Bu tür sorunlar kapitalizmde toplumun genelini etkilediğinden sosyalizmde etkileri de tüm toplumu, her birey etkileyecektir. Yani sosyalizm, toplumları genel psikopatoloji çizgisinin soluna çekecektir

10 Ekim, halet-i ruhiyemiz ve sosyalizmin etkisi

10 Ekim garip bir tarih. Öyle değildi, öyle oldu.

Ankara Garı katliamından sonra.

Önceden sadece “Dünya Zihin [Ruh] Sağlığı Günü” olarak bilirdik 10 Ekim’i ama artık birden çok anlamı var. Yaralayıcı ve düzen siyasetinin basitliğini, insan düşmanlığını göstermesi açısından da ibretlik.

Ama ikisi birbirine bağlantılı değil mi? Şu son 15-20 yıla damga vuran onlarca “travma”, sermaye düzeni bugünümüzü belirlemedi mi?

Mesela… Daha bu hafta bir bilimsel araştırma yayınlandı, önemli bir tıp dergisi olan Lancet’te. Makale, pandeminin tüm dünyada fazladan ne kadar “depresyona” yol açtığı ile ilgiliydi ve sonuçlara bakılırsa 100 milyonlarca insanı etkiledi salgın. 100 milyonlarca “fazladan” depresyona yol açtı. Oranlar, yüzdeler, sayılar üstü üste gelince milyonlar ediyor. Yakından bakınca da bireysel dertler, acılar ve trajediler olarak görülüyor.

Pandemi bir avuç sermayedara ve onların üst düzey müdürlerine vs. iyi gelmiş olabilir ama “salgın” dünyanın üstünden geçti. Ve bu sonuç, yani milyonlarca insanın depresif olması, bunalımlar yaşaması hiç de sürpriz değil. Sermaye salgında para biriktirirken emekçiler depresyon biriktirdiler. Bu kadar!

Ve bu sürpriz değil, çünkü böyle olmayabilirdi! Her şey…

Hiç de böyle olmayabilirdi.

Ama kapitalizmde değil.…

*

Şu iki noktayı baştan belirteyim: sosyalizmi her sorunu çözen, çözecek “sihirli bir değnek” olarak görmüyorum. Ama birçok sorunu çözmek için kolektif bir arayış, enerji ve daha da önemlisi, siyasi bir irade olarak görüyorum.

İkincisi ruhsal/zihinsel hastalıkları, özellikle de biyolojinin çok daha belirgin olduğu hastalıkları “hafife” almıyorum. Yani meseleye “depresyonun da çaresi sosyalizm arkadaş” diyerek geçiştirecek, önemsizleştirecek bir noktadan bakmıyorum. Ama...

Ama bugün hepimizin içinde debelenip durduğu şu kolektif haleti ruhiyenin çaresinin sosyalizm olduğunu da biliyorum.

Kesinlikle…

“Kesinlikle” diyorum çünkü elimde hem klinik gözleme dayalı hem de bilimsel araştırmalardan gelen veri var.

Bolca.

Şu içinde debelenip durduğumuz ve (kelimenin iki anlamıyla) her 10 Ekim’de hatırladığımız, hatırlar gibi yaptığımız halin çaresi komünizme doğru sosyalist bir atılım. Başka bir şey değil.

Bunu bilimsel olduğu kadar tarihsel, biyolojik olduğu kadar psikolojik bir çerçeve içinde anlatmaya çalışacağım.

Mademki bugün 10 Ekim, yani Dünya Zihin/Ruh Sağlığı Günü... Konuşalım.

*

Bir kez daha belirteyim: dünyada milyarlarca, Türkiye’de milyonlarca insanın çektiği zihinsel ağrıyı hafife almıyorum. Ya da “Ne yapalım? Devrime kadar yapacak pek bir şey yok!” da demiyorum ama örneğin depresyon fırtınası içinde tutunmaya çalıştığımız, her birimizin şu tekil, “muhteşem” hayatı çok açık bir gerçeğe işaret ediyor: Bizler böyle yaşamıyorduk, insanlık depresyon/kaygı ya da zihinsel sancılar içinde debelenmiyordu. Tüm bunlar tarihin belli bir yerinde ortaya çıktı ve yine tarihin belli bir noktasından sonra tüm bunlar “salgın” halini aldı. Depresyon salgını, bunalım salgını, panik atak salgını vs. vs.  

Bir başlangıç koymak istersek kapitalizmin ortaya çıkışına işaret edebiliriz. Tamam, geçmişi vardır ama işçi sınıfının ortaya çıkışı da kritiktir. Salgın hastalıkların bitmesi, ortalama hayatın uzaması için iki yüzyıl gerekecektir ama o kadar teknolojik ve tıbbi gelişmeden sonra bugün geriye kalan “deliliktir”. Kelimenin her anlamıyla!

