Sorun ‘hakikatler’ değil, rejim ve meşruiyet sorunu

Öcalan’ın Newroz mesajı, Arınç ve Erdoğan arasındaki “izleme komisyonu” itişmesi üzerinden yeniden gündeme gelen Hakikat ve Yüzleşme Komisyonları’nın temelinde gerçekleri açığa çıkarmaktan ziyade, değişen rejimi meşrulaştırmak var.

Alper Birdal

Abdullah Öcalan Diyarbakır’da yapılan Newroz kutlamasında okunan mesajında şunları söylüyordu: “Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp parlamento üyeleri ve ‘İzleme Heyeti’den teşkil edilen bir ‘Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’ndan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız.”

Öcalan’ın mesajında geçen “Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu” vurgusu, belki de sonrasında Bülent Arınç ve Tayyip Erdoğan arasındaki “izleme komisyonu” atışması olmasa bu kadar gündeme gelmeyecekti. Zira Kürt siyasi hareketi ve özel olarak Öcalan, “çözüm süreci”nin işleyişi için bir Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu kurulmasını 2004’ten bu yana savunuyor. Son on küsur yılda Öcalan’la yapılan görüşmelerin aşağı yukarı tamamında, farklı adlandırmalarla olsa da, bu tip bir komisyon kurulması çağrısı var.

KANUNU ERDOĞAN ÇIKARTTI

Öcalan’ın 2015 Newrozunda okunan mesajında Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu istemesi değil, komisyonun bileşimiyle ilgili söyledikleri “yeni” olarak değerlendirilebilir. Aslında bu açıdan da ortada büyük bir yenilik yok, ancak biraz daha somut bir çerçeve var. Öcalan, milletvekilleri ve milletvekilleri haricindekilerden oluşacak “karma” bir komisyon kurulmasını istiyor.

Aynısını 14 Ocak’ta Pervin Buldan ve İdris Balüken imzasıyla TBMM’ye “Tarihsel Hakikatler ve Yüzleşme Komisyonu Kurulması” hakkında bir kanun teklifi veren HDP de önermişti. HDP’nin 9 maddelik teklifinde, “TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler ve bağımsız milletvekillerinden ikişer üye”,  “Ülke genelinde en az 20 ilde örgütlü olan ve siyasi tarih ile insan hakları alanında çalışmalarda bulunan STK temsilcileri, akademisyenler ve uzmanlar” ve “uzman ve akademisyenlerden oluşturulacak bir Gerçekleri Araştırma Danışma Grubu”ndan oluşan bir komisyon kurulması öneriliyor. Öcalan Newroz mesajında, Ocak ayında verilen bu teklifi “izleme heyeti ve milletvekilleri” şeklinde biraz daha somutlaştırmış oldu yalnızca.

Benzer bir kanun teklifini CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun da verdiği biliniyor.

Ancak bu tekliflerden önce, Tayyip Erdoğan henüz başbakanken yasalaşan “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Sağlanması” başlıklı kanun, “izleme ve koordinasyon heyetinin” yasal dayanağını oluşturdu. Kanunun “Uygulama, izleme ve koordinasyon” başlığını taşıyan 2. maddesinde hükümetin “Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılıkonularda atılabilecek adımları” belirleyeceği ve “Gerekli görülmesi hâlinde, yurt içindeki ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlarla temas, diyalog, görüşme ve benzeri çalışmalar yapılmasına karar verir ve bu çalışmaları gerçekleştirecek kişi, kurum veya kuruluşları” görevlendireceği söyleniyor.

7 Temmuz 2014’te yürürlüğe giren bu kanunun uygulanmasına ilişkin esaslar ise, Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra alınan bir Bakanlar Kurulu Kararı ile gerçekleşti. 30 Eylül 2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararında “izleme ve koordinasyon” işlerinin uygulanması için komisyonlar kurulacağı ve bu komisyonların, “çalışma alanlarına giren konularla ilgili olarak çalışmalarda bulunmak üzere bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör temsilcilikleri ve konuyla ilgili uzmanların katılımıyla çalışma grupları oluşturabileceği” belirtiliyor. Altında yine Erdoğan’ın imzası bulunuyor.

KOMİSYON TEK BAŞINA ANLAM TAŞIMIYOR

Öcalan’ın işaret ettiği Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu, bahsi geçen kanunla gerekçelendirilen izleme komisyonunu da içeren bir organ. Uluslararası örnekleri hakkında çokça yazılıp çizildi. Ancak meselenin daha az tartışılan boyutu, Hakikatleri Araştırma Komisyonu (her nasıl adlandırılırsa adlandırılsın) adlı bu organların tek başına bir anlam ifade etmemesi. Uluslararası örneklerde “başarılı” kabul edilen örneklerin hepsinde, komisyonlara ek olarak iki araç daha devreye giriyor: af ve tazminat.

Genel olarak tartışmalar da bu üçlü yapının birbiriyle uyumu üzerinde şekilleniyor. Komisyonun bileşiminin ve yasal dayanağının ne olacağı tartışması da bu çerçevede bir anlam kazanıyor. Bu anlamda kabaca üç seçenek olduğu söylenebilir: Meclis çatısı altında bir komisyon kurulması, STK temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulması ya da bu ikisinden de bağımsız, başka ülkelerden hukukçular ve akademisyenlerin katılımıyla bir komisyon oluşturulması.

Kürt siyasi hareketi bu üç seçenekten ilk ikisinin bir bileşiminin hayata geçirilmesini isterken, AKP’nin eğilimi af ve tazminat yetkisi olmayan, TBMM bünyesinde bir araştırma komisyonu kurulmasına eğilim gösteriyor.

ZARAR TESPİT KOMİSYONLARI

Komisyon çalışmalarının af ve tazminat başlıklarının koordinasyonu sağlanmadan  nasıl yürütüleceğine, ne anlam taşıyacağına ilişkin olarak ortada somut bir deneyim var: Zarar Tespit Komisyonları.

Zarar Tespit Komisyonları 2004’te Olağanüstü Hal Bölgesi’nde (OHAL) köyünü terk etmek zorunda kalan veya göçe zorlanan binlerce kişiye yönelik olarak çıkarılan “5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”la Valilikler bünyesinde oluşturuldu. Komisyonların kurulma amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan tazminat başvuruların azaltmaktı. 2004 ile 2010 arasında Zarar Tespit Komisyonu’na yapılan 359 bin 28 başvurudan 251 bin 149’u sonuçlandırıldı, 141 bin 265 başvuruya tazminat ödenmesine karar verildi.

Ancak kanuna göre Zarar Tespit Komisyonu’na başvuran vatandaşlar, tazminata konu olan olayla ilgili mahkemeye gitme hakkından feragat ediyor. Başka bir ifadeyle tazminatını alıp susuyor...

DÜNYADAKİ ÖRNEKLERİN ORTAK NOKTALARI

Hakikatler Komisyonu’na ilişkin uluslararası örneklerin üç ortak özelliği bulunuyor. Birincisi, bu komisyonların bir “rejim değişikliği” sürecinin bileşeni olması. Güney Afrika’da apartheid rejiminin çözülmesi, Latin Amerika’da darbe sonrası yönetimlerin meşruiyet arayışıyla bu tip komisyonlar kurması vb. bunun en açık örnekleri.

İkinci ortak özellik, “başarılı” olarak kabul edilen örneklerin hiçbirinde komisyonlarda “resmi temsilci” bulunmaması. Üzerinde en çok durulan Güney Afrika örneğinde, Hakikatler Komisyonu’nun sembol isminin bir Anglikan psikoposu olan Desmond Tutu olması bir şeyler anlatıyor olmalı. Hıristiyan din adamlarının bu komisyonlarda önemli bir yer tutması bir tesadüf değil kuşkusuz. Zira Hıristiyanlığın “günah çıkarma”ya dayalı bağışlanma ideolojisi, Hakikatler Komisyonu üzerinden rejim değişikliğine meşruiyet sağlama çabasıyla  örtüşüyor. Bunun bir benzerinin İslamcı ideoloji üzerinden kurgulanması ise hayli saçma; zira İslam hukukunda bu tür durumlarda esas ilke “kısasa” dayanıyor.

“Başarılı” kabul edilen örneklerin üçüncü özelliği, komisyonlar eliyle toplanan itirafların uluslararası ceza hukukunda bir yansımasının olması. Afrika’daki örneklerde çocukların asker olarak kullanılması, Bosna-Hersek örneğinde yaygın tecavüzler gibi suçların böyle bir işlevi bulunuyordu.

Türkiye’ye ve Kürt sorununa dönüldüğünde, bu üç başlığın ne gibi karşılıkları olduğu hayli tartışmalı. Ancak “başarılı” kabul edilen bütün örneklerin işaret ettiği doğrultu, Hakikat ve Yüzleşme Komisyonlarının her ne adla kurulurlarsa kurulsunlar, yurtiçinde ve uluslararası alanda meşru kabul edilen bir rejim değişikliği sürecinin parçası olması. Türkiye’de yaratılmak istenen örneğin bu açıdan “ontolojik” bir problemle karşı karşıya olduğu söylenebilir.