1 Mart tezkeresi bugün AKP/RTE'nin sürdürmeye çalıştığı dış politika valsinde niçin ABD dışındaki partnerlerine mesafeli duracağını anlamak için de bir anahtar olabilir.

1 Mart tezkeresi yeniden

TBMM'nin AKP döneminde yürütmeden kısmen "bağımsız" davranabildiği tek anlamlı kararı, Hükümetin 1 Mart Tezkeresi'ni reddetmesidir. Üstelik bu, sadece AKP dönemine ilişkin istisnai bir örnek olmakla da kalmamaktadır. 1980 sonrasının neoliberal döneminde yasamanın yürütmenin emrine girmesi süreci tüm dünyada hızlanmış, 12 Eylül sillesini yiyen Türkiye'de daha da vurgulanmıştı. Ancak 1990'larda durum biraz farklıydı; iki veya üç partiden oluşan koalisyon hükümetleri, muhalefetin de çok parçalı yapısı düşünüldüğünde, kolayca denetleyemedikleri Meclis'i önemle dikkate almak durumundaydılar. İki partinin ipi göğüsleyebildiği atipik 2002 seçimleri sonrasında AKP'nin 550 üyeli Meclis'te 365 üyeli ezici bir çoğunluğu oluşmuştu. (Anayasayı değiştirebilecek nitelikli çoğunluk nisabı olan 367'nin iki üye gerisindeydi).

1 Mart 2003'te TBMM'de oylanan, Başbakan A. Gül'ün imzasını taşıyan "TSK'nın yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca yetki verilmesi" başlıklı savaş tezkeresiydi. Buna göre, ABD'nin Irak'a kuzeyden yeni bir cephe açılması, TSK'nın da ABD'nin denetimi altında Irak'a sokulması planlanmakta; 62.000 yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye'de kalmasını düzenlenmekteydi. ABD askeri gücünün Güneydoğu'da ne kadar süreyle konuşlanacağıysa belirsizdi.

9 Mart 2003'te tekrarlanacak Siirt seçimlerinden sonra Meclis'e girecek olan Erdoğan henüz milletvekili ve başbakan değildir; ama AKP başkanı olarak bu tezkerenin geçmesi için canla başla çalışan figürdür. Hatta, Şubat'ta ABD'ye giderek böyle bir tezkerenin geçeceği sözünü verip çeşitli pazarlıklarda bulunan kişidir. ABD, bu tezkerenin geçmesiyle Türkiye'nin ABD'ye sunacağı askeri kolaylıklar karşılığında, Türkiye'ye ya 8 milyar dolarlık bağış ya da 32 milyar dolarlık uygun koşullu kredi verme teklifinde bulunmaktadır. Bu rakamları daha da yukarıya çekme peşine düşen Erdoğan'a, G. W. Bush'un "at pazarlığı yapmayın" çıkışı da belleklerdedir.

AKP'nin oylama öncesinde kendi grubunun tümünü ikna edememesi bir yana, bazı bakanlar dahi bu tezkere konusunda çekincelidir ve bunların bazılarının olumsuz/çekimser oy kullandıkları; Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın da tezkereye olumsuz bakanlar arasında olduğu da biliniyor. CHP grubu ise daha sonra hiç olamayacağı kadar kenetlenmiş ve firesiz red oyu kullanabilmiştir. (Unutmayalım ki, 177 CHP milletvekilinden 25 kadarı iki yıl içinde ANAP'a, AKP'ye, DYP'ye geçecek veya bağımsızlara katılacaktır). Oylama öncesindeki haftalarda ABD'den gelecek kaynağın bağış mı yoksa kredi biçiminde mi alınması gerektiği ve nasıl kullanılacağı üzerine hesaplarla meşgul olan CHP Başkan Yardımcısı K. Derviş'in bile oylamada red oyu kullandığı düşünülebilir. Bunun arkasında, tezkerenin nasıl olsa geçeceğine duyulan güven de vardı herhalde. 

Genel Başkan Deniz Baykal ile Genel Sekreter Önder Sav'ın kapalı ve açık toplantılarda CHP grubunu ateşleyen ve AKP grubunu da çok etkileyen coşkulu konuşmaları da kuşkusuz oylamanın seyrini -özellikle tereddütte olanlar bakımından- etkilemişti mutlaka. 

Oylamanın sonuçları şöyleydi: 264 kabul, 250 ret, 19 çekimser. Bu sonuçlar önce AKP sıralarında bir sevinç dalgalanmasına, CHP sıralarında da üzüntüye yol açmıştı. Ancak bu tepkiler, İçtüzüğü bilmemekten kaynaklanıyordu. (Ben o sırada CHP Grup Başkanvekiliydim). İçtüzük'ün 146. maddesi, "Oya konulan hususlar (...) toplantıya katılan milletvekillerinin salt çoğunluğuyla kararlaştırılır" kuralını koymaktaydı. Oylamaya 533 milletvekili katıldığına göre, salt çoğunluk için 267 kabul oyu gerekmekteydi. AKP, 3 oy farkla kaybetmişti! AKP milletvekillerinden 66-68 kadarı ret oyu vermiş, bir kısmı da (16-17 kadarı) çekimser kalmıştı. (8 bağımsız milletvekilinin çoğunun da ret veya çekimser oy kullandığını biliyorum).

AKP'nin Grup Başkanvekilleri ve sesi en çok çıkan milletvekilleri (bunlardan biri de son yıllarda "iktidarı eleştiren demokrat" olarak TV'lerde gezinen Emin Şirin'di) Divan'ın kararına tepkilerini yükseltmekte, Meclis Başkanlık kürsüsünün etrafını kuşatıp şiddetli bir baskı uygulamakta gecikmediler elbette. Bundan sonuç alamayınca oylamanın tekrarlanması talebini yükselttiler. Bu da tamamen İçtüzük ve demokratik teamüller dışı bir talepti. Ama eğer böyle bir olasılık olsaydı yani oylama yinelenseydi, tezkerenin geçeceği de açıktı. CHP'nin bile hiç fire vermeyeceği söylenemezdi. 

Belli ki, salt kendilerine demokrat olan AKP siyasetçileri, kendi eski pratiklerini de anımsamak istemiyorlardı: 1996'da kendi öncülleri Refah Partisi, tam da böyle bir oylamaya karşı Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı itiraz sayesinde Refahyol hükümetinin önünü açabilmişti. 6 Mart 1996'da kurulan DYP-ANAP Hükümeti, güven oylamasında (o zamanlar güven oylaması yapılmaktaydı!) kullanılan 444 oydan 257'sini alarak kurulmuştu. Refah Partisi, toplantı nisabı bakımından en az 273 oy alınması gerektiği, dolayısıyla o güven oylamasının geçersiz olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne gitmiş ve bu talebi haklı bulununca Anasol Hükümeti 28 Haziran'da düşmüştü... 

Şunu da eklemek gerekir: 2002'de sadece iki partinin barajı geçmesi nedeniyle, AKP umduğundan çok fazla milletvekili çıkarmıştı. Liste doldurmak için eklenenlerin yani listelere alt sıralarından girenlerin parti/lider sadakati yeterince tartılmamıştı. Erdoğan sultası da bugünkü kadar oluşmamıştı. Listelerde ABD'ye teslimiyetçiliğe, Irak'ta Müslüman kanı dökmeye vicdanı razı olmayan samimi Müslümanlar daha fazla yer almıştı. Ayrıca Doğu-Güneydoğulu milletvekillerinin bir bölümü de, K. Irak'taki Kürt varlığı bakımından bazı kaygılar duymaktaydı. Bugün böyle bir oylamanın AKP saflarından firesiz geçeceğine emin olabilirsiniz; nitekim öyle de olmaktadır.

***

Tezkerenin reddedilmesinin bazı olumsuz sonuçları da olmuştu. AKP, "deliğe süpürülmemek için" ABD'ye karşı çok daha tavizkâr kıvama gelmiş, henuz 20 Mart 2003'te ABD hava güçlerinin Türkiye hava sahasını kullanmasına ve TSK güçlerinin Irak'a yerleştirilmesine izin verilmesine ilişkin yeni bir tezkereyi TBMM'den geçirmişti. Temmuz'da TSK askerlerinin başına çuval geçiren Amerikan ordusunun aşağılamasına rağmen ABD'ye yaranma politikasından vazgeçilmemiş, A.Gül ve A. Babacan, Meclis'in bilgisi dışında, Eylül 2003'te yeni bir teslimiyet anlaşması imzalamıştı; ancak CHP'nin bunu teşhir etmesi üzerine geri adım atılmıştı. (Ayrıntılar için bkz. 17 Mart 2019 tarihli Birgün Pazar yazımız).

1 Mart tezkeresi her bakımdan çok öğreticidir. Ama bugün AKP/RTE'nin sürdürmeye çalıştığı dış politika valsinde niçin ABD dışındaki partnerlerine mesafeli duracağını anlamak için de bir anahtar olabilir. AKP'nin içinden çıkan siyasi türevleri için niçin farklı bir yoruma gerek olmadığını da, anlamak isteyene gösterebilir.