Günümüz toplumuna ister hız toplumu deyin, ister risk toplumu… Aslolan sınıflar ve üretim araçlarının mülkiyetidir Gerisi ise dramadır. Ne yazık ki!

Kapitalizmde (ve sınıflı toplumların tamamında) psikopatoloji yükü toplumda homojen değildir: toplumun alt sınıflarına doğru bu yük artar. Bu nedenle depresyon, panik bozukluk, şizofreni, bağımlılık gibi sorunlar (hastalıklar) emekçi sınıflar içinde daha yaygındır. Bu oran toplumdan topluma, bir tarihsel kesitten öbürüne değişir ama günümüzde ortalama bir kapitalist toplum için %40 olduğu söylenebilir (bknz. grafik A).

Yani bugün, toplumun büyük çoğunluğunu (yaklaşık %95) oluşturan, emekçiler arasında yaşamboyu en az bir psikiyatrik sorun görülme olasılığı %40’tır. Birçok araştırma buna işaret ediyor.

Ve son 15-20 yıl içinde yapılan başka araştırmalar da gösteriyor ki psikiyatrik hastalıklar toplumun bir kesiminde üst üste biniyor, birikiyor: depresyon bitiyor anksiyete başlıyor, o bitiyor takıntı başlıyor (ve sermaye düzeni, tüm bunların bir güzel dizisini de yapıyor). Psikiyatrik hastalıklar bir yerlerde biriktikçe birikiyor. Cinayetler, şiddet, istismar, bozuk aile düzeni biçiminde…

Bazen hepsi birden ortaya çıkıyor. Bu nedenle yukarıdaki şekilde (grafik A) psikopatolojinin kapitalist toplumda homojen dağılmadığı görülebilir: Biyolojik ve sosyal stres düzeyi arttıkça psikopatoloji eşiğini aşan toplumsal kesim büyür. Tabii ki burada neyin “stres” olduğu da “eşik” de sabit, çok net değildir. Değişiklik gösterir ama üretim araçlarının mülkiyeti, piyasa ekonomisi, artı değer, sömürü vs. sabittir. Yani kapitalizmde bunlar hep vardır ve emekçi sınıflar içinde “stres/zorlanma” olarak birikir.

Burada üç faktör rol oynar:

  • Toplumsal nedenler [1]: Bunlar sınıflı toplumun ve üretim araçlarının mülkiyetinden yoksun olmanın doğrudan sonucudur: Yoksulluk, işsizlik, kötü barınma koşulları, gelir düşüklüğü, yetersiz eğitim, beslenme sorunları vb. Hayatın her anını, ergenlikten yaşlılığa her aşamasını etkileyebilir.
  • Toplumsal nedenler [2]: Bunlar “bireysel gibi görünen” toplumsal nedenlerdir: kadın olmak; genç ya da yaşlı olmak; erken yaşta ebeveyn kaybı; çocukluk çağında yoksul olmak; çocuklukta göç etmek; cinsel istismar; fiziksel istismar; ihmal; ayrımcı ve dışlayıcı kentsel çevrede büyümek; yüksek sosyal rekabetin olduğu sosyal çevrede okumak/yaşamak; hava kirliliği vb. Buraya aslında tam da kapitalizmin merkezinden yayılan ve tüm toplumu kesen “yabancılaşma” da eklenebilir, eklenmelidir.
  • Genetik yatkınlık: Burası tamamen biyolojidir ama tam olarak öyle de değildir. Yani genetik, psikiyatrik sorunlar için çok önemli bir “zemin” hazırlar. Ama bu zemindir: yani o zeminin üstünde ne inşa edildiği anne karnından, ve hatta öncesinden, mezara kadar toplumsal bir süreçtir. Yine de biyoloji, genetik farklılık çok önemlidir. Bir kenara atılamaz. Öte yandan (burada ayrıntısına girmeyeceğim ama) biyolojinin “ne olduğu” da tartışmalıdır. Homo Sapiens gibi evrimsel olarak karmaşık bir doğa olayının biyolojisi de karmaşıktır. Yani aynı genetik farklılık bir toplumda yaratıcılık anlamına gelebilirken bir başka toplumda intihar anlamına gelebilir. Öyle sabit değildir.

Zaten bu kategorilerin birbirinden bağımsız olduğunu düşünmek de yanıltıcıdır. Bu üç faktör iç içedir; dinamik (karşılıklı) bir etkileşim içindedirler ve etkileri sürekli değişir. Yani, örneğin 1980’lerdeki etkileri ile 2020’lerdeki etkileri (kendileri sabit gibi görünseler bile) aynı değildir. İçinde bulunulan tarihsel kesite, üretim ilişkilerine ve sürekli devinen toplumsal yapıya göre değişir.

Yani genetik etki de sabit değildir ve sabit olduğunu varsaymak büyük bir yanılgıdır. Büyük bir yanılgıdır çünkü genetik (genom) tüm psikiyatri, sinirbilim araştırmalarında sabit olarak kabul edilir! Hâlbuki bugün genetik görünen, üç kuşak önce gayet toplumsaldır; ya da bugün genetik görünen iki kuşak sonra toplumsal birçok etkene dönüşecektir. Kesin!

Velhasıl psikopatolojide etiyolojik bütünlük ve dinamizm unutulmamalıdır. Ve kapitalizmin tam da bu bütünlüğe hiçbir zaman bakmadığı da unutulmamalıdır.

Ve unutulmaması gereken bir nokta daha var: Sosyalizmin en temel farklarından birisi bileşik/bütüncül bakış, müdahale arayışı, niyeti, çabasıdır. Yani…

Yani sosyalizmde bir tek sosyal çevre, toplumsal etkenler değil genetik yatkınlık da değişime açık hale gelir; biyoloji de farklılaşır.

*

Şimdi grafik B’ye, yani sosyalizmin psikiyatrik sorunlar üzerine etkisine geçebiliriz.

Tamam, bu iş, yani kapitalizmden sosyalizme geçiş o kadar kolay değil ama sosyalist bir yönelim toplumların psikopatoloji sınırını aşmasına neden olan birinci sıra etkenlerin (Toplumsal nedenler [1]) etkisini neredeyse sıfırlar. Yani yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik, barınma ve beslenme gibi sorunlar hızlıca çözülür. Ya da bu tür sorunlar nüfusun çok az bir kısmını etkiler hale gelir ve bu büyük bir farktır. Büyük!

Gelelim psikopatoloji için bireysel gibi görünen ama toplumsal olan nedenlere (Toplumsal nedenler [2]). Burada biraz zamana ihtiyaç olduğu ve o zamanın şu an bile yaşanmakta olduğu (örneğin cinsiyet eşitsizliği için) söylenebilir ama sosyalizm yine de yeni bir toplumsal doku ortaya çıkaracağı söylenmelidir. Bu, sinir sistemi, yani biyoloji için yeni bir bağlam/ortam demektir. Sosyalist devrim bu anlamda her şeyi alt üst edecektir ve alt üst ettiği oranda daha köklü olacaktır.

Yani sosyalist toplumdan beklentimiz “erişkin-çocuk-doğa-devlet-toplum” ilişkisinde aşama aşama ama köklü müdahaleler yapması, yaşatmasıdır. Evlilik değişmelidir, sevgi değişmelidir, üretim birimi değişmelidir, merkezinde üretim tesislerinin yer aldığı daha küçük kentler (ve hatta uzay istasyonları) ortaya çıkmalıdır. Çocuğa/ergene bakış ve insan yavrusunun erişkinliğe ulaştırılması süreci tamamen değişmelidir. Yabancılaşmanın ve onun bütün görünümlerinin (ayrımcılık, dışlama, azınlık olma, rekabet vs.) ancak bu şekilde üstesinden gelinebilir.

Bu tür sorunlar kapitalizmde toplumun genelini etkilediği için sosyalizmde etkileri de tüm toplumu, her birey etkileyecektir. Yani sosyalizm, toplumları genel psikopatoloji çizgisinin soluna çekecektir. Şekilde (grafik B) de görülebileceği gibi.

*

Ve gelelim biyolojiye, genetiğe, yani doğaya.

Burada tekrar hatırlatayım: doğa olan nedir, genetik nedir, sosyal çevre nedir, bir yerden sonra bunları ayırt etmek kolay değildir. Üç kuşak şizofreni olan bir aile için şizofreni aynı zamanda sosyal çevredir. Ya da üç kuşak depresyonu olan bir aile için depresyon artık aynı zamanda sosyal çevredir. Ama…

Ama sosyalizmde genetik de değişecektir. En azından değişebilir. İşimiz kolay değil.

Değil, çünkü bugün genetik dediğimiz yüzyılların, binyılların mirasıdır ve o miras hep sınıflıdır. Hep…

Ama yapabileceklerimiz de çok fazla. Bir tek genetik dizilime müdahaleden bahsetmiyorum, hatta ondan hiç bahsetmiyorum ama…

Gerçeklik sosyalizm olsun, geriye kalan tek derdimiz genetik olsun.

Onu da hallederiz.

Değil mi? Kolektif halet-i ruhiyemizin değişmesi için.