Türkiye’nin ve Kürt halkının sokulmak istediği yol aslında bir tüneldir. O tünel boyunca yerleştirilmiş ışıklı tabelalarda renkli ve iştah açan havuç resimleri bulunabilir.

101. yıl tüneli

Alıştığımız bir görüntüdür. Bir ülkenin tarihindeki önemli yıldönümleri bir yere isim olur. Okulların, geçitlerin, köprülerin, viyadüklerin ve tünellerin girişlerinde okuruz.  50. Yıl İlkokulu, 75. Yıl Lisesi, 100. Yıl Mahallesi veya köprüsü. Şimdi gözümüzün önünde bir tünel şantiyesi var: 101. Yıl Tüneli.

İsrail geçen cuma gecesi İran’a bir hava saldırısı düzenledi. İran’ın Ekim ayı başında İsrail’e yaptığı saldırının uzun süredir beklenen “misillemesi” böylece gerçekleşmiş oldu. Petrol kuyularını mı vuracak, rafinerileri mi hedefleyecek, limanları mı kullanılmaz hale getirecek, yoksa ülkenin elektrik dağıtım şebekesini felce uğratarak rejim ile halk arasındaki gerilimi mi besleyecek sorularının yanıtı “hiçbiri” olarak verildi.

Saldırının yol açtığı zarara dair rivayet muhtelif. Doğal olarak İran zararı az göstermek, İsrail ve Batılı müttefikleri ise abartmak eğilimindeler. Bir örnek üzerinden gidecek olursak, benim sağcı Le Figaro gazetesinde çalışmasına karşın  yıllardır belirli bir nesnellik kaygısı güttüğü inancıyla takip ettiğim, Fransızların deneyim ve ustalık göstergesi olarak “grand reporter” tabir ettiği gazetecilerden G. Malbrunot dahi İsrail’in yaydığı sınırlı ama çok etkili saldırı öyküsünü teyit edecek bilgiler aktardı. Buna göre, İran hava sahasının dışından İsrail savaş uçakları tarafından fırlatılan füzeler İran’ın balistik füze üretim kapasitesiyle doğrudan bağlantılı bir üretim tesisi ve (yıllardır âtıl duran) bir nükleer silah geliştirme tesisini vurmuşlar. Aslında Fransız gazetecinin verdiği bilgiler Reuters haber ajansından. Bu da garip zira, Malbrunot’yu meşhur eden özelliklerden biri bölgedeki tüm taraflara erişiminin olması ve haber/yorumlarını bu taraflardan doğrudan aldığı bilgilere dayandırmasıdır. Bir başka deyişle ajans papağanlığıyla yetinmemesidir. Ajanslar ille de yanlış haberler geçerler diye bir kural yok elbette ama Reuters’in emperyalist sermaye hizmetinde olduğunu ve İsrail sözkonusu olunca ne tarafta durduğunu biliyoruz. Bu haberde de İsrail iddialarının doğrulanması iki Amerikalı “uzmanın” ticari uydulardan temin ettiklerini görüntülere dayandırılıyor. Malbrunot’nun başvurduğu diğer kaynak ise “Axios”. Siyonizm bir yaratık olsa ağzı olarak görev yapabilecek bir yayın organı. Buradan ne sonuç çıkar? Batı’da tek tük kalan meslek etiği sahibi olduğunu sandığım gazeteciler de bu ucuzluklara yöneliyorlarsa Ortadoğu’daki mücadelenin bir kültür mücadelesi olarak gösterilmesine yönelik emperyalist planın büyük ölçüde başarılı olduğu sonucuna varmakta zorlanmayız.

Son saldırıya dönersek, verilen zararın boyutu net bilinmese de dünyaya 1000 yıldır kullanıla kullanıla paçavraya dönmüş dinsel gözlüklerle bakanları, İsrail’i “rahatlatmanın” kapısında yemlendikleri sermayenin çıkarına olduğunu bilenleri ve komşunun evi yansa da payımıza üç beş tencere düşse diye düşünenleri mutlu edecek bir ölçeğe ulaşmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun bir diğer anlamı ise hiç kuşkusuz savaşın devam edeceği. İran ne karşılık verecek, İsrail ne zaman yeni bir hamle yapacak soruları ortada duruyor.

İran-İsrail savaşı 20. Yüzyıl’daki savaş kriterlerini karşılamıyor. Ortada resmi bir savaş ilanı yok, karşı karşıya gelen kara, hava ve deniz kuvvetleri yok. Darbeler ya uzaktan ya dolaylı vuruluyor. Dolayısıyla kesin yenilgi ya da kesin zaferden en azından kısa vadede söz etmek mümkün değil.

Dünya dengelerine bakarak İsrail’in bileğini kimse bükemez zira arkasında ABD var deyip işin içinden çıkmak ise alabildiğine kestirmeci bir yaklaşım. İçinde yaşadığımız gezegendeki güçler denklemi o noktayı çoktan geçti. Basitçe ifade edersek İran’ı ezip geçmek veya en azından rejimi değiştirecek kadar ağır bir darbe indirmek için öncelikle Rusya’yı ikna etmek gerekiyor.

Moskova’da oturdukları koltuklardan “hür” dünyaya bakanlar, Kuzey kutup dairesinden Artvin’e kadar uzanan kesintisiz bir “düşmanlık” yayı görüyorlar. Bu yayın Asya içlerine kadar uzanmasının önündeki tek engel ise İran. Bu bağlamda İran’ın düşmesi salt İsrail’i mutlu edecek değil, aynı zamanda Rusya’yı da fena halde sıkboğaz edecek bir gelişme olarak görülüyor.

