliçe varsa, sultan varsa, kurumsal din varsa cumhuriyet yoktur. 

Fransız Devrimi mutlak monarşiyi alaşağı etti, Katolik Kilisesinin etki alanını daralttı, aristokrasinin ayrıcalıklarını ortadan kaldırdı. Ekim Devrimi, monarşiyi yıktı ve Ortodoks Kilisesini etkisini kırdı. Türk Devrimi monarşiyi ve hilafeti hükümsüz ilan etti. Cumhuriyeti kurarak, sarayın, sultanın, şeyhülislamın alanından çıkarak respublic olduk. İlki 18. yüzyılın sonunda, ikincisi ve üçüncüsü 20. yüzyılın başındadır. Tarihteki solcu işlerimizdir.

*** 

“Millet ittifakı” kurucusu Kemal Kılıçdaroğlu’na sordular “solcu musunuz” diye; “sağ sol kavramları 18. yüzyıla ait. 18. yüzyılın kavramlarıyla 21. yüzyılın sorunları çözülmez” diye cevapladı. Cumhuriyeti ve halkı silik sağcılıktır. 

Devrim, cemaatlerden yeni bir halk yaratma işi ise, karşı devrim de halkı yeniden cemaate dönüştürme işidir. Halka sırtını dönme fiilini Fransız Devriminden bu yana sağcılık diye adlandırıyoruz. Bu durumda piyasacı, cemaatçi, laiklik ve cumhuriyet karşıtı bir organizmanın solcu sayılması imkansızdır. 

Bir siyasi parti piyasacı ise aynı zamanda dincidir. Dinci ve piyasacı ise kesinlikle sağcıdır. Kemal Derviş’in izinden gidiyorsanız Mustafa Kemal’in izini silersiniz, sağa savrulursunuz, gerçek yerinizi bulursunuz. 

Yani tam tersine, 21. yüzyılın sorunlarını çözmek istiyorsanız, işe 18. yüzyılın kavramlarıyla başlayacaksınız…

Solu silindi, sağ yanın üzerine yıkılıyor düzen. Bizim ise vazgeçmeyeceğimiz solcu işlerimiz var. Yani 18. yüzyıldan feyz almaya mecburuz!