‘Sünni Cephesi’ mit değil hayal

Bugün Al Jazeera Türk’te “İran’a karşı ‘Sünni Cephe’ miti ve Türkiye” başlığıyla bir “analiz” yayımlandı. Analiz yaparken yanlışlar doğruları götürse, bu makalenin gün yüzü görmemesi gerekirdi.

Alper Birdal

Bugün Al Jazeera Türk’te “İran’a karşı ‘Sünni Cephe’ miti ve Türkiye” başlığıyla bir “analiz” yayımlandı. Amerikan devlet mekanizmasının kendisi bir trajediyse, bunun AKP eliyle Türkiye’ye taşınan versiyonu bir komedi olarak nitelenmeli... ABD’de özellikle dış politikanın bir “think tank”ler ağıyla kuşatıldığını biliyoruz. Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti vitrinlerini süsleyen bu kuruluşlar, oligarşik siyasi yapının dış politikalarını “analiz” diye pazarlamakla meşgul oluyor. Obama, İslamcılarla mı cilveleşti, hemen Demokrat think tankler’in oluşan vitrinde İslamcının “ılımlısının” Batı değerlerine ne kadar da yakın olduğunu anlatan sekiz ayrı rapor yayımladığını görüyorsunuz.

Okyanus ötesinde devlet mekanizması böyle çalışıyor. Bizim buralarda ise bu trajedi, komediye dönüşmüş durumda. Zira bizde politik sistem oligopol değil, monopol bir yapı arz ediyor. Dolayısıyla iktidarı çevreleyen türedi “düşünce kuruluşları”nın ve de akademisyen, bürokrat, diplomat vs. her boydan analistin kurdukları vitrin de, sattıkları mal da bir hayli renksiz oluyor.

Buna bir de emperyalist ABD’nin dış politikadaki yelpaze genişliğiyle, yeni Osmanlı hevesi kursağında kalmış AKP’nin emperyal hülyalarının basitliği arasındaki tezatı ekleyin. Böylece bizim tekelci devlet mekanizmasının, orijinaline “think tank” adı verilen politika pazarlamacılığı bahsinde yapabileceklerinin sınırı hepten komik bir özürcülüğe, “yok canım, olur mu öyle şey”ciliğe, bolca da hamasete daralmış oluyor.

BU RESİMDEKİ BEŞ YANLIŞI BULUNUZ

Sadede gelelim... Al Jazeera’da “Sünni Cephe diye bir şey yok, iktidar karşıtları uyduruyor bunları” yollu bir “analiz” kaleme alan Doçent Doktor Mehmet Şahin, “bizim think tank’lerden” Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı...

Mehmet Şahin Bey’in argümanının özetini sitenin editörleri spota taşımış: “Bölgesel şartlar gereği Türkiye ile Suudi Arabistan arasında yoğunlaşan temaslar, "Sünni Cephe" çalışmalarının adımı olarak yorumlanmamalı. Resme bütüncül bakıldığında, Türkiye'nin ‘Sünni Cephe’ peşinde olduğu savının bir mit olduğu açıkça görülebilir.”

Peki, neymiş o bütüncül resim? Analistimizden dinleyelim.

Öncelikle “Türkiye’nin mezhepçi bir politikası yok”muş. Zaten 2008’de bir dizi ülkeyle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmaları yapılırken de amaç “yeni Osmanlıcılık” değil, bölgeyle ekonomik entegrasyon sağlama arayışıymış.

Devam ediyor. 2010 yılında Batı İran’a ambargo uygularken, Türkiye Brezilya’yla birlikte “Batı’nın baskısına aldırmayarak”, “İran’ın barışçıl nükleer teknolojiye sahip olma hakkının olduğunu düşünerek İran’a destek verdi” diyor.

Sonra, 2011’de Mısır’da Müslüman Kardeşler (İhvan) iktidara gelince “Türkiye İhvancı olmakla suçlandı” diye ekliyor.

En son olarak da 2015 Mart’ında Suudi Arabistan’la Türkiye arasında yoğunlaşan temaslar “Sünni Cephe çalışmalarının adımı olarak” yorumlanmış.

Analiz yaparken yanlışlar doğruları götürse, bu makalenin gün yüzü görmemesi gerekirdi. Şahin’in çizdiği “bütüncül resim”deki yanlışları sıralayalım mı?

Bir: İktidara geldiği günden beri, ama özellikle de 2008’den sonra ülke içerisinde Hanefi-Sünni mezhebini toplumsal hayatın her veçhesine, eğitim sistemine, politik dile ve elbette dış politikaya emdiren bir iktidara “mezhepçi” denilmeyecekse, ne denilecek?

İki: İslamcı ideolojiyi “serbest piyasa” vurgusuyla kaynaklayıp, neoliberalizmi kerteriz alarak bölge devletleriyle “işbirliği” anlaşmaları imzalamak, Filistin’den Mısır’a, Libya’dan Suriye’ye, Yemen’den Irak’a kadar her çelişkinin ve çatışmanın kanırtıcısı olmayı “aktif dış politika”, “büyük devlet”, “yeni Türkiye” naralarıyla süslemeye yeni Osmanlıcılık denilmeyecekse ne denilecek?

Üç: Brezilya’yla birlikte İran’a arka çıkıldığı iddiasını dile getirirken, dönemin Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın bu anlaşmanın bizzat dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından kendilerine önerildiğini itiraf ettiğinin unutulacağını mı varsaymamız gerekiyor?

Dört: Müslüman Kardeşler’le Erdoğan ve kliğinin gönül bağının on yıllara uzanan bir geçmişi olduğunu ve de Türkiye’nin “İhvan’dan çok İhvancı” diye anılmaya başlanmasının, ABD ve taşeronlarının özellikle Suriye’de baltayı taşa vurmalarının ürünü olduğunu bilmeyen kaldı mı?

Beş: “Sünni ekseni” tartışmalarının miladının da 2008 olduğunu, merkezinde ise Arap Baharı diye adlandırılan süreçte Türkiye-Katar-Suudi Arabistan çekirdeğine biçilen rolün durduğunu, yani bu bahsin Mart 2015’ten çok öncesine gittiğini duymayan var mı?

MİT DEĞİL, HAYAL...

Şahin’in son yanlışı, bizzat makalesinin başlığında, yani “Sünni Cephesi” için “mit” olarak adlandırmasında... Çünkü “Sünni Cephesi” bir mit değil, hayal. ABD’nin ipiyle Ortadoğu kuyusuna balıklama atladıktan sonra, karanlıkta bir başına kalan Erdoğan’ın hayali.

O ipe taşeronların hepsini dizmişlerdi. Ancak taşeronların arasındaki bağ, özellikle Suriye kayasına çarpınca koptu. Bir süre devam eden rekabetin ardından, Suudi Arabistan’ın girişimiyle şimdi ipleri yeniden bağlamaya gayret ediyorlar. Rekabetin yerini bir kez daha işbirliğinin alması pekala mümkün, ancak Türkiye-Suud-Katar toplamından artık bir Cephe çıkmayacağına şüphe yok.