Ortadoğu’daki mücadelede zaman zaman gündeme gelen “Rusya, Suriye’yi kaderine terk eder mi?” sorusuyla da yakından ilgili bir konu bu. Olağan koşullarda Rusya’nın Ortadoğu denklemine dahil olmasını, Doğu Akdeniz’de varlık göstermesini sağlayan çok önemli bir dayanak noktası Suriye. Bununla birlikte iş bir gün gelip Suriye mi, İran mı sorunsalına dayanırsa “her ikisi de” yanıtını verebilecek durumda olamayacak bir Rusya’nın doğrudan kendi sıcak karnını yani Kafkasya’yı koruyan İran’ı tercih edeceği açık. İsrail ve ABD’nin İran’a topyekûn bir saldırıdan kaçınmasını da bu gerçeklik üzerinden okumak akılcı gözüyor. Elbette bu dehşet ikilisi İran üzerindeki planlarından vazgeçmeyecekler ama mevcut dengeler, bunu kısa vadede ve salt askeri güç kullanarak gerçekleştirmelerine engel.

Zira bu yöntemlerin Moskova’dan benzer içerikli bir karşılık görmesi beklenebilir. Öyleyse, sabra ve daha uzun erimli bir plana, bir de hepsinden önemlisi Rusya’nın bile müdahale olanaklarını daraltacak daha geniş bir koalisyona ihtiyaç var. 

O geniş koalisyonda yer verilmesi gereken iki önemli güç odağı görünüyor. 21, yüzyılın dünyasında güç odaklarını tespit ederken salt devletlere bakamıyoruz. Denkleme dahil edilmesi geren bir Kürt gerçeği ortada. Hangi örgüt, kuruluş ve/veya partilerle temsil edilirse edilsin, bu unsurun kilit ağırlığı var.

Bir diğer odağın ise Türkiye olduğundan kuşku duymuyoruz. Her iki odağın ortak özellikleri mevcut. Her ikisinin de teorik olarak İran içerisine güç yansıtma olanakları var. Aslında çok açık ama illa ki öküzün üzerine bir de ışıklı ledlerle “öküz” yazmak gerekirse şöyle özetleyelim. İran’da kendilerini Türk ve Kürt olarak tanımlayan geniş bir toplam var.

İşte bu iki ağırlık merkezinin tam kapasiteyle kullanılması için ise birlikte hareket etmeleri, ettirilmeleri gerekiyor. Eğitim hayatımda matematik ve fizik alanında kısmen öğrenebildiğim nadir konulardan biridir vektörler. Yanılıyorsam işin uzmanları beni düzeltirler ama vektör fizik biliminde özet olarak “belirli büyüklüğüyle yönü olan nicelik” olarak tanımlanıyor. Her iki güç odağını da bölgede iki vektör olarak tanımlarsak, bunların gücünü anlamlı bir şeklinde artırabilmek için aynı yöne doğru seyirtmeleri gerekiyor. Her iki vektör arasındaki hareket açısı arttıkça toplam güç azalıyor. Ters yöne doğru gittiklerinde ise iyice zayıflıyorlar. O halde bölgede güç dengelerini alabildiğine etkileyebilecek bir kuvvet toplamına ulaşmak için Türkiye ve Kürt vektörlerinin olabildiğince aynı yöne hareket etmeleri şart. Bunun için ne yapılması gerektiği de ortada.

Türkiye Cumhuriyeti ve bölgedeki Kürt siyasi hareketlerin aynı amaç için mobilize edilebilmeleri aralarındaki en hafif deyimle sürtüşmenin asgariye çekilmesiyle sağlanabilir. Benim oturduğum yerden görebildiğim, Washington’da Londra’nın sağladığı girdilerle hazırlanan ve Tel Aviv’in doğal olarak coşkuyla desteklediği emperyalist planın bu amaca yönelik olduğudur.

Bu köşenin düzenli okuyucuları bilirler ki, ben şaşmaz planlara ve yenilmez ordulara inanmam. Pentagon’un veya Langley’in her planı başarılı olsaydı bugün insanlıktan ve üzerinde yaşadığı gezegenden geriye ancak bir toz bulutu kalırdı. Her plan bozulabilir, her ordu yenilebilir.

Türkiye’nin ve Kürt halkının sokulmak istediği yol aslında bir tüneldir. O tünel boyunca yerleştirilmiş ışıklı tabelalarda renkli ve iştah açan havuç resimleri bulunabilir. O resimlerin altında refah, hak ve özgürlük gibi cazip sloganlar yazılı olabilir. Oysa o tünelin ucunun Ortadoğu haklarının tümden köleleştirilmelerine, kanlarıyla besledikleri sermayenin sadık hizmetkarları haline getirilmelerine çıkacağı açıktır.

Türk, Kürt, İran ve Arap halklarının refah, özgürlük ve insanca yaşama hakkını elde etmeleri, sermaye düzeninin hırsız müteahhitlerinin yapacakları, kapılarına iddialı yıldönümü tabelaları çakacakları karanlık tünellerin ucunda değildir. Kurtuluş, sokaklarda, meydanlarda, fabrikalar ve tarlalarda ama hep açık havada, hep aydınlıkta, atılan her adımda sözlerini söyleyebilecekleri bir savaşıma bağlı olacaktır.

Emperyalizmle iş tutmaya meyilli devlet ve örgütlerin tercihi ne olursa olsun, bölge halkları o korku tüneline girmeyecek bir deneyim ve mücadele birikimine sahiptir. Emperyalizmin planları bozulmak, orduları bozguna uğratılmak içindir.  
